Türkiye’de ailelerin dörtte biri çocuklarını dövüyor
Savaşlar, terör, tecavüz, cinayet... İnsanlığa korkun acılar yaşatan tüm bu şiddet türleriyle ilgili kuşkusuz siyaset bilimi, sosyoloji, felsefe sayısız açıklama getirmiş ve getirmektedir. İnsanlık var oldukça çeşitli disiplinler bunlar üzerine kafa yoruyor. Benim bakış açım ise daha psikolojik. İnsanlar sadece bugün çocuklarını dövmeyi bıraksalar bir kaç nesil sonra toplumsal şiddetin her türlüsünün azalacağını düşünüyorum. Bugün yaşadığımız her türlü cinnetin acının arkasında çocukken şiddet görmüş yetişkinler var. Çocuğa uygulanan şiddet sadece bir vicdan meselesi değil, aynı zamanda siyasi ve toplumsal bir mesele.
2013 yılında Türkiye’de 0-8 Yaş Arası Çocuğa Yönelik Şiddet Araştırması’nda da Türkiye çapında ebeveynlerin %74’ünün evde duygusal ve sözel şiddet yöntemlerine %23’ünün de fiziksel şiddet yöntemine başvurduğun kendi ağızlarıyla söylüyorlar. Ayrıca ebeveynlerin çoğu duygusal şiddetin çocuklarına bir zarar vermediğini düşündüklerini ifade ediyorlar.
Özetle Türkiye genelinde durum vahim.
Bir grup akademisyen kısa bir süre önce çok özel bir çalışma başlattı. Çocuğun Şiddet Algısı Projesi, İstanbul Tarlabaşı’nda yaşayan çocukların şiddet algısını anlamaya yönelik bir proje. Yani çocuklar kendilerine uygulanan şiddeti nasıl görüyor? Bunu ortaya koymaya çalışıyor.
Araştırma Sonucu Raporu, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Yard. Doç Dr. Zeynep Çatay Çalışkan, Uzm. Psik. Merve Özgüle ve Uzm. Psik. Çimen Güldöker tarafından hazırlandı. Bu kapsamlı raporun bir kısmını burada sizinle paylaşmak istiyorum. Çocuğa şiddet durmazsa, şiddetin hiç bir türü azalmaz. Umarım insanlık bir gün bu gerçeğe uyanacak:
“Unicef’in 2010 tarihli raporunda not edildiği gibi Türkiye’de çocuğa karşı şiddet ve istismar konusunda daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır. Özellikle çocuğun gözünden şiddetin nasıl deneyimlendiğine odaklanan çalışmalar yok denecek kadar azdır. Bu araştırma bu açığı gidermeyi, farklı ifade kanallarını bir arada kullanarak çocukların şiddeti nasıl algılandığını, deneyimlendiğini ve kavramsallaştırıldığını araştırmayı ve çocuğun algısını görünür kılmayı hedefledi. Çocukların hem sözel hem de sanatsal ifadeleri bir arada ele alındığında Tarlabaşı’nda yaşayan bu çocuk ve genç grubunda şiddetin günlük hayatın pek çok alanında sıklıkla maruz kaldıkları ve şahit oldukları bir deneyim olduğunu görüyoruz. Çocukların paylaşımlarında en çarpıcı bulgulardan bir tanesi özellikle fiziksel şiddetin günlük deneyimlerindeki yaygınlığı olmuştur. Çocuklar okul, mahalle, ev, medya gibi her ortamda fiziksel şiddetin farklı türlerine maruz kalmaktadırlar ve bu deneyim onlarda yoğun kaygı, korku, öfke gibi hislere yer açmakta ve iç dünyalarında yer etmektedir. Okul ortamında öğretmen ve idarecilerden çocuklara yönelik olarak tasvir edilen fiziksel şiddet yaşantılarının sıklığı özellikle çarpıcıdır. Bu paylaşımlar okul ortamında şiddetin ne yazık ki hala öğretmenler ve idareciler tarafından bir disiplin yöntemi olarak benimsenmekte olduğunu göstermektedir. Yaygın olarak kullanılan bu yöntemlerin çocuklar için oldukça örseleyici olduğu ve çocuklar arasındaki zorbaca davranışları da beslediği unutulmamalıdır. Çocuklar özellikle fiziksel şiddet deneyimlerinin onlarda yoğun korku, kaygı duygularına yol açtığını ifade etmişlerdir. Bu yoğun duygulanımların yer yer çocuklarda duygusal ve düşünsel düzeyde dağılmaya yol açması özellikle bazı öykülerde anlatımda kopukluklar, olay örgüsü kurmada zorlanma şeklinde görünür olmuştur. Fiziksel şiddete dair güçlü imgeler bazı çocuk resimlerinde de ortaya çıkmıştır.
Bu çalışmanın çarpıcı sonuçlarından bir tanesi de çocukların ve özellikle gençlerin çevresel şiddet kapsamına girebilecek olan, yaşam alanlarındaki olumsuzluklara karşı ne kadar hassas olduklarıydı. Şehrin merkezinde ve dezavantajlı bir bölgesinde yaşayan bu çocuk ve genç grubu mahallerinde en temel altyapı ihtiyaçlarının bile karşılanmamış oluşuna, temiz, güvenli oyun alanlarına sahip olmayışlarına, sokaklarda güvende hissedemiyor oluşlarına dair çok çarpıcı paylaşımlarda bulunmuşlardır. Bu paylaşımlar McInyre’ın (2000) Çevresel Şiddet’in de bir şiddet türü olarak tanımlanması gerektiği tezini destekler nitelikteydi. Yaşam alanlarına dair eksikliklerin boyutunun bu çalışmaya katılan çocuk grubunun en temel gelişimsel gereksinimlerinin karşılanmasını olanaksız hale getirdiği açıktır ve gelişimlerini sekteye uğratacak boyuttadır. Pek çok çocuk ailelerinin güvenlik gerekçesiyle sokağa çıkmalarına izin vermediğinden, çıksalar da oynayacak alan bulamamaktan şikayet etmiştir. Mahalle ve okullarındaki eksikliklerin çocuklarda bir ihmal edilmişlik duygusuna yol açtığı da görülmüştür.”
YORUMLAR