Tut ellerimi bebek, tut biraz...

“Senden başka etrafımda olup biten hiçbir şeyle ilgilenmiyorum. Sadece sana bakıyorum. Oysa yanı başımdan kamyonlar geçiyor ve durmadan kavun taşıyor. Taksiler kurşun gibi gelip geçiyor, troleybüsler salınıyor. Aşağılarda, Boğaziçi’nde su kesimleri maviye boyanmış beyaz gemiler yüzüyor. Ben sadece sana bakıyorum.


Akşamın alacakaranlığı çökmüş. Birazdan tek tük kadınlar caddeyi aydınlatacak. Genç kızlar beyaz neonlar gibi, ortancalar gül renkli ışıklar saçacak.


Bense yalnızlık saçıyorum. Yine efkar basacak diye içmeye korkuyorum. Ayıplarlar diye ağlayamıyorum. Hiç anlatmış mıydım, sana benzeyen bir sevgilim vardı. Gözlerinde rüzgarlar eserdi. Halden anlardı. Sevecen bir İstanbul’da yaşardık o zamanlar. Bütün Şehzadebaşı, Gülhane parkı, yaşlı gemiler hikayemizi bilirdi. Baharda, gariptir, saçları uzardı. Şimdi adını bile unuttum. Bazen asfalt caddelerde yüzü aklıma geliyor, hepsi o kadar.


Öylece, kımıltısızca sana bakıp duruyorum. Senin ellerin beyaz ve dudakların pembe. Benimkilerse kapkara. Otsuz ağaçsız, çorak kurak yerlerde büyüdüm ben. Oralarda sert ve haşin kuzey rüzgarları eserdi. İşte hep bu yüzden dudaklarım çatlaktır. Öp biraz.”


Adam bu son sözleri fısıldayarak söyledi. Utanmıştı. Biraz önce de ellerinden bahsederken, “al tut ellerimi, tut biraz” diye fısıldamıştı ama durmadan kavun taşıyan kamyonların uğultusu, boğazdan geçen yorgun şileplerin pervane vınlaması ve kanatlarında yalnızlık uçuran tayyarelerin motor homurtuları nedeniyle bu sözleri duyulmamıştı.


Sabahtan, günbatımına kadar öylece oturup durmuşlardı. Adam ara sıra bir şeyler anlatmış, kadın ise ağzını hiç açmamıştı. Adam karaşın ve iriyarıydı. Pembe dudaklı, elleri bir inci kadar beyaz olan kadına, “ben serinliğe hasretim, yüzümü okşa biraz” diye fısıldamayı düşünüyor ama utancından yapamıyordu. Köyünde hiç buğday tarlası olmadığı için, rüzgarda savrulan sapsarı bir başak tarlasının neye benzediğini görmek istiyor ve bu nedenle kadına “dağıt saçlarını, savur biraz” demek istiyordu ama yine utanıyor ve söyleyemiyordu.


Akşam enikonu bastırıp insan ve ağaç suretlerinin gölgeleri ortalıktan çekilince, adam biraz yüreklendi. Boğazın yukarısından gelen Karadeniz kokulu bir rüzgar, tıpkı köyündeki gibi gelip dudaklarını sızlattı. Vızır vızır geçen kamyonlara tepeleme yüklenmiş, kandil sarısı, yavruağzı, balköpüğü renkli kavunları gördü. Daha duyulur bir sesle konuştu. “Benim doğduğum köylerde / Kuzey rüzgarları eserdi / Hep bu yüzden dudaklarım çatlaktır / Öp biraz”.


Hikaye adlı şiirindeki “tut ellerimi bebek, tut biraz” dizesiyle tanınan şair Cahit Külebi’nin, Adam Yayınları’ndan çıkan “İçi Sevda Dolu Yolculuk” kitabını okurken, “şiirini herhalde böyle bir ruh halinde yazmıştır” diye düşünüyorum ve kafamda canlandırmaya çalışıyorum.


Bir lise öğretmeni olan Külebi’nin tüm hayatı sıkıntılarla geçti. Solcu olarak etiketlendi. Defalarca öğretmenlikten uzaklaştırıldı. Yükselmesi engellendi. Kovuşturmalara uğradı. Bütün bunlara göğüs gerdi ve şiirden hiç kopmadı.


Şiirleri sevildi. “Kamyonlar kavun taşır ve ben / Boyuna onu düşünürdüm / Herkes beni aldattı gitti / Yine kamyonlar kavun taşır / Fakat içimde şarkı bitti” gibi dizeleri, Orhan Veli’nin şiirlerinden daha ‘yeni bir söyleyiş’ olarak nitelendirildi.


Cahit Külebi’nin en tanınmış eseri olan Hikaye ya da “tut ellerimi, tut biraz” diye başlayan şiirinin kime yazıldığı da uzun süre merak edildi. Yaşamı boyunca kadınlarla arası iyi olan, onlardan “üçüncü ustamdı kadınlar” diye söz eden Külebi, bu şiiri hangi kadın için yazdığını uzun süre gizledi.


Derken, 1997 yılında Ankara Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde kendisini tedavi eden doktorların ısrarlarına dayanamadı ve anlattı. Külebi aslında bu şiiri bir kadın için değil, bir erkek için yazmıştı. Trakya’da süvari alayında görev yaparken, çok sevdiği emir eri, kendisinden köyündeki nişanlısına göndermek üzere bir şiir yazmasını istemiş ve Külebi de kendi köyündeki anılarını düşünerek bu şiiri kaleme almıştı.


Cemal Süreya’nın, “Hiçbir şair, şiiri bitirmeyi Cahit Külebi gibi bilemez” dediği Cahit Külebi, 20 Haziran 1997’de yaşam şiirini bitirdi.


Kamyonlar yine kavun taşıyordu ama Külebi’nin içindeki şarkı artık bitmişti.







Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.