Bize iki sade kahve getirsene
Altı aydır uzakta yaşıyorum. Dilimin dönmediği çok şey var ama en çok “lütfen” demekte zorlanıyorum. Emrediyormuşum gibi geliyor. Demeyince kaba oluyorum çünkü bu söz günlük hayatın çok önemli bir parçası. Zamanla alışacağımı sanıyorum.
Lütfen diyemiyorum, çünkü geldiğim yerde bu bir emir sözüdür, nezaket değil. Üsttendir, niyeyse söyleyene kendini zengin hissettirir. Taksiden inerken şoför sorar “Burada mı”, yolcu kendini semtin sahibi gibi hisseder: “Lütfen!” Bu aslında “Dur!” emridir. Müdür odasına çağırır kağıtları uzatır “Mevlüt’e verir misin lütfen” der sekreterine, bu bir rica değildir, meali “Ver!”dir. En dayanılmaz sahneler ise kafelerde, restoranlarda yaşanır. İlk “lütfen” yerini “Bize iki sade kahve getirsene”ye bırakır ve getiren ne kadar surat yapsa azdır. Oysaki istemeyi bilmek basit bir sanattır.
Tek başına masum aslında, tonlaması kötü, o da söyleyenden kaynaklanıyor. Lütfen derken büyükleniyor insanlar, belki hiç olamadıkları şeyi iki saniyeliğine olabiliyorlar, o yüzden. Coğrafyayla da yakından ilgili, genlere işlemiş bir eziklik belki.
“Lütfen”in kardeşi ise “kolay gelsin”. Ömrüm boyunca bu lafı pek az kişiye diyebildim. Yanından geçerken çalışan birine “Kolay gelsin” denir ama bana göre bu eşitlikçi bir söz değil. Denk masalarda oturanlar birbirine söylediğinde abes olmayan, ama masadan masası olmayana gittiğinde eğreti duran, masasızların densiz karşılanacağı için masalardakilere söylemekten çekindiği bir söz. Onun yerine diyecek başka güzel kelimeler var. Merhaba, iyi günler, görüşmek üzere... Tam karşılığı değil ama olsun, yeter ki gönüller kırılmasın, gün güzel olsun.
“Kolay gelsin” de “lütfen” de, kendini yukarıda hissetmek isteyenlerin aşağıda gördüklerine söyledikleri sözlere kolayca dönüşebiliyor.
“Lütfen”i biraz mürekkep yalamışların çeviri romanlardan, televizyon dizilerinden alıp kendi ağzına, kültürüne adapte etme şekli bu. Halbuki o hikâyelerde her kesimden insan birbirine nezaket icabı “lütfen” der.
Biz birbirimize nazik olamıyoruz, belki birbirimizi sevmediğimizden.
Bildiğim, bu iki sözün de muhatabını genellikle mutlu etmediği. İnanmıyorsanız ilk gördüğünüz kişiye söyleyin, nasıl söylediğinizi tartın, sonra onun yüzüne bakın.
Kelimelere değil öfke, kelimelerin tonuna.
Yoksulların, zenginlerin sahip olduklarına değil kendilerine davranma biçimlerine öfke duymaları gibi bir şey.
YORUMLAR