Sonelerin esrarı
Masadan kalktı. Pencereye yaklaştı. Mor dumanlı tepelere doğru uzanan ıssız Stratford kırlarını seyretti. Aklından hiç çıkaramadığı sevgilisini yeniden düşünmeye koyuldu. O “esmer” kadın, o “karanlık” kadın, o “Sonelerin Kara Kadını”, yine tüm benliğini esir almıştı işte. Ne yapsa faydasızdı. Kendisine her fırsatta ihanet eden, onu sık sık gülünç durumlara düşüren bu kadını asla gönlünden söküp atamıyordu.
İçinde bulunduğu çaresizlikten biraz olsun sıyrılabilmek için, bu kez de öteki sevgilisini düşünmeye başladı. O “güzel, sarışın ve soylu genç” aklına gelince az da olsa ferahladı. “Yaradan, kadın yüzü çizmiş sana eliyle/İstek dolu sevgimin efendisi, dilberi” diye şiirler yazdığı o sarışın genci düşünmek, onu rahatlattı.
Nedir, o kadar çok sevdiği gencin de kendisine ihanet ettiğini, hem de o “esmer” kadınla kendisini aldattığını aklına getirince, yeniden üzüntüye boğuldu. Ne yapacağını bilemiyordu. Son zamanlarda sık sık aklına gelen “ölüm” düşüncesi yine gelip aklına çöreklendi ve iyice bunaldı.
Masaya oturdu ve yazmaya başladı: “Bıktım artık dünyadan, bari ölüp kurtulsam…”
Tüm bu “sarışın genç”, “esmer kadın” ve ölüm konuları epey karışık oldu. Bağışlayın. Nedir, dünyanın en büyük ozanı kabul edilen William Shakespeare’in sonelerindeki bu konular, sadece sizin ve benim değil, yüzlerce yıldır milyonlarca insanın da kafasını karıştırdı ve hala da karıştırmaya devam ediyor.
Talat Sait Halman’ın dilimize kazandırdığı ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanan Shakespeare’in Soneleri’ni (Sonnets) okurken, bu “kafa karışıklığının” nedenlerini çözmeye çalışıyorum.
Rönesans İtalyası’nda doğan, Avrupa’da gelişen ve Shakespeare tarafından en mükemmel haline getirilen sone, yaygın bir şiir türü. Art arda üç dörtlük ve sonunda bir beyitle bitiyor. Konusu da elbette aşk.
Shakespeare’in sonelerinin yüzlerce yıldır çözülemeyen bir sırlar yumağı olmasının çeşitli nedenleri var. Bir kere yazıldıkları tarih kesin olarak bilinmiyor. Kimileri 1588 kimileri de 1609 diyor.
1609’da soneler ilk kez basılmış ama bundan Shakespeare’nin haberi bile olmamış. Ta o tarihlerde meydana gelen bu “korsan yayın” olayından sonra, Shakespeare ile yayıncı Thomas Torpe mahkemelik olmuşlar. Yayıncı, yanlışlarla dolu olan bu ilk baskıda tam adını kullanmamış ve sadece T.T. demiş. Üstelik kitabı yine tam adını kullanmadığı W.H. adlı birine “armağan” etmiş. Bu W.H.’nin kim olduğu konusunda yüzlerce kitap ve sayısız makale yazılmış.
Shakespeare, 154 soneden ilk 126’sını, kimliği bilinmeyen “güzel, sarışın ve soylu bir genç” için yazmış. Düpedüz cinsel duyguları da içeren bu sonelerdeki gencin kim olduğu da asla bilinememiş.
“Shakespeare uzmanları”, gencin Southampton Kontu, Pembroke Kontu ya da Shakespeare’in yeğeni olduğunu iddia etmişler ama bu iddiaların hiçbiri kesinlik kazanmamış.
Biraz çapkın olduğu anlaşılan bu sarışın ve güzel genç, Shakespeare ile ilişki yaşarken, bir başka şairle de Shakespeare’nin deyimiyle “oynaşmaktan” geri kalmamış. Bu ozanın kim olduğu da bilinememiş. Shakespeare kadar ünlü olan dönemin iki şairi George Chapman ile Christopher Marlowe’un adları öne çıkmış ama onlar da kesinleşmemiş.
Bunca muamma yetmezmiş gibi, “esmer kadının” kimliği de büyük tartışmalar yaratmış. Shakespeare’in “Kalbimi ezip geçtin tüm gaddarlığınla” diye yazdığı esmer kadının kim olduğu konusunda çok sayıda o dönemin tanınmış kadınının adı ortaya atılırken, sonunda kantarın topuzu iyice kaçmış.
George Chalmers adlı bir “Shakespeare uzmanı”, esmer kadının İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth olduğunu öne sürmüş. Yüzlerce yıl önce oluşan bu “Lady Diana vakası” Kraliyet sarayını son derece kızdırmış. Chalmers hakkında çeşitli davalar açılmış.
Sonelerin yazıldığı tarih, bunların hepsinin Shakespeare tarafından yazılıp yazılmadığı, “Sarışın gencin kimliği”, “Esmer kadının kim olduğu”, “Shakespear’in cinsel eğilimleri”, “Sarışın gencin gönlünü çalan öteki şairin kimliği” derken, soneler tam anlamıyla bir “giz yumağı” haline gelmiş.
Halman’ın dışında, sonelerin çevirisi gibi çok güç bir işe cesaret eden az sayıda kişilerden biri de Can Yücel. Daha önce bir Hamlet çevirisinde ünlü “To be or not to be, olmak ya da olmamak” dizesini “Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin” diye çevirmekten kaçınmayan Can Yücel, yazımın başlarında bahsettiğim “Bıktım artık bu dünyadan, bari ölüp kurtulsam” dizesini, “Vazgeçtim bu dünyadan, tek ölüm paklar beni” diye çevirivermiş. Sonra da bu sone, sevilen bir şarkı olmuş.
Şimdi Ezginin Günlüğü’nden bu şarkıyı dinleyip, “sarışın genç kimdi, esmer kadın kimdi” diye “derin” düşüncelere dalalım.
Shakespeare “Bütün dünya bir tiyatro sahnesidir” demişti.
Haksız mı?
YORUMLAR