Cüneyt Arcayürek’li anılar
1970’lerin sonlarına doğru yedek subaylık bitti. Ankara’ya döndüm. Üniversite arkadaşım Hakkı Öcal’ın önerisiyle Hürriyet Gazetesi Ankara Bürosu’nda ekonomi muhabiri olarak gazeteciliğe başladım.
Görevimin adı “ekonomi muhabirliği” ama o zamanlar gazetelerin ekonomi sayfaları neredeyse yok. Birkaç büyük gazetede, iyice iç sayfalarda ve bilemedin yarım sayfalık bir yerin adı, “Ekonomi Sayfası”. Haberler daha çok Anadolu Ajansı kaynaklı. En çok zam, enflasyon ve neredeyse evlerimize kadar girmiş bulunan Uluslararası Para Fonu (IMF) ile olan ilişkiler üzerine haber yapılıyor ve bunları da daha çok siyasi muhabirler kotarıyor. Çünkü alınan ekonomik kararlar hep gizlilikle ve birkaç bakanın önerisiyle hazırlanıyor.
Rahmetli Yavuz Gökmen de Hürriyet’te ekonomi muhabiri olarak işe başlıyor. Bizim cılız ekonomi sayfasını canlandırmaya çalışıyoruz.
Yavuz, işsizlik konusunda yazdığı bir haberi okutabilmek için “Nasrettin Hoca bir gün…” diye giriş yapıyor. Ben, yeni açıklanan enflasyon rakamlarına dayalı haberimi, “Fenerbahçe’li Can Bartu’nun aldığı o büyük transfer parası, bu enflasyon rakamından sonra yarıya indi…” üstbaşlığıyla verip, müşteri kızıştırmaya çalışıyorum.
Sonra beni “TBMM Muhabiri” yapıyorlar ve Meclis’e gidip, Cüneyt Arcayürek’in yanında çalışmaya başlıyorum. Kendisiyle daha önceden de gazeteden tanışıyoruz ama ilk kez yan yana çalışacağız. Epey asabi ve titiz biri olduğunu yakından bildiğim için tedirginim. Gülüyor, elimi sıkıp “Hoş geldin” diyor. Sonra küçük bir odadan ibaret olan bürodaki kendi oluşturduğu kütüphaneden bir kitap çekip bana veriyor. “Bunu ezberle” diyor. Kitabın adı “Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü”. Ezberlemeye koyuluyorum ve bunun ne kadar önemli olduğunu anlıyorum.
Cüneyt Bey, aynı gün bana “milletvekilleriyle fazla içli dışlı olma sakın” diye tembihte de bulunuyor ve ben bunun da ne kadar önemli olduğunu anlıyor ve her gün Cüneyt Bey’in ne kadar haklı olduğunu görüyorum…
***
TBMM tatile girmiş ve bizler de gazeteye dönmüşüz. Daha sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olacak ve o sıralarda Milliyetçi Hareket Partisi’nin en tanınmış isimlerinden biri, büro şefimiz Ülkü Arman’ı ziyarete gelmiş. Büro, camlı ve uzun bir salondan ibaret. Oda falan yok ve herkes herkesi görüyor.
Ziyaretçi, Ülkü Arman’a bir şeyler anlatırken ara sıra öne eğiliyor ve belinin sağ tarafındaki kocaman bir tabanca, sapsarı bir kılıf içinde ortaya çıkıveriyor. Canımız sıkılıyor, hemen herkes dişlerini gıcırdatmaya, yumruklarını sıkmaya başlıyor. Bir gazete bürosunda tabancanın işi ne?
Yavaşça merdiven sahanlığına inip fısıldaşıyoruz. Kararlıyız. Bu adamı bürodan çıkartacağız ama nasıl?
Tam o sırada yukarıdan bağırışlar duyuyoruz. Salona dönüyoruz. Cüneyt Arcayürek, Ülkü Arman’ın yanında ve “Ülkü burası lağım gibi kokuyor, temizlet buraları” diye bas bas bağırıyor.
Haberlere bakmak için teleks odasına girmiş ve çıkarken de aynı bizim gördüğümüz gibi ziyaretçinin belindeki silahı görmüş. O nedenle ziyaretçinin gözlerinin içine baka baka, Ülkü Arman’a sesleniyor, “burası b…k kokuyor” diye.
Ziyaretçi hemen ayağa fırlayıp, Cüneyt Bey’den özür diliyor ve adeta kaçar gibi çıkıp gidiyor. Cüneyt Bey de günlük yazısını yazmak için üst kattaki odasına yöneliyor. Kendiliğinden bir alkış patlıyor. Cüneyt Bey durup bize bakıyor. Sonra “maskaralığı bırakın, işinize bakın, birazdan gazete dönmeye başlayacak” diye güya bizi azarlıyor…
***
Cüneyt Bey’in yanında çalışırken, bir süre sonra onun o derin tıp bilgisi ilgimi çekiyor. Öyle ansiklopedik bir tıp bilgisi değil bu. Arcayürek, yeri geldiğinde ancak kırk yıllık bir cerrahın söyleyebileceği sözlerle yorum yapıyor.
Rüşvet aldığı iddiasıyla tutuklanan önemli bir genel müdür için, “yıllardır yiye yiye barsakları şişti, artık onu Gastrointestinal sistem cerrahisi bile kurtaramaz” diyor. Merakla Meclis Kütüphanesi’ne gidip bir tıp sözlüğüne bakıyorum. Gülmeye başlıyorum. Sözlükte, Gastrointestinal sistem cerrahisi için “Mide, ince ve kalın barsak hastalıkları ile hemoroid, fissür- fistül, abse gibi anüs hastalıklarına uygulanan cerrahi işlemler” diye yazıyor.
Cüneyt Bey’in liseden sonra annesinin isteği üzerine Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdiğini ve hiç benimsemediği bu okulda üçüncü sınıfa kadar geçtiğini, birkaç yıl sonra belki de bir cerrah olacakken, kadim arkadaşı Çetin Altan’ın “ayartmasıyla” fakülteden ayrılıp, gazeteciliğe başladığını sonradan öğreniyorum. Çetin Altan’a sessizce teşekkür ediyorum elbette…
***
TBMM’de sabahlara kadar süren bütçe komisyonu görüşmelerinden birini daha izliyoruz. Vakit gece yarısını çoktan geçmiş. Uyuklayanların sayısı iyice artıyor. Meclisteki her tartışmaya katılıp, sonunda “Komünistler Moskova’ya” diye bağırmasıyla ünlü Bolu Milletvekili Müfit Bayraktar da küçük bir “şekerleme” yapıyor.
Kürsüdeki konuşmacı bir ara “bu yasanın içeriği…” diyor. Bayraktar tam bu sırada uyanıyor ve son kelimenin sonunu duyuyor. Şaşırıyor. Etrafındakilere “ne eriği dedi sayın hatip?” diye soruyor.
Cüneyt Bey, muzipçe gülümsüyor ve “can eriği dedi Sayın Bayraktar” diyor. Bayraktar Cüneyt Bey’e “açıklaması” için teşekkür ediyor ama tatmin olmadığı için, “iyi de biz Tarım Bakanlığı bütçesini görüşmüyorduk ki, can eriği nereden çıktı şimdi” diye söyleniyor…
***
Arcayürek’li anılar çok elbette. Onun IMF’ye verilen “Niyet Mektubunu” ele geçirerek yayımlaması ve dışarıya bir sızıntı olmaması için Hürriyet Matbaasında çalışanları gazete basılıncaya kadar resmen hapsetmesi, o kıtlık yıllarında basın mensubu olduğumuz için bize el altından gönderilen şeker ve margarinleri Ulus Rüzgarlı sokakta halka dağıttırması, Bülent Ecevit ile “tatlı” takışmaları, attığı harikulade haber başlıkları ve özel anılar. Bunların da yazılması gerekir tabii.
Nedir, yerimiz kısa ve aslında hayat da kısa…
YORUMLAR