İyi günde kötü günde sosyal medya
Geçenlerde çocuklarla sohbet ederken renkli televizyonun olmadığını söylediğimde pek şaşırmadılar. Ancak ne zaman ki konu internete geldi, tepkileri değişti. ‘Bizim zamanımızda Facebook, Instagram yoktu; hatta internet yoktu’ dediğimde gözleri fal taşı gibi açıldı. Belli ki sinema/tiyatro biletlerinin internetten alınmadığı, bir yere gidileceği zaman Google Maps’ten yönergelere bakılmadığı, faturaların internetten yatırılmadığı bir zamanı düşünememişlerdi.
Oysa ben çok iyi hatırlıyorum. Üniversitedeydim bilgisayarı ilk kez kullanmaya başladığımda... İnternet henüz çok yeniydi ve Amerika’daki sevgilimle anlık yazışmama fırsat veren ICQ bir teknoloji mucizesiydi. Yine de o zamanlar işletme derslerinden birine giren hocalardan birinin asistanı ödevimizi yaparken interneti kaynak olarak kullanmamamızı, çünkü ‘önüne gelenin bir web sitesi açtığını ve dolayısıyla internetin sağlam bir kaynak olmadığını’ söylemişti.
20 küsür sene ileriye saralım: Artık bırakın internetten ödev yapmayı, insanların ‘uzaktan eğitim’ ile diploma aldığı bir dönemdeyiz. Bilgisayarla 50 yaşından sonra tanışan nesil bile artık tüm faturalarını internetten ödüyor, toplumsal olayları Twitter’dan takip ediyorsa gerçekten internet ve sosyal medyanın hayatımızdaki yeri ve ağırlığı değişti demektir.
Ancak bu değişim o kadar hızlı bir şekilde gerçekleşti ki biz uyum sağlayamadık. Özellikle son 10 senede çıkış yapan ve akıllı telefonların devreye girmesiyle roket hızıyla tırmanan sosyal medyaya uyum göstermekte zorlanıyoruz hepimiz. Sosyal medyanın içine doğan Z kuşağının aksine, fotoğraf çekilirken elini kolunu koyacak yer bulamayan insanlar gibi tereddüt ediyoruz: ‘Şunu paylaşsam mı acaba? İnsanlar ne düşünür? Bunu paylaşmasam nasıl görünürüm?’
Sıkı bir sosyal medya içerik üreticisi ve tüketicisiyim. Yaşadığım coğrafya itibarıyla da hareketli ve sosyal medya için ‘bol malzemeli’ bir ortamda bulunuyorum. Bugüne kadar paylaştıklarım ve paylaşmadıklarım üzerinden yaranamadığım bir sürü insan çıktı. Ramazan’da kahve fotoğrafı paylaştım diye üzerime gelenler de oldu, bayram kutlaması paylaşmadığım için duyarsızlıkla suçlayanlar da... Siyasi tercihlerim beklentilerini karşılamadığı için ‘beni takip ettiği güne lanet eden’ler de oldu, son günlerde rutinleşen -ve benim de yer verdiğim- matem fotoğraflarından başka bir şey paylaştım diye ayıplayanlar da...
Sosyal medyanın toplumsal olaylar konusundaki kamuoyu algısına katkısı elbette yadsınamaz... Bir haber ajansının çektiği 3 yaşındaki bir çocuğun sahildeki fotoğrafının, sosyal medya kullanıcıları tarafından paylaşılarak dünyaya yayılmasının, bugün birçok Avrupa ülkesinin göçmenlere kapılarını açmasındaki etkisini sanırım görmezden gelemeyiz.
Ancak sosyal medyanın bu gücü, bir kısım sosyal medya kullanıcısı tarafından başka bir boyuta taşınıyor. Bazı kullanıcılar adeta ‘devriye gezerek’ kim ne paylaşmış, ne paylaşmamış, paylaştığı şey gündeme ne kadar uygun, paylaşmadığı şey o kişiyle ilgili ne gibi bilgiler ele veriyor şeklinde analizler yapıp, işi bu analizler üzerinden kişileri nasıl bir insan olduklarına dair değerlendirme ve yargılamaya kadar götürüyorlar. Son günlerde birçok Instagram kullanıcısının ‘Gündem dışı fotoğraf’ paylaşmadan önce adeta özür dilemesinin altında yatan sebep de bu olsa gerek...
Evet, ülke olarak içinden geçtiğimiz günlerin herkesin canını acıttığı bir gerçek... İstanbul’da, Amasya’da, Eskişehir’de, nerede yaşıyor olursanız olun, ardı ardına gelen gencecik şehit haberleri, Cizre’deki çocuk ölümleri insanı gününe en iyi ihtimalle tatsız bir şekilde devam etmek durumunda bırakıyor. Başka anne-babalar çocuksuz kalırken çocuklarımıza sarılmaktan utandığımız zamanlarda, adeta bir organımız haline gelen akıllı telefonlarımız üzerinden, refleks haline gelen fotoğraf/durum paylaşımını da durduruyoruz çoğu zaman... Yaşamayı durdurduğumuzdan değil, yaşamaktan o anlarda keyif alamadığımızdan...
Bir yandan da paylaşmak istiyoruz. Acımızı paylaşmak, başkalarının da aynı acıları hissettiğini bilmek, birlikte acı çekmek, böylelikle yükümüzü biraz olsun hafifletmek istiyoruz.
Ve bir süre sonra normale dönüyoruz çünkü güneş bile ertesi gün yine ve inatla doğuyor, her ne kadar bazen hiç doğmayacakmış gibi gelse de...
YORUMLAR