Mutlu yıllar
Yıllar önce son kez görüşüp, başka çarelerinin kalmadığını anlayarak sessizce ayrıldıkları yerde buluştular. Senenin sonunda bir yemekte yan yana gelmek istemişlerdi. Ayrılıkla geçen yıllarda pek görüşmemişlerdi. Birbirlerine yabancı gibiydiler. Tedirgindiler.
Hava soğuktu. Yıldız tozu gibi bir kar düşüyordu omuzlarına. Yeni yıl telaşıyla iyice kalabalıklaşan caddeye girdiler. Vücutlarının birbirine değmemesine dikkat ederek yürüdüler. “Ne yemek istersin?” diye sordu adam. “Balık fena olmaz” dedi kadın. “Hem sen seversin” diye de ekledi. Adamın içinden bir sevinç dalgası geçti. “Unutmamış” diye düşündü.
Bir zamanlar hemen her akşam gittikleri lokantaya girdiler. Göz göze gelmekten kaçınıyorlardı. Konuşacakları bir sürü şey olmasına rağmen, konuşamıyorlardı. Kızlarından, işlerinden bahsettiler biraz. Sağlık durumlarının gitgide bozulmasından yakındılar.
Kalkmalarına yakın, adam cebinden küçük bir paket çıkarıp, kadına uzattı. “Yeni yılın kutlu olsun, mutluluklar” dedi kırık dökük bir sesle.
Kadın paketi açtı. Kristalden yapılmış, küçücük bir mavi güvercin çıktı paketin içinden. “Yıllar önce istemiştin ama ben almayı hep unutmuştum” diye konuştu adam. Kadının gözlerinden jilet mavisi gibi bir sevinç yıldızı geçti. “Unutmamış” diye düşündü.
Kalktılar. El sıkışıp ayrıldılar.
İpil ipil yağan karın altında, kendi yollarına doğru yürüdüler. Neonlarla aydınlatılmış mağazaların vitrinlerinde pamuktan harflerle “Yeni yılda mutluluklar” yazıyordu.
İkisi de birbirlerini görmeden, aynı anda buruk bir şekilde gülümsediler…
Eski püskü incecik elbisenin içinde küçük kız soğuktan donuyordu. Rüzgar, lapa lapa yağan karı gözlerinin içine savuruyor, küçük kızın kibritleri tutan elleri tir tir titriyordu.
Kentin en büyük otelinin önünde saatlerdir dikiliyor, içeri girip çıkan şık beylere, mücevherler içindeki kadınlara bir kutu kibrit satmaya çalışıyordu. Eve ekmek götürebilmesi için bu kibritleri satması lazımdı. Ne var ki, yeni yıl telaşı içindeki zenginlerin hiçbiri küçük kızı fark etmiyordu bile.
Sonra balo başladı. Otelin kapıları kapandı. Küçük kız ümitle beklemeyi sürdürüyordu. Çok üşümüştü. Belki biraz ısınırım diye kibritlerden birini yaktı. Küçücük ellerinde hoş bir sıcaklık duydu.
Kibrit kısa sürede söndü. Küçük kız bir tane daha yaktı. Avuçlarında duyduğu bir anlık sıcaklıkta, kendini oteldeki yeni yıl balosuna gelmiş zengin kadınlardan biri gibi gördü.
Bu hayal hoşuna gitmişti. Hayalin sona ermemesi için kibritleri yakmayı sürdürdü.
Son kibriti de yakıp söndürdükten sonra, karlara uzanıp tatlı bir uykuya daldı. Rüyasında kendini baloda bir kuğu gibi dans ederken görüyordu.
Küçük kızın donmuş vücudu, sabah sokakları süpüren çöpçüler tarafından bulundu. Dudaklarında mutlu bir gülümseme vardı.
Otelin kapısında pamuktan harflerle “Yeni yılda mutluluklar” yazıyordu…
Yoksul genç, zengin kıza sırılsıklam aşıktı. Yılın son günü bütün cesaretini toplayarak kızı yılbaşı balosuna davet etti. Kız kabul etti ama bir şartı vardı. O akşam giyeceği elbisenin yakasına takmak için kırmızı bir gül getirmesini istiyordu delikanlının.
Delikanlı bütün çiçekçileri, bahçeleri dolaştı ama o öldürücü soğukta bir gül bulmak mümkün değildi.
Üzgün üzgün evine dönerken, bahçede bir gül ağacı gördü ama dallarında çiçek değil, sadece dikenler vardı. Delikanlı ağlamaklı oldu.
Derken bir bülbül geldi ve dala konup, en güzel aşk şarkılarını söylemeye başladı. Dalın ucunda beyaz bir gül belirdi.
Kızın ille de kırmızı bir gül istediğini bilen delikanlı yine hüzünlendi. O zaman da bülbül, minicik göğsünü dikenlerden birine batırdı ve akan kanlar, beyaz gülü muhteşem bir kırmızı güle çevirdi.
Delikanlı kıza koştu ve kırmızı gülü uzattı. Kız güldü ve yakasındaki altından yapılmış gülü göstererek, “Yılbaşı balosuna kuyumcunun oğlu ile gideceğim, bu altın gülü de o getirdi zaten” dedi.
Delikanlı acılar içinde evinin bahçesine girdiğinde, gül dalındaki bülbülü gördü. Beyaz gülü kanıyla kırmızıya çevirmeye çalışırken ölmüştü.
Kar lapa lapa yağarken, sokakta herkes birbirine “Yeni yılda mutluluklar” diye sesleniyordu…
Pataralı Nikolas kara kara düşünüyordu. Yoksul oluşuna üzülüyordu ama onu asıl üzen, evlenme çağına gelmiş üç kızı için hiçbir şey yapamamasıydı. Ne çeyiz, ne eşya, ne düğün.
Nikolas ağlamaya başladı.
Çok uzaklardaki buzlar ülkesinde yaşayan kırmızı elbiseli, beyaz sakallı bir adam, Nikolas’ın göz yaşlarının sesini duydu.
Kızağına atlayıp, Nikolas’ın evine gitti. Çatıya çıktı ve bacadan içeriye üç altın kesesi attı.
Bir gecede zenginleşen ve kızlarını görkemli düğünlerle evlendiren Nikolas’ı “ermiş” zannettiler.
O günden sonra Nikolas’a “Aziz” denildi ve resimleri çizilirken hep başında üç altın topla gösterildi.
Kırmızı elbiseli bir adam, Nikolas’a “Yeni yılda mutluluklar” demişti…
Yıl bitmek üzere. Yakında “Erbain” günlerine gireceğiz, kırk gün sürecek kara kış günlerine.
Yani mutluluklar getirmesini dilediğimiz yeni yılın başlama zamanı biraz yanlış seçilmiş gibi. İnsan, “her tarafta alev alev çiçeklerin görülmeye başlandığı bahar, yeni yılın başlangıcı sayılsaydı daha iyi olmaz mıydı?” diye düşünmeden edemiyor.
Ne değişirdi ki?
Biz yine yeni yılın mutluluk getirmesini istemeyecek miydik? Kötü geçen bir yılın bir gecede iyileşmesini ummak gibi masum bir arzuyu yine yüreğimizde taşımayacak mıydık?
Aslolan, yüreğimizde gezdirdiğimiz umut değil mi? Sevmek, sevilmek, kavuşmak umudu değil mi yaşamak?
Bunu yeni bir yıldan ummanın kime ne zararı var şu hoyrat ve sevgisiz dünyada?
“Yeni yılda mutluluklar”…
YORUMLAR