Haftalardır ertelediğimiz Sertab Erener röportajına sonunda gidiyorum. Önceki gün “Çok sert biridir, aman sorularına dikkat” diye uyarmışlardı. Yanına oturunca başta yüreğim bir hop etti, “Eyvah!” dedim. Ancak konuşmaya başladıkça bütün endişelerim uçup gitti. Müzik yani aynı dili konuştukça iyice ısındık. Hatta bir ara röportajı kesip yemeğe ve sohbete daldık. Kendimi Erener’e sahne tasarımcısı Es Devlin’i, konsere gelip kendi videolarını çeken dinleyicileri anlatırken buldum. Sonra röportaja devam... Planladığımız süreyi aştık, Erener’in anlatası benim de epey dinleyesim vardı. Buluşma sebebimizse 25’inci yılına özel mini bir turne yapacağını duyurması. Elbette özel bir konser serisi olacak. Bodrum, Ayvalık, Altınoluk ve Çeşme’de “Sertab’ın Oda Müziği” adını verdiği parçalarını oda müziği versiyonuyla seslendirecek. Ama beni asıl heyecanlandıransa turnenin sonundaki İstanbul konseri. Konser yine oda müziği konseptiyle başlayacak ama ikinci yarıda Sertab Show var. Bu bölümde Erener müzikal tadında bir gösteri yapacak. Şarkılarını danslarla dinleyicilere aktaracak. Koreografisi de Beyhan Murphy’ye ait. Açıkçası, yıllardır ezberlediğimiz şekilde sahneye çıkan sanatçılarımıza da ilham olmasını isterim. Müzikseverlerin ve sanatçıların buna ihtiyacı var. Biz de Sertab Erener’le bunları ve nicesini konuştuk.


Bir turneye çıkıyorsunuz. Turne denince aklınıza neler geliyor? Eskiden uzun uzun turne hikâyeleri yazılırdı, şimdi öyle değil... Belki anılarınızı paylaşırsınız bizimle...

Profesyonel şarkı söylemeye Sezen (Aksu) ile başladım. Ondan önce konservatuvarda öğrenciyken amatör bir grubumuz vardı. Sezen’le bu profesyonel dünyanın nasıl işlediğini gördüm. 90’ların başı... Sezen yıkıp geçiyor ortalığı, Türkiye ondan başka bir şey dinlemiyor. Onun vokalistiyken çıkardık turneye, aylarca geri dönmezdik. Her gün konser yapardık, hafta sonları matine suare yapardık, ağzına kadar dolardı. Ben de albüm çıkardıktan sonra öyle turneler yaptım. Benim için gerçek turne o. Şimdi biz “Turne” diyoruz ama bu ayıpmış gibi geliyor. 4-5 konser benim için pek bir şey değil. Turne gidip uzun süre dönmemek, yollarda olmak.


‘Bu coğrafya kültürü içselleştiremedi’

Özlediğiniz oluyor mu o dönemleri?

Aslında müziğin o kadar canlı olmasını özlüyorum. İnsanların müziği tüketme şekli değişti. Eskiden daha güzeldi. Şimdi daha mesafeli gibi geliyor bana. Çok fazla içerik var, herkes her şeye ulaşabiliyor ki ulaşım araçları da değişti. Çoğaldı, kolaylaştı. Bu bütün dinleyicide bir tembellik yaratıyor. Bir de zaten bu coğrafya kültürü çok içselleştirmiş bir coğrafya değil. Kültürü şırınga etmek gerekiyor topluma. “Bu hafta hangi sergiye, konsere gitsek?” diyen sayısı çok az. Bizim böyle gelişmiş bir kasımız yok, eksik. Bu da bizim işimizi zorlaştırdı. Aman Allah razı olsun yine de konserler verebiliyoruz. Şunu diyebiliyorum: Ben hâlâ bilet satarak konser yapabilen bir artistim. Ne mutlu bana...


Bu dinleyici için de çok önemli, kıymetli aslında...

Kesinlikle. Arsızca hayatı seven biriyim. Aklımdaki fikirler bitmiyor. Heyecanım tükenmiyor. Sağlığım elverdiği sürece ben burada olacağım. İnadına...


‘İçim çok dolu, sen sor ben konuşayım’

Bu konser serinizin Harbiye ayağında iki bölüm var, oda müziği ve şov... Oda müziğini biliyoruz ancak şovda neler olacak?

Geçen yıl konserlerde oda müziği bölümümüz vardı. Bu sefer iki farklı konsepti çarpıştırdık. Önce yaylılarla oda müziği bölümü başlıyor. Oda müziğinden davul ve bas gitara doğru sıçrıyor. Türlü türlü geçişler kurguladım. Ben o konseri bütün Türkiye’ye taşımak istedim fakat ülkede huzur ortamı bulamadığımızdan tarihi ileri ata ata bugüne geldik. Hem ekonomik nedenle yapamadık hem de başka sebeplerden. Oda müziği farklı bir yorum ama “Bu şarkıya ne olmuş?” denecek kadar farklılık yok, çok yerinde. Elimde mikrofon, arkamda müzisyenler... Bunu insanlar yıllarca gördü. İçine ekstra bir şey katmadığında iyiye gitmiyor. Farklı, insanlara gerçekten bir şeyler vaat eden etkinlikler gerekli. Dinleyicim oda müziği tarafını çok sevdi. Ama şov kısmını bir konser dışında hayata geçiremedik. Yine de kesin yapacağım. Kafama taktım, yılmam ben. Eylül ya da ekimde olabilir. Belki kapalı bir salonda sahne alırız. Ama kapalı salonun sıkıntısı da çok oluyor, kapasite ya çok ya da küçük, nakliyesi, salon kirası... Bir çözüm bulacağım. Sen bir ‘Turne” dedin bak 10 dakikadır anlatıyorum. (Gülüyor.) İçim çok dolu, sen sor ben konuşayım.


Şov bölümünde neler olacak? Müzikal gibi bir şey hayal ediyorum ben...

Müzikal sanatçısı olamamanın acısını bu bölümde çıkaracağım. Uzun yıllar modern dans yapmış biri olarak dans ve müziği buluşturacağım. Bir şarkının öyküsünü kimi zaman dansla anlatacağım. Zaten Amerika’da doğsaydım kesin müzikal sanatçısı olurdum. Sahip olduğum yetenek ve eğilimlere bakarsan, New York’ta doğmuş olsam yüzde 100 ben şu an Broadway’de bir müzikalde bir şey sahneliyordum. Kesin! Ondan içimde kalmıştı böyle bir şey. Zaten kendimi artık 1990’larda bir pop müziği şarkıcısı olarak tanımlayamıyorum. Hatta öyle denmesinden de imtina ediyorum, hoşuma gitmiyor.





‘Sezen bir kaldıraçtı’

Ne olarak anılmak isterdiniz?

Geçenlerde New York’ta bir konser verdim. Orada eşcinsel bir çift, çok tatlılardı, ikisini de tanırım. Konserime geldiler. Türkçe bilmediklerinden merak ediyordum beğenip beğenmediklerini. Acayip beğenmişler ve “O bir pop star değil, rock star” dediler. Hoşuma gitti. Dedim ki, bundan sonra rock star olarak anılmak istiyorum! (Gülüyor.) Sezen’in müziğini ödünç aldığımdan eskiden pop oluyordu. Sezen benim açımdan bir kaldıraçtı, beni aldı bir yere koydu.


Eee sonra ne oldu?

Grubum vardı, cover yaparak ünlenmiştik. Bana yetiyordu. Aniden “Sana albüm yapalım” denilince şaşıp kaldım. Aylarca Sezen bana parçalar dinletti. Bir de hiçbir şeyi beğenmedim. Tam Sezen yılıyordu, “Oyun Bitti”yi yazdı. “Bu bana olur” dedim. O da “Ayy iyi bulduk sonunda beğendiği bir şey” dedi. Sonra o gazla gittik... İnsanın kimliğini bulması yıllar alıyor. Hiç unutamadığım bir seyirci şoku anım var. Sertab Gibi albümünü yaptığımda, sound değişmiş, kadının saçlar örülmüş, bambaşka bir kıyafetle sahneye “Heeey!” diye çıktım. Seyirciden şöyle bir ses geldi: Vooaah... Yemin ederim bunu hiç unutmuyorum. İçimden “Ay bittim ben galiba!” dedim. Ailenin en sevilen kız sanatçısıyken başka bir kız gelmişti. “Kırık Kalpler” albümü 25 yılın sonunda sound anlamında en olgun ve doğru albümümdür benim için. Sen ne sordun, ben nereye geldim... (Gülüyor.)


Sizi dinlemek büyük keyif. 25’inci sanat yılınızı kutluyorsunuz. İlk zamanlarda sahneye çıkan Sertab’da sevdiğiniz şeyler neler?

Tecrübem yoktu ama hâlâ var olan müziğe aşkım ve heyecanım vardı. 25 yılda müzikle aramda çekişmeler oldu, bazen ben ona, o da bana küstü. Doğal... Birkaç gün önce prova yaparken birden kendime “İnsanın hayatını müzikle geçindirmesi çok güzel. Yaptığın ürün müzik, düşünsene” dedim. Bundan daha güzel bir şey olamaz. Şimdi şükrediyorum, o zamanlar bunu gözden kaçırıyorsun.


Müzikle küslükler yaşadığınızı söylediniz ya, hiç bırakmayı düşündünüz mü? Veya birden bırakıp gidebilir misiniz?

Bırakmayı hiç düşünmedim. Müziğin yerine acayip bir şey koymam gerekiyor. Onun boşluğunu dolduracak bir şey yoksa deliririm herhalde. Bir yerden sonra yapılmayacak bir şeye dönüşürse, meditasyona dalarım. Tibet’e falan gidebilirim. Bir girmişliğim var o konulara, sonra çıktım. Yaşadığım dünyayla o hayat yan yana gidemiyor. Kısacası müziği bırakamam ya...


Eskiden bir parçaya hit denmesi için liste başı olmalıydı. Şimdi o kadar etkili değil. Siz müzik listelerini önemsiyor musunuz?

Yok, hiçbirine bakmıyorum. O dediğin listeler büyük müzik şirketlerin bayağı paralar ödeyip kapatması. Dünyanın her yerinde yapıyorlar. Dijital müzik platformları başka bir standart sunuyor zaten. Müziğini aklının gelmeyeceği yerlere ulaştırıyor. Bunlar olunca listeye de bir şekilde giriyorsun. Bundan sonra daha geniş kitlelere ulaşma hayalim de yok. Ben ne yapabileceğimi, kimlerle kesiştiğimi ve kimlerin gönül tellerini tıngırdattığımı artık biliyorum. Daha fazlası da umurumda değil. Kendi yerimi biliyorum.


Mazhar Alanson “Yıllar sonra ozan olarak anılmak isterim” demişti. Siz nasıl anılmak isterdiniz?

İki şey diyebilirler belki. İlki: “Gelmiş geçmiş en iyi şarkıcılardan biriydi.” Diğeriyse “Bu topraklardan dünyaya müzik üretmiş kişiydi olabilir.”

‘Kafanın yaşlanması kadar korkunç bir şey yok’

Bir röportajınızda kitap yazdığınızdan söz etmiştiniz. Kendiniz mi yazıyorsunuz? Nasıl gidiyor?

Kendim yazıyorum, editörden geçecek ama benim anlatmam lazım. Gerçi bu aralar yazamıyorum. Yaazaaamııyooruum! (Gülüyor.) 25’inci yılın altını çizmeye çalışıyorum. Ama kutlama gibi değil. Neyi kutlayacaksam... Şunu öğrendiğimden beri doğum günü kutlamayı bile sevmiyorum. Avustralya yerlilerinin felsefeleri şöyle, seni bir basamak daha yukarı taşıyacak, farkındalığını artıracak, sana değer katacak bir şey öğrendiğinde hayattan git, kendi oluşunu kutla. İşte o senin doğum günün... Bana bu doğru geliyor. O yıl şu tarih benim doğum günüm, nereden biliyorsun? Ben söz ettiğim felsefenin peşine düşmeyi tercih ediyorum. Ben bir şey öğrenmediysem kutlayacak bir şey de yok. 25 yılda öğrendiklerimi paylaşayım istedim. “Kitap yazmak belki 60’larında falan yapılır” derler ama benim anlatasım geldi.


Mick Jagger bir röportajında “Şarkıcıların yaş aldıkça müzikte daha cesur olması lazım. Ben bunu pek göremiyorum” demişti. Siz hep farklı şeyler peşine düştünüz gerçi. Jagger’ın dediğini kendi açınızdan nasıl yorumlarsınız?

Bir yıldız haritası çıkardı arkadaşım. Hayattaki en önemli özelliğimin yeniye olan takıntım olduğunu söyledi. “Senin manyaklığın yeni, her şeyin yeni olmasını istiyorsun” dedi. Gerçekten de öyle. Yürüdüğüm kaldırımları, yolu bile değiştiririm. Müzik, tarz, sound, söz, sürekli arayıştayım. Yeniyi ararken de şimdiyi kaçırmamak lazım. Yeğenimle aynı dili konuşabilmem lazım. Çünkü yaşlılık aslında teninin kırışması, saçının beyazlaması falan değil. Kafanın yaşlanması kadar korkunç bir şey yok bence. Kafayı taze tutmak lazım. Gençlik hayatı kalıplarla görmemek demek... Ben bunun peşindeyim. Jagger’ın dediğini ondan ister istemez deniyorum. “Ezberlenmiş hayat, ölü bir hayattır” derler ya, ben de ölü bir hayat yaşamak istemiyorum. Derdim o...


Ben arşivimize baktım da magazinde epey haberiniz çıkıyor. Sizce magazin haberlerinin kariyerinize katkısı nedir?

Sıfır... Hatta eksi! Tamamen dünyanın her yerinde magazin var, meşhur insanların özel hayatları merak ediliyor ıvır zıvır. Ben de tanınmış biriyim, bu ünlü olmanın paketinde var. Bunu inkâr edemem. Ama ben buradan beslenen bir artist değilim. Oradan beslenenlere sözüm yok, sadece ben o değilim. Bazen bana saçma geliyor, aynı dili konuşmuyoruz gibi. O sayfalarda falan olmadık bir şeyle karşılaşınca şaşkın bir tavuk gibi oluyorum. Işığı gözüne tutunca kalır ya, aynı o! (Gülüyor.) Olabildiğince uzak durmaya çalışıyorum. Magazin balon bir şey, insanlara bir şey katmıyor.





‘Emre’yle uzun uzun müzik dinlemek beni iyileştirdi’

Eşiniz Emre Kula’yla aranızdaki bağ müziğe nasıl yansıyor?

Bu zamana kadar yaptığım müziğin içinde Emre yok. O sadece müziği geliştiren biri, prodüktör olarak bu albümde yer aldı. Özel bazı etkinlikler oluyor, oralarda sahneye çıkıyoruz. Henüz gerçekleştiremedik ama şöyle bir hayalimiz var; benim keyboard çaldığım, pedallarla tek başına olup üstüne başka sesler üretip üstüne şarkı söylediğim bir iş. Oturup çalışmamız lazım. Çok avangart... Benim repertuvarım, onun İngilizce şarkılarıyla bir şey hazırlarız. Çok istiyoruz. Hatta arada durup dans etmeyi düşünüyorum. Ben Emre’yle böyle şeylerde buluşmayı seviyorum. Zaten o çok acayip bir müziksever ve müzik bilen birisi. Müzik aşkı çok derin. O beni çok besliyor. Ben ondan çok şey öğrendim. Bu konuda da şükrediyorum.


Söz ettikleriniz çok önemli. Birini tanımak sizin mesleğinizde müziğini tanımak da demektir.

Kesinlikle. İlk tanıştığımızda biz 1 yıl boyunca her gece saatlerce müzik dinlerdik, müzik üstüne konuşurduk. Bir gün klasik müzik, bir gün caz, bir gün başka bir şey... Bu kadar müzikle iç içe olmak beni iyileştirdi.


O dinlemeler nasıl etkili oldu sizde?

Ben birçok müzik türünü denedim. Rock, pop, caz... Sadece arabesk okuyamam, onu yapamıyorum. Olmuyor... Çok şey öğreniyorsun. Bizim okulda da bir ders vardı. Oturur, bir klasikçinin eserlerini dinleyip onları çözerdik. Bu bir eğitimdir. Hem ruhen hem de matematiksel olarak ne yapmış? O tip bir şey. Beste yapmaya kalktığında beslenmiş oluyorsun. Oradan bir yığın ilham alıyorsun. Üretime katkısı çok.


‘Sahneye zaten yorgun çıkıyorsun’

Konserlere gidiyorum, çoğu sanatçının backstage’ine girip görme fırsatım oluyor ama iş eskisi gibi değil. Gazetecilere ayrılmış bir bölüm oluyor, sanatçıyı sahneye geçerken görüyor ya da görmüyor. Sizi bilmiyorum, sizin bu konuda tutumunuz nedir?

Doğru, şimdi eskisi gibi değil. Zaten az sayıda konser yapıyoruz. Sana şunu sorayım, bu ülkede müziğe âşık olup da müzik yazmak için konser izleyen kaç müzik yazarı var? Bir elin parmağını geçmez herhalde. Senin dediğin gibi bir ortam talebi yok. Hiçbir şey katmayacak magazinin gelip gelmemesi konuşuluyor. Onlar küsüyorlar falan bazen. Bu nedenle onlara bir yer ayrılıyor ama müzik yazarı başka bir şey. Senin sorduğun şey magazinle karıştırılmasın.


Kesinlikle. Ben gerçekten arkada neler olup bittiğini merak ediyorum. Ekibinizle iletişiminizi, ışıkçının nelere takıldığını...

15’inci yılımda bir bölümünü anlattım sahnede. O şovu doğru bir şekilde yapıp yapmadığımı ele alan sadece bir kişi olmuştu. Sadece onu okumak beni çok mutlu etmişti. Gerisi “Sertab’ın dekoltesi ortalığı yıktı” gibi şeyler yazıldı. Kötü kötü sözler var, onlarla anılmaktan da yıldım. Birisi ben ne yaptım onu anlatsın... Bir sağlamasını almak istiyorum yaptığım işin. Ben bunun ihtiyacını çok hissediyorum. Bana ne benim eteğimden, dekoltemden? O bu işin şovu. Ben öyle bir iş yapmıyorum ki. Ben ne söyledim, nasıl söyledim, grup ne çaldı, dansçı neyi anlattı, o şarkılar neden yan yana geldi gibi bir yığın konu var. O yüzden senin dediğin gibi bir talep yok. Okur da istiyordu. Belki de ikisi de kayboldu şimdi. Ama haklısın, bir gün gel.


Çok isterim! Işık bile taşırım.

(Gülüyor.) Olur. Bir gün önce birinin işi oluyor, mekâna hemen girip hazırlık yapılıyor, kan ter içinde bir prova yapılıyor. Sonra seyirci geliyor, şarkı söylüyorsun. Sahneye zaten yorgun çıkıyorsun. Koşuşturmalı bir yer. Bir bakıyorum, ben yere halıyı seriyorum. Ev kuruyorum sahnede... Ben yapmamalıyım ama yapıyorsun işte.


Sertab Erener 25 yıldır sahnelerde

Konser takvimi

- Bugün Bodrum - Sertab’ın Oda Müziği

- 11 Temmuz Ayvalık - Sertab’ın Oda Müziği

- 12 Temmuz Altınoluk - Sertab’ın Oda Müziği

- 14 Temmuz Çeşme- Sertab’ın Oda Müziği

- 31 Temmuz Harbiye Açıkhava Tiyatrosu Sertab’ın Oda Müziği ve Sertab Show

Sertab’ın Oda Müziği’nin düzenlemelerini Çağrı Sertel yaptı. Sanatçıya piyanoda Çağrı Sertel, kemanlarda Deniz İbrahimoğlu, Vugar Kurbanov, viyolada Çağatay Şahin, viyolonselde Yılmaz Bişer ve kontrbasta Volkan Hürsever eşlik ediyor.


Röportaj: Ece Ulusum

Fotoğraflar: Süreya Yılmaz Dernek


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.