"Herkes Kendi Hayatının Kahramanı" kitabının yazarı Psikiyatrist Dr. Gülcan Özer’le röportaj yapmak için buluştuk. “İnsan Halleri” kitabının yazarlarından Psikolog Deniz Sevinç de tam ortamdan ayrılmak üzereydi, birlikte konuşalım dedik bizi kırmadı o da röportajımıza değerli bilgileriyle katıldı. Annelik, cinsellik, koşulsuz sevgi ve öfke üzerine her cümlesi çok kıymetli bilgiler verdiler.
Özellikle anne olduktan sonra hızlı büyüyen bebekler karşısında onlara doyma noktasında bizde bir telaş başlıyor… ‘Anda kalmak’ denen şeyi nasıl başarabiliriz?
Gülcan Özer: Bu biraz fantazik bir şey diye düşünüyorum. Annelik zaten doğumla başlayan ve ölüme kadar süren daimi bir kaygı paketi... Bu yıllar içinde aynı sertlikte kalmıyor siz uyumlanıyorsunuz; çocuk da bireysellik kazanmaya başlıyor. Çocuk kadar hızlı değişen bir canlıda siz de an an değişip dönüşüyorsunuz. Burada anda kalma denen şey aslında geçmişe özlem ve gelecekle ilgili kaygılar arasında sıkışmak. Çaresiz bir derttir; büyür, yetişkin hale gelir, özerkleşir. Bu hem hoştur hem de bir kayıp duygusu yaşatır.
Deniz Sevinç: Anda kalmak için bence önemli olan öncelikleri iyi belirlemek, çocuğun da önceliklerini izleyebilmek. Sonradan pişman olmamak için zaman ayırmaya önem vermek, değişim ve dönüşümlerinde yanlarında olmak bence anı yakalamak için yeterli diye düşünüyorum.
Anne olduktan sonra dengeleri kurmak zor geliyor ve bebek odaklı oluyoruz biz anneler bu da eski hayatımıza göre farklı geliyor, zorlanabiliyoruz. O dengeyi yeniden nasıl sağlarız?
Deniz Sevinç: Aileye yeni bir üye katıldıktan sonra öncelik çocuğun tabi ki, bu uzun yıllar böyle devam edecek. Özellikle ilk yıllarda önce anne sonra baba devreye girecek sonra okul yılları. Burada eşinizle, işinizle ve arkadaşlarınızla geçirdiğiniz zamanın kıymetini bilmeniz lazım. Tabi bu zamanları dozunda ayarlamak gerek.
Gülcan Özer: Annelik biraz faşizan bir müessese, çok invazif, çok kaygılı, çok deneyimsiz ve acemi olunuyor. İlk çocuktan sonra deneyimlisiniz ama o çocuk için deneyimsizsiniz. Uzun süre o çocuğun işgaliyetine maruz kalmak ve bunu bile isteye kabul etmek çok anlaşılabilir bir şey. Burada ilk yılın sonrasında kendini biraz hatırlamak gerek. Çünkü çocuğun çok sert bir rutini var. Anneler bir yandan çocukla çok vakit geçirmek isterken bir yandan da huysuzlaşmaya başlıyor. O rutinde anne hayatın çok dışında kalıyor. En önemli şey burada anne babaların çocuksuz zaman geçirmesi… Ayda bir; haftada bir artık kendi düzenlerinde neyse o rutin. Mutlaka ama mutlaka çocuksuz zaman geçirmeliler. Konuşmadan oturmak da olur sadece çocuk konuşmak da olur, hepsi kabulümüz.
Deniz Sevinç: Yoksa sizin kaygılarınız ve mutsuzluğunuz çocuğa yansır. Zaten anne babaların mutsuz; çocukların mutlu olduğu herhangi bir senaryo yok. Özellikle ilk iki yaşta anne çok önemli, 0-6 yaş demek daha doğru aslında. 3-4 yaşlarında baba da devreye giriyor ama etkisi daha az. Hatta bazı babalar annenin izin verdiği kadar babalık yapıyor. Buna da dikkat etmek lazım kendi doğallıklarına bırakmak lazım ki iyi bir ilişki kurabilsinler.
Kaygılı annelerin çocuklarına kaygı nasıl etki eder? Kaygı düzeyimizi nasıl ayarlayabiliriz, neye dikkat etmek gerek?
Deniz Sevinç: Kaygı ve depresyon çok bulaşıcıdır. Kaygılarınızı yazın bir gün boyunca. Bunlardan yarısından fazlasının gereksiz olduğunu göreceksiniz. Kaygı birazcık faydalı da bir şey dozunda olduğunda. Aşırı korumacı olmak, kontrollü olmak çocuğun da gelişimini olumsuz etkiler. Kaygılı annelerin çocukları uyum konusunda, farklı otoritelerle karşılaştıklarında zorlanabiliyorlar. Onun için kaygının dozunda olması çok önemli.
Gülcan Özer: Bir kıvama kadar kaygı sizi şahane korur. Karşıdan karşıya geçerken araba 200 metre öteden 200 km hızla geliyorsa kaygı hayat kurtarır; araba 200 km ötede ve siz kaygılıysanız burada bir arıza var demektir. Rasyonel, olağan kaygı var annelik kaygısı zaten hep var. Değişik versiyonları var burada önemli olan çocuğun bireyselleşmesini engellemeden kaygı duymak gerek.
Mutlu anne olmak için gerekçe çok ama o kadar baskı yaratan durum var ki annelerin üzerinde nasıl sağlayacağız mutluluğu?
Gülcan Özer: Doğum sonrası dönem çok kolay bir dönem değil. Kabaca annelerin yüzde ellisi lohusalık hüznü denen süreci yaşıyorlar, ilk üç ay kadar sürüyor. Burada kaygı dolu sorular var anne için ‘yeterince anne miyim?’, “yetiyor muyum?” gibi… Sonrasında rutin var annenin o rutinden çıkması için baba çok önemli, sosyal destek, eş-dost, muhabbet etmek çok önemli. Burada tamamen kişiye özgü bir takvim devreye girer kişi kendinin farkına varır, kızgınlaşmaya başlar, sınırı zorlanır, sistem tıkanır orası artık kırmızıçizgidir. Bu noktada artık anne hayata geri dönmelidir. Annenin burada birinci vazifesi kendi mutluluğunu temin etmektir. Bunun yolu dış dünyada var olmaksa orada; içerde kalacaksa içerde… Ama mutlaka olmalıdır.
Lohusalık hüznü ve doğum sonrası depresyondan biraz bahsedebilir misiniz?
Gülcan Özer: Lohusalık hüznü üç ay kadar sürüyor, ortalama olarak. Üç ayı geçiyorsa alarma dikkat etmek gerekir doğum sonrası depresyon olabilir ki bu da hiç az değil o da iki yıla kadar sürebilir. Burada fabrika ayarlara geri dönmekle ilgili de sıkıntı var. Aslında ailenin bütünü için de anne için de baba için de çok yepyeni bir denklem. Bu dönemi biraz sıkıntı yaşanabileceği beklentisi ile karşılamak lazım.
Bu yeni hayatla ilgili anneler daha fazla yönlendirici davranabiliyor babaya karşı da…
Deniz Sevinç: Böyle olduğunda baba doğallığını kaybediyor. Acaba yanlış mı yapıyorum endişesiyle olaydan uzaklaşabiliyor. Onun kendi doğasının gerektirdiği babalığı yapmasına izin vermek gerekir; bu anneye doğru gelmeyebilir, konuşabilirsiniz ama zorlayamazsınız.
Evde seslerin yükselmesinin çocuklara etkisi nedir?
Deniz Sevinç: Burada sesin şiddeti önemli bunun dışında da sonuca nasıl bağlandığı çok önemli. Sonrasında ilişkiler aynı sıcaklıkta devam edebiliyorsa çocuk da bunun farkına varıyor. Uzlaşmazlıklar olabileceğini sonrasında uzlaşmazlıkların sonuca bağlanabileceğini görmesi gerekir.
Kitabınızda gelin-kayınvalide ilişkileri konusuna bölüm vardı. Erkek çocuk yetiştirirken dikkat etmek adına nasıl okumak gerekir bu konuyu?
Gülcan Özer: Biz bireyselliği zayıf bir milletiz bunun ekmeğini de yiyoruz örneğin; ebeveynlerimiz evlerimizi düzüyorlar; çocuklarımıza bakıyorlar vs. muhtelif bedelleri de var ayrışmanın zor olması gibi. Anne- oğul daha hızlı ayrışmış gibi görünür. Burada sıkıntı sıklıkla evlendikten sonra çıkar. İçinden çıkılan köken ailedeki denklem çok etkili aslında. Anne-baba mutsuzsa, anne hayat yatırımlarını çocuk üzerine yapmışsa, oğlu sahiden evden ayrıldıktan sonra yani anne hayat yatırımını yaptığı oğlunu kaybetmişse bu da erkek çocuk tarafından okuduğunda erkek çocuk suçluluk hissetmeye başlıyor. Burada erkeklerin durumunun kadınlardan daha zor olduğunu düşünüyorum ben. İki kadın arasında preslenmiş bir ilişki. Biriyle evlenmek aslında onun aile dinamiğiyle evlenmek de demek olduğundan ben evlenilen kadının kocanın annesiyle birebir ilişki kurması için elinden geleni yapmasından yanayım. Olmayabilir, zorlanılabilir o noktada da epey nezaketli olmak lazımdır. Sevmek çok şanslı bir durumdur ama sevilemiyorsa da nezaketi bırakmamak gerekir. Birebir ilişkide ayar çekmek için uğraşmak gerekir.
“Evlenilecek- eğlenilecek kadın ayrımını yapmaktan yola çıkan bir milletiz.”
Anne olduktan sonra cinsel hayat konusunda zorlanıldığına dair araştırmalar var bu konuda neler söylersiniz?
Gülcan Özer: Hormonal sistemin geri dönüşü, adapte olmak anneliğe, hayatın olağan hale dönmesi anne olmak dışında isteklerin güncellenmesi için iki yıldır en fazla vermemiz gereken süre. Çocuk, ilişkinin formatını değiştiriyor. Bizim millet olarak cinsellikle ilgili algılarımızda bol sakatlık var evlenilecek- eğlenilecek kadın ayrımını yapmaktan yola çıkan bir milletiz. Gebelik dönemi kadınların libidosunun arttığı bir dönem aslında ama bu süreçte de erkekler sıklıkla aksar. Çocuksuz zaman geçirmek aslında buralarda patinaj yapmayı engellemek için şart işte. Bunlar ayrı şeyler anne-baba olmak; karı-koca olmak; flört etmek; fingirdeşmek gibi alanları pas geçip düğmeye basmış gibi birbirinizi hatırlamaz insanlar. Temel mesele kadın-erkek olarak unutmamak bu alan çok çok kıymetli…
Deniz Sevinç: Flört etmeyi, kadınlığı hatırlatacak diğer alanları es geçmemeye çalışmak lazım.
Annelerin öfke kontrolü konusunda zorlandıklarında ne yapması lazımdır?
Deniz Sevinç: Finansal olarak bir takım şeylerden kısıp yardım almak lazım. Bıkkınlığı, yılgınlığı çocuğa yansıtmamak mümkün değil. Dolayısıyla dayanabildiğiniz noktaya kadar kaliteli vakit geçirmeniz; dayanamadığınız noktayı hissettiğiniz andan itibaren babadan, ananeden, okul çağındaysa okullardan, bakıcılardan yardım almak gerekir. Bunlar çok kıymetli enstrümanlar. Yoksa çocuğa karşı hissettiğiniz şey bağlılık değil bağımlılığa dönüşür. Çocuksuz mutlaka program yapmanız gerekiyor kitap okumak, bir arkadaşla kahve içmek gibi her neyse program bunu yaparken de suçluluk hissetmemeniz gerekir.
Gülcan Özer: Bu çocuk için de ayrışmayı temin ediyor. Anne- çocuk ilişkisinde bağlılık; bağımlılık çok başka. Annenin ayrıldıktan sonra geri dönmesi, ayrılığa dair deneyim oluyor çocuk için de. Bunun farkına varmasıyla anaokulunda, ilkokulda yaşayacağı deneyimlere hazırlanması çok önemli. Bu ayrışmanın sağlanması çocuğun olgunlaşması için de şart.
"Cinsellik bir tercih değil bir varoluş biçimidir"
Çocukların anne-babasıyla ile uyuması konusunda neler düşünüyorsunuz?
Deniz Sevinç: Ben belli dönemden sonra ayrışmayı öneriyorum. Çocuğun da; anne- babanın da kendilerine ait bir alanın olması önemli bence. Yumuşak geçişlerle ayrı odaya alınmasından yanayım. Hikaye okuyarak uyutmak, her ihtiyaç duyduğunda yanında olmak ama kendi yatağında yatmasını sağlamak lazım.
Gülcan Özer: Ben Deniz Hanım’a tamamen katılıyorum, çok sert olunmasından yana değilim. Sarılıp uyumanın hazzına varmak da çok güzel bence. Çocuklarla ilgili çok genel geçer doğrular çok yaya kalır genelde, özellikle birden fazla çocuğu olanlar bunu iyi bilir. Çocuklar çok kendine özgü bir kimlikle geliyor dünyaya zaten anne baba olarak onun arkasından gitmek gerekir. Çocuğa göre manevrayı öğrenmek gerekir. Kafamızdaki çocuğu değil de çocuğumuz olan çocuğu iyi okumak lazım.
Deniz Sevinç İnsan Halleri’ni yazarken de bunu düşündük sık sık. Mutlak doğru gibi bir şey yok herkes çok farklı.
Bu soruyu sorma nedenim ortalıkta dolaşan, anne-babayla uyumanın cinsel tercihlere etki edebileceğine dair bir söylenti…
Gülcan Özer: Bunlar olağanüstü derecede yanlış. Cinsellik bir tercih değil bir varoluş biçimidir. Anne ya da babanın davranışıyla; tavrıyla çocuk heteroseksüel ya da homoseksüel olmaz, öyle doğar. Katiyen doğru değil bu tür şeyler.
Anne-babaların çocuklarına verebilecekleri en önemli şey sevgi ama bunu sunuş biçimi nasıl olmalı?
Gülcan Özer: Anne-baba çocuğun başat adresi. Anne baba çocuğu koşulsuz sevecek en birinci özelliği bu. Çocuğu sevmenin alt metinleri olmayacak. Başarılıysan, usluysan, öyleysen, böyleysen seven geçmiş jenerasyondan sonra bugün de ayar konusunda zorlanan bir jenerasyon var. Bu jenerasyonun anne babaları çocuğu ne yaparsa yapsın sevmek konusunda çok sınırsız davranıyorlar. Çocuklar geniş ama sınırlı alanları sever, sınırlar önemli.
Mesela iki yaşındaki çocuk siz eve girdiğiniz an bardağı alır yere atar. Anane- bakıcı kim varsa yanında der ki ‘sen geldiğinde böyle davranıyor’ orada çocuğun derdi sizin yanlış bulduğunuz şeyi yaptığında bile onu sevip sevmediğinizi anlamaya çalışmaktır. Alt metin budur. Diğer insanlarla ilişkisinin şartlara bağlı olduğunu bilir onların yanında uyumlu davranır. Yani çocuğun kafası gayet doğru işliyor orada.
Röportaj: Bengü Kantekin Günal
YORUMLAR