İzmir ile İskenderiye’yi karıştırın. Denizden az içeri çekin. Bir de Kavafis şehirlerinin Doğu’ya mahsus baştan çıkarıcılığının yerine, Batılı bir nizam-intizam yerleştirin. İşte karşınızda ticaret erbabı Bilbao. Niye buradayız? Bir, yemek yiyeceğiz; iyi lokantalar var. İki, burada bir müze var.


İspanya’nın kuzeyindeyiz. Yağmur yağıyor. Hava serince. Gece daha da soğuk. Malum kara iklimi. Ama ne gam. Bölge “İspanya şarabının” adresi. O bağlar, o şaraplar zaten insanın içini ısıtmaz mı? Sondan başa dönerek anlatmalıyım. Neden? Çünkü işin o kısmı, en taze olanı. Etkisi hâlâ üzerimizde...


Pamplona’dan yola koyulmuşuz. Otomobille Bilbao’ya 1 buçuk saat mesafede. Geçtiğimiz hat, sanırsınız İskoçya, öylesine yeşil... Güneyi bilenler için tam bir sürpriz. Yeşil her türlü ismiyle burada... Simsiyah gökyüzünden süzülüp de yere saplanan, yamaçları tarayan ışıklar, kutuplara mahsus aydınlığıyla benzersiz kadrajlar vermekte.


Peki ama her rüya bitmez mi? Biter. Karşımızda da aniden bir “şehir” bitiveriyor. İne ine, döne döneBilbao’ya giriyoruz. Aman tanrım! Burası alelade bir yer. “Şu varoşlardan geçelim” diyorsunuz. Onları bir kere geride bıraktınız mı, hepten yok olmuş gibi oluyorlar ya...


Nihayet merkezdeyiz. İzmir ile İskenderiye’yi karıştırın. Denizden az içeri çekin. Bir de Kavafis şehirlerinin Doğu’ya mahsus baştan çıkarıcılığının yerine, Batılı bir nizam- intizam yerleştirin.


İşte karşınızda ticaret erbabı Bilbao. Niye buradayız? İki sebeple. Bir, yemek yiyeceğiz; iyi lokantalar var. İki, burada bir müze var. Dünyanın gözü bu binanın üstünde. Önemli bir koleksiyonu mu var? Hayır. Mona Lisa gibi, rakipsiz bir sanat eserine mi sahip? O da yok. Bilbao Guggenheim Müzesi’nin öyle bir mimarisi var ki! Kayıtsız kalmanız mümkün değil. Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz. Esirisiniz! Yalnızca sizi değil, yerleştiği şehri esir almış durumda. Bu esaretten şikâyetçi olan var mı? Ne gezer...Bilbao’nun kent tarihi, nerede ise “Gehry öncesi” ve “Gehry sonrası’na” dönüşmüş halde.


Sahnenin yeni aktörleri sanatçı ve aşçı

Müzenin açıldığı tarihten itibaren turist sayısı 500 katına çıkmış durumda. 40 yıl önce Basklı yöneticiler, İspanya’nın güneyindeki turizmden gıdım pay alamayan Bilbao’nun yeniden yapılandırılması için tartışmaya başlar. Kent yaşamını bir çağdaş sanat müzesiyle turizme açmak başlıca hedeftir. Bu hedeflerini New York’taki Guggenheim Müzesi yönetimi ile paylaşırlar. Gerisi çorap söküğü gibi gelir.


Uluslararası bir yarışmayla Frank Gehry’nin projesi seçilir. İnşaat altı yıl sürer. Tuhaf bir maliyetle. Sonuçlardan memnun Bask yönetimi ise bir dizi karar alır. Kent çehresinin uluslararası kültür arenasındaki prestijini değiştireceklerdir. İngiltere’nin vitrinindeki mimar Sir Norman Foster’a (Alman Parlamentosu ve Hong Kong Havaalanı da onun eseri) yeni metroyu ısmarlarlar.


Halice kim yaptı?

Müzeden biraz ilerideki yeni yaya yolu köprüsü ve Bilbao Havaalanı’nı ise İspanya’nın uluslararası gururu Santiago Calatrava’ya çizdirirler. Sakın ha unutmayasınız, burası alelade bir sanayi şehridir. Karşımızdaki insanlar ticaret erbabı, Bilbao eşrafıdır.


Haydi gelin şimdi bir soluklanalım. Az aynaya bakalım. Yamacında Süleymaniye Camii bulunan Haliç’e “köprü yapmak için UNESCO ile pazarlığa oturan biz mirasyedilerin” alması gereken bir dizi ders var burada. El âlem “Öyle bir iş yapalım ki, herkes görmeye gelsin” diyor. Ya bizimkiler... Ahbap tayfasına, Harvard Üniversitesi mimarlık tarihçilerine gözyaşı döktürecek bir köprü sipariş ediyorlar... Köprü bitti, kel gözüktü mü? Acep hissiyatları ne ola? “Malum köprünün üzerinden Süleymaniye çok güzel gözüküyormuş!” El Hak doğru... Ucubenin ufuktan yok olduğu yegâne yer orası... Calatrava, sadece İspanyollar için değil, bugün küresel ölçekte mühendislik ve mimarlığı heyecan verici şekilde birleştiren tek isim. O da Bilbao sahnesinde... Ayrıca, Pelli, Stern, Moneo gibi şampiyonlar liginde oynayan tüm mimarlara da birer proje sorulmuş. Basklar uluslararası ilginin sırrını çözmüş...


Otele yerleşmeden müzeye gidiyoruz. Peki bu nasıl bir müze? 20 yıldır tartışılan bir sorunun üzerine inşa olmuş:“Bir müze içine konulacak eserlere sergi imkânı sunan tarafsız bir bina mı, yoksa insanları sanat eserleriyle ilgilenmeye cezb ve celbeden kendisi de bizzat bir sanat eseri mi olmalı?”


Gehry’nin Bilbao’daki binasının çıkış noktası şu: Ben buyum ve buradayım. Müzenin içindeki, etrafındaki her şey bana göre durabilir. Yoksa, keyfi bilir... Zaten gelenler müzeyi tavafa gelmekte. Hadi itiraf edelim. Hak yerini bulsun. Müze güzel. Hızla dolaşıyoruz. Üstelik kaçıncı defa... Elbette Kral Juan Carlos’un da katıldığı ve müzenin iri boşluğuna yerleşmiş yemeği hatırlıyorum. Neredeyse 10 yıl oluyor. Topu topu 10 masa, Bask kültür ve mutfağının gövde gösterisi. İsyankâr Baskların onur konuğu İspanyol Kralı. Gecenin istisnai şarapları da hatırımda... Ezcümle müzenin içi ve dışı ile insanı sarhoş edişi vaki...


Sarımsak adeta Primadonna

Madem öyle, bir kenara çekilip kendimize gelmeliyiz. Nasıl? Bilbao’da iddialı “Vasco” mutfağının en iyi örnekleri var. İlk aklıma gelen lokantalar: El Perro Chico, Gurio, Serantes ve nihayet Goizeko Kabi. Müzeye yürüme mesafesinde, 40-50 kişilik iddialı bir adres, bir fine dining room.


İnce, kuru jambonlar ve mevsimin kuşkonmazı ile başlıyoruz. Sonra minik mürekkepbalıkları, zeytinyağı ve elbette sarımsak. İncecik dilimler haline getirilmiş ahtapot zeytinyağında marine edilmiş, beyaz karabiber taneleri, toz halindeki taze sarımsak... İşte mönünün başlangıçları... Ana yemekte ağır ateşte pişirilmiş etin yanı başında yer alan mantarlar bir tabiat mucizesi sergisi gibi. Trüf dilimleri, Perro Chico... “Çok şükür” diyorsunuz... İyi ki mimar Frank Gehry mutfakta değil: Bilbao'nun evet ama mutfağının egoya ihtiyacı yok...


Haber: Ali Esad Göksel

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.