İlişkim nasıl düzelir?
Bir türlü huzura eremediğimiz, iki gün iyi gitse beş gün sarpa saran, yoluna girsin diye türlü taklalar attığımız, aman yolundan çıkmasın diye kendimizi paraladığımız, çaba harcayanın hep biz olduğumuzu söylediğimiz, ilgi saygı anlayış şefkat beklediğimiz, beklediğimizi bir türlü alamadığımız, hiç mutlu olmadığımız ama bitmesine de bir türlü yanaşmadığımız ilişkimizi nasıl düzeltiriz?
Aramız iyi olsun diye yaptığımızın da ötesinde ne yapmalıyız? Daha anlayışlı mı olmalıyız? Daha mı fedakâr? Daha da mı verici? Daha mı kontrolcü? Hiçbir şey beklememeli miyiz? Ya da çaba harcamayı bırakıp mutluymuşuz gibi mi yapmalıyız?
Naçizane, ilişkiyi düzeltmek için bütün denemelerden önce iki duruma bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Bir, onunla nasıl iletişim kurduğumuza. İki, başkalarıyla nasıl iletişim kurduğumuza. Evde başka, dışarıda başka biri değiliz, istesek de olamıyoruz. Çünkü temel davranışlarımızı, tepkilerimizi, beklentilerimizi belirleyen düşüncelerimiz, inançlarımız ve bunlara bağlı olarak geliştirdiğimiz alışkanlıklarımız. Bu düşünce ve inançlar, alışkanlıklar bizi her yerde aynı kişi kılıyor. Farklı yerlerde farklı rollerimiz olsa, farklı kimliklere bürünsek de –evde anne, eş; işte taşıdığımız unvanın üzerimize giydirdiği elbise– bir özümüz var. O hiç değişmiyor.
Meselâ yanlış bulduğumuz davranışlar bizi öfkelendiriyorsa, bulunduğumuz mekâna göre öfkemizi bir yere kadar kontrol altında tutabiliyoruz. Meselâ evde yerlere, duvarlara eşya fırlatıyoruz, başka yerde kapıyı çarparak kapatıyoruz. Dışarıda da evde de, içinden ürettiği şiddet yüzünden uzak durulan kişiye dönüşüyoruz.
Bir konuda doğruyu bilenin biz olduğuna inanıyorsak, diğerinin sözlerini pek önemsemiyoruz, önemsemediğimizi de her halimizle belli ediyoruz. Önemsenmediğini gören arkadaş, tanış ne yapıyorsa, eş de onu yapıyor. Daha az konuşuyor, daha az anlatıyor.
Benzetme, kıyaslama huyumuz varsa dilimize hâkim olamıyoruz. Ne var ki herkes gibi, bizim gibi çevremizdekiler de tek ve özel olduklarına inanmak istiyor. Birine benzetilmekten, biriyle kıyaslanmaktan, şakacıktan bile olsa kimse hoşlanmıyor. Evde de evin dışında da araya mesafe koyuyorlar.
Ya da yüceltmeden duramıyoruz. Olur olmaz hallerde güzel sözler söyleyip duruyoruz. Gereksiz şımartıyoruz. İki sonucu var. Bir, küstahlıkla tepemize çıkıyorlar, kırılıyoruz. İki, aynı biçimde övgü bekliyoruz, gelmeyince hayal kırıklığına uğruyoruz. “Kalbimi çok kırdı” diyoruz. Kendi kendine kırılan kalbi başkası tamir etsin diye bekliyoruz. Evde de evin dışında da güzel sözlere alıştırıp şımarttığımız her kimse, kalbimizi tamir etmiyor.
Öteden beri bir başkasının fikrini almadan adım atamıyorsak, dışarıda başkalarının, evde onun onayına ihtiyaç duyuyoruz. “Bir baksana, olmuş mu?” Sonra dışarıda da evde de her yaptığına karışılan kişi oluyoruz.
Başkalarına nasıl davranıyorsak, hayatımızı paylaştığımız kişiye de öyle davranıyoruz. Evin dışında gözlerinden öfke fışkıran biri, evinde sevgi dolu olamıyor. Başkalarına beddua eden, evdeyken hep iyi dileklerde bulunamıyor. Dışarıda herkesi çok eleştiren, evde hayatını paylaştığını nasılsa öyle kabul edemiyor.
Başkalarına ne veriyorsak ona da aynısını veriyoruz. Başkalarından ne bekliyorsak, ondan da aynısını bekliyoruz: İlgi, saygı, sevgi, şefkat, iltifat.
Kimimizin yüksek sesle, kimimizin karnından sorduğu soru: İlişkim nasıl düzelir?
Naçizane cevabım şu: İlişkin, ilişkine değil ilişkilerine bakarsan, o ilişkiler içinde kendini görürsen, kendini anlarsan ve değişmeye razı gelirsen düzelme yoluna girebilir. Eğer olduğun gibi kalmakta ısrar eder, onu da istediğin yöne çekmekte inat edersen, özür dilerim, ilişkin düzelmez.
YORUMLAR