Akıl oyunları

Pentagon’un sivil plakalı arabalarından biri, bahçeli evlerin yan yana sıralandığı sokağa girip durdu. Sürücü arka kapıyı açtı. Açık renkli bir pardösü giymiş, ince uzun bir adam arabadan indi. Sokağın loş karanlığında sağına soluna bakındı. Bir iki gölge görür gibi oldu. Başını omuzlarına iyice gömerek bahçe kapısına doğru yürüdü. Hemen arkasından gelen birilerinin ayak seslerini de duydu ama dönüp bakacak cesareti bulamadı.


Zile bastı. Kapı açılır açılmaz kendini içeriye attı. Koşarak merdivenleri çıkıp, üst kattaki çalışma odasına girdi. Perdeleri hep kapalı olan odada, ışıkları yakmadan el yordamıyla ilerledi ve pencerenin yanındaki koltuğa oturdu. Işık geçirmeyecek kadar kalın perdeyi aralayıp, sokağa baktı.


Oradaydılar işte. Şapkaları öne eğilmiş, yakaları kaldırılmış, yüzleri seçilemeyen iki karanlık gölge, evin tam karşısında durmuş kendisine bakıyordu. Titreyerek perdeyi kapattı. Koltuğa daha da gömüldü. Gözlerini yumdu.


Tam o anda da ‘’gecenin fısıltıları’’ başladı.


Son bir aydır günün herhangi bir saatinde ama daha çok geceleri kulağına fısıldayan ses, beyninde yankılanıyordu. Kalın bir erkek sesi, sanki kulağının içindeymiş gibi yakından ve fısıltıyla konuşuyordu.


Slav aksanı pek belirgin bir sesti bu. Arka planda çıtırtılar, sinyal sesleri, Rusça konuşmalar da duyuluyordu. Kalın ses, kendisinden Pentagon’un çok gizli şifrelerini, haberleşme kodlarının matematiksel çözümünü gösteren listeleri istiyordu. Bu bölüm bitiyor, aynı ses bu kez öteki isteklerini sıralamaya başlıyordu.


Kulağındaki fısıltı ona, ABD’de eşcinsellerin ve komünistlerin baskı altında tutulduğunu, bir aydın olarak buna karşı çıkması gerektiğini ve hemen yarın sabah, ders verdiği üniversitede kürsüye çıkıp bunu kamuoyuna duyurmasını söylüyordu.


Titreyerek telefona uzandı. Kendisine verilmiş özel numarayı çevirdi. Karşısına çıkan nöbetçi subaya, ‘’yine başladılar’’ dedi alçak bir sesle.


‘’Beynime girmiş durumdalar. Gecenin kulağıma fısıldadıklarını duyuyor musunuz? Evet. Yine o Sovyet ajanları. Benden Pentagon’un şifrelerini istiyorlar. Duyduğum sinyal seslerinden anlıyorum ki, uzaylılar da onlara yardım ediyor’’.


Sonra telefonu kapattı. Gecenin fısıltılarını duymamak için ellerini kulaklarına sımsıkı bastırdı ama çaresizdi. Gecenin fısıltıları kulaklarında, beyninde, bütün vücudunda dolaşıp duruyordu.


Telefonu kapatan Pentagon’daki nöbetçi subay, ‘’bizim profesör yine krizde, bu işin sonu nereye varacak bilmiyorum’’ diye söylendi.


Subayın durumuna üzüldüğü adamın adı John Forbes Nash idi ve kendisi ünlü bir matematik profesörüydü. Matematik ilminde yepyeni kuramlar bulmuş, bunları ispatlamış ve matematik alanında yeni bir çığır açmıştı.


ABD Hükümeti de, Nash’e çok önemli ve gizli bir dizi askeri projenin gerçekleştirilmesine katkıda bulunmak üzere, ABD Genelkurmay’ı Pentagon’la çalışmayı önermiş ve Nash de bunu kabul etmişti.


Nedir, projede yer alan diğer bilim adamları ile bir süre uyum içinde çalışan John Nash, son zamanlarda Pentagon’un resmi kayıtlarına göre, ‘’çok tuhaf’’ davranışlar göstermeye başlamıştı. Sovyet ajanlarının beyninin içine girdiğini iddia ediyor, uzaylı yaratıkların hemen her gece kendisini ziyarete geldiklerini söylüyordu…


Dört beş gün önce bir trafik kazasında eşiyle birlikte ölen, Nobel ödüllü dahi matematikçi John Forbes Nash’den söz ediyorum. 2002’de Altın Küre ödülünü kazanan, yönetmenliğini Ron Howard’ın yaptığı, Russel Crowe ile Ed Harris’in başrollerini paylaştıkları “A Beautiful Mind / Akıl Oyunları” filminde hayatının anlatıldığı ünlü matematik profesöründen.


Sürekli olarak matematikte yeni denge kuramları bulmanın peşinde koşan ama sık sık kendi ‘’dengesini’’ yitiren Nash, 13 Haziran 1928’de Batı Virginia’da Bluefield’da doğdu. Carnegie Teknik Üniversitesi’nin matematik bölümünde okudu.


Princeton’a girdi. Burada geliştirdiği ünlü ‘’Game Theory / Oyun Teorisi’’ ile matematik dünyasında yeni bir yıldız oldu.


Nedir, Nash’in kendi kişisel problemleri de tam bu sıralarda başladı işte. ‘’Önce kulağıma fısıldayan sesler duymaya başladım. Sonra bir gece odamda çalışırken her yer ışıl ışıl oldu. Tıpkı Rembrantd’ın tablolarındaki gibi parlak ışıklar havada uçuşuyordu’’ diye anlattı durumunu yıllar sonra.


1957’de Alicia ile evlendi. 1959’un ilk aylarında Nash’in hastalığı yoğunlaştı. Onun ‘’gece fısıltıları’’ diye adlandırdığı sesler ve parlak ışıklar iyice artmıştı artık.


Doktorlar Nash’e ‘’Bilimsel gerçeklik düşünceleri yanılsamalı düşüncelere dönüşen ve psikiyatrik olarak ‘şizofren’ ya da ‘paranoyak şizofren’ diye tanımlanması gereken kişi’’ teşhisi koydular.


John Nash, hayatının tam 30 yılını şizofreni tedavisiyle geçirdikten sonra yavaş yavaş iyileşti. Gördüğü rüyalar, yanılsamaları azaldı. Gerçek hayata geri döndü.


23 Eylül 2003’te eşi Alicia ile birlikte İstanbul’a gelen ünlü matematikçiye, bir gazeteci ‘’o otuz yıl nasıldı’’ diye sormuştu ve Nash bunu şöyle yanıtlamıştı:


‘’Karanlık ama yeterince karanlık değil’’…



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.