Misafir ile ev sahibi
“Evlerine ilk defa gidiyoruz, eli boş olmaz şimdi” demiş kocasına. Kocası da “Olmaz tabii” diye karşılık vermiş. Önce markete uğramışlar, bulaşık deterjanı almışlar, sonra arkadaşlarının evlerine doğru yürümeye başlamışlar, ev yakınmış.
Hoş geldiniz faslından sonra misafir kadın, kapıdan çıkarken kocasıyla konuştuklarını, markete uğradıklarını kısaca anlatmış. Sonra bez çantasından bulaşık deterjanını çıkarıp mutfak tezgahına koymuş. Açık mutfakmış, tezgahı araması gerekmemiş. “Artık bunu kullanırsınız” demiş. Bez çantasını da yanına bırakmış. “Plastik poşet yerine de bunu.”
Ev sahipleri teşekkür etmişler. Ne yapsınlar ki başka? Zaten ziyaretin ilk dakikaları, tahammül güçleri henüz yüksek.
Sofra hazırmış. Ev sahibi salatayı sona bırakmış, domateslerle salatalıklar suyunu salmasın diye. Kabukları çöpe atacakken misafir atılmış.
“Ay dur napıyosun?”
Ev sahibi şaşırmış. Cevabı beklemeden misafir devam etmiş.
“Çöpe atma yazık. Kompost yaparsın.”
Sonra nasıl yapacağını anlatmaya koyulmuş. Sohbet, misafirin moderatörlüğünde doğa ve doğal yaşamak üzerinden yürümüş. Ev sahibi çift dinlemekle yetinmek zorunda kalmış, cevapları uzar diye soru sormaya da korkmuş.
Ev sahibi kadın, bir ara balkonda sigara içen kocasının yanına çıkmış. Kulağına eğilip sormuş. “Hep böyle miydi bu arkadaşın?” Kocası da “Hayır, en son sekiz ay önce gördüm, normaldi” diye cevap vermiş.
Masaya dönünce misafir kadın, kendi hikâyesini anlatmaya koyulmuş. “Duş jellerinin, deterjanların ve daha birçok temizlik, kozmetik ürününün, kanalizasyon yoluyla denizlere, nehirlere karışıp balıkları öldürdüğünü öğrendiğim gün dehşete düştüm. Hayatımda her şey değişti.” Yiyecek ve içeceklerin nasıl zehir saçtığını da detaylarıyla açıklayıp eklemiş: “Bütün bildiklerimi herkese anlatıyorum. Bir kişi daha şu deterjanı kullanmaya başlasa büyük kazanımdır.”
Ev sahipleri “Evet”, “Anlıyorum”, “İlginç”, “Doğru”, “Olabilir”, “Hı-hı” türünden, en çok üç-dört hecelik tepkiler verebilmişler.
Ev sahibi kadın, yaşananları anlatırken “Gecenin sonunda kendimi dayak yemiş gibi hissediyordum” diyor. “Söylediklerinin hepsi doğruydu aslında, ama onu dinlemeye katlanamıyordum. O konuşurken sussun diye ağzını elimle kapatmamak için kendimi zor tutuyordum. Allah aşkına, ilk defa gittiğin eve bulaşık deterjanıyla bez çanta mı götürürsün? Hadi götürdün. İki laf et, kulağıma su kaçır, sus. Ben de istemem balıklar ölsün, yiyecek balık kalmaz diye korkarım, yine o deterjanı kullanırım. Yok yok... O kadar anlatılmaz, o şekilde açıklanmaz.”
Ev sahibi çok dolu. “İlle de konuşasın varsa, öyle bir anlat ki sana özeneyim, senin gibi olmak isteyeyim. Sekiz ay öncesine kadar öldürüp durmuşsun balıkları. Yemişsin içmişsin, zehirli ne varsa. Bir gün, bir anda aydınlanmışsın. ‘Niye daha önce bilmiyordum ki...’ diye hayıflanmışsın. Şimdi önüne geleni aydınlatacaksın diye susmuyorsun, insanı sana rastladığına bin pişman ediyorsun. Yeni şeyler öğrenmeyi seviyorum, ama bilmişleri sevmiyorum. Arkadaşa, tanışa ihtiyacım var, öğretmene, misyonere değil. Deterjanı mutfak dolabına kaldırdım, kompost filan da yapmıyorum.”
Hadise tam olarak bu şekilde cereyan etmiş. Ev sahibinin hâletiruhiyesi de bu.
Bazen ne söylediğimiz kadar, nasıl söylediğimiz de önemli galiba.
YORUMLAR