Bodrum’da Şapkadan Lezzet Çıkaran Şefler etkinliğindeyim, salon tıklım tıklım. Herkes Demet Akbağ’ı ve onun bu proje için kamera karşısına geçtiği skeçleri görmek için orada. Haksız da sayılmazlar, sohbet de skeçler de çok komikti. Sahneden indikten sonra kahve molası veren oyuncunun yanına gittim. Yorgun olduğunu düşünüp “Eyvah kısa konuşacak” dedim ama aksine sohbet uzadı da uzadı, çok keyif aldık. Durumun kendisi de farkındaydı, sonunda “Uzun zamandır böyle konuşmamıştım, döküldüm” dedi. İşte yemekten oyunculuğa uzanan sohbetimiz...
Bu projeye neden dahil olmak istediniz?
Keyifli ve tatlı da bir iş. Yemeiçme aşkı hayatımızın vazgeçilmez bir parçası. Tanıştık, kaynaştık, konuştuk... İki tane skeç çektik, benim için de değişik bir deneyim oldu. Yıllar sonra skeç anlayışıyla böyle bir projeyle buluştum. Bir de her zaman bu kadar sakin bir dönemim olmuyor. O yüzden güzel oldu.
Madem konu yemek, yemek yemeyi mi yoksa yapmayı mı seversiniz?
Hiç üşenmem, ikisini de severim. Ama ben daha çok toparlayan, temizleyen tarafım. Çocukluğumuzda da öyleydi. Kız kardeşim Sedef mutfağa girer yemek yapardı, bulaşığı ben yıkardım. Bizim evde alkış alma konusunda kocam daha uzman. Çok havalı... Ben çalışıyorum, didiniyorum. İkram edilecek her şeyi ben düşünürüm, o gider ana yemeği yapar tüm alkışı alır. Eli lezzetlidir. Balık ve et yemeklerini güzel yapar ama altyapıyı ben hazırlarım. Çok zor mutfakta saatler geçirmek. Evde yemekleri ben de dahil birçok ev hanımı yapmıyor. Gerçi ben kolayını buldum onun.
Nedir?
Bazı yemekleri çok iyi yapan arkadaşlarım var, başta kardeşim olmak üzere ve misafirim geleceği zaman nasıl bir mönü oluşturacaksam birer telefon ediyorum. İmece usulü her birinden bir şey geliyor, ben de o gece misafirin keyfini çıkarıyorum. Ama güzel yaptığım yemekler de var. Salataya düşkünüm. Yaratıcı salatalarda bayağı iddialıyım.
Yaratıcı salata pek iddialı oldu. Akbağ salatası nasıl olur acaba?
Neyle neyi seviyorsam uydururum, karıştırırım. Sebzeli salatanın içine görmediğiniz sebzeleri de katabiliyorum. Bir makarna salatam var mesela, rokalı, domatesli ve ılık yenilebiliyor. Oğlumun da damak zevki bayağı gelişti. Salataya konulacak sosların sırasını bilir ve bu da beni sinir eder. Önce yağ aman sonra tuz, hep karışıyor.
Yemek masasında çok vakit geçiren bir ailesiniz sanırım.
Bizde masaya oturmak önemli. Günde 1 defa da olsa oturmamız gerek. Kahvaltı ve öğle yemeklerimiz dışarıda geçiyor ancak akşam yemeğinde birlikte olabiliyoruz. Onu da mutlaka masada tercih ediyoruz. Ama “Evde kimse yoksa masa kurar mısın?” dersen cevabım belli, kurmam. Tepsiyi alır, televizyon karşısında oturup yerim.
‘Ne vaat ediyorsun seyirciye?’
Çok yoğun olduğunuzu biliyorum, Bodrum’da zor yakaladım. Ama bir röportajınızda “İnsan kendini unutmamalı” demişsiniz. Siz bu kadar yoğunken o dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Her sabah “Aman Allah’ım Demet Akbağ da uyanmış, ne güzel” diye kalkmıyorum. Öncelikle bir kadınım, Demet’im, o evde anneyim. Mesleğim dışında soyadımla yaşamadığım için arkadaşlarım da ona göre, aileme vakit ayırıyorum. Eş, dost, ev sohbetlerini, seyahat etmeyi severim. Bir iş üstündeysem işin doğası gereği uygun olamıyorum. Hem çok yoruluyorum hem de bir sonraki işin ne zaman olduğunu soruyorum. Evimle aynı şehirde film çekmek bana sanki çalışmıyormuşum gibi geliyor. Şu ara üzülerek söylüyorum ki ufukta böyle bir proje yok. Ama malum, işler hesaplı kitaplı olmuyor. Özleyerek başlıyorum işime.
Oysa çok fazla karakter canlandırdınız. Her yeni karakter yeni bir hayattır. Size farklı hayatları canlandırmak ne kattı?
Sanıyorum bu başkaları olma ve başkaları gibi düşünebilme çok küçük yaşlardan beri bende var. Fazlaca da empatik bir kişiliğe sahibim. O insan olmak, onun gibi düşünebilmek her zaman çok ilgimi çekti. Oyuncu olmasaydım psikoloji okurdum. Gözlemlemeyi de elimde olmadan yapıyorum. Okuduğum halde bir senaryoyu, o karakteri çözerken ne kadar eğleneceğimi düşünürüm. Bazen çok çabuk “Evet” diyorum bazen de çok çabuk “Hayır” diyebiliyorum. Ama ne mutlu bana ki bugüne kadar verdiğim kararlardan hiçbir pişmanlık duymadım. Beni seven seyirci de oynadığım karakterleri sevdi. Hissettiğim şeyleri oynadım. Merak ettirmeyi ve yeni bir şey yapmayı seviyorum. Hep kendime şu soruyu soruyorum: “Seyirci bunu senden niye seyretsin?” “Ne vaat ediyorsun seyirciye?” gibi sorularla konuşuyorum kendimle. Ondan güzel bir cevap alırsam da devam ediyorum.
En son sizin hakkınızda yorumlara bakıyordum. “Demet Akbağ Türkiye’nin en iyi yönetmenleriyle çalışıyor” diyenler çok. Bu bir seçicilik mi?
Benim bir tercihim yok ama ne mutlu bana ki iyi yönetmenler de benimle çalışmak istiyor. Yönetmen iyi çalışabileceği oyuncuyla çalışmak ister. Çünkü emeğinin karşılığını öyle alır. Sette uyum da çok önemli. Aradaki dedikodumuzdan bahsedeyim biraz size. İşi çok iyi yapabilecek bir bir ya da iki isim oluyor ve onu listenin başına yazıyorsunuz. Ama tercih yapmanız gerektiğinde iyi karakterli olan tercih ediliyor. Her işte bu böyle. Çünkü bir arada yaşıyorsunuz, geçimli insan olabilmek çok önemli. O yüzden yönetmenler hem iyi hem de uyumlu bir oyuncuyla çalışmak ister. Yılların deneyimiyle de çoğuyla arkadaş oldum. Sonra dostluklarımız oldu. O kadar da seçici değilim. Ülkede “Aman Allah’ım” dediğimiz çok güzel kadın hikâyeleri yazılmıyor. Oyuncu olarak sadece beni izleyenleri memnun edebileceğim işleri tercih etmeye çalışıyorum. Ben kendime odaklı rollere bakıyorum. Sinema adına hiç pişman olacağım bir şey yapmadım bugüne kadar.
Seçtiğiniz karakterler özellikle kadınların kendilerini çok bulduğu karakterler. Farklı ama hepsi bir şey buluyor...
Sanıyorum benim tarafımdan bir güvenirlilik var. Hem oyuncu olarak hem de beni biraz tanıdıkları kadarıyla. Çünkü hayatlarımız artık ortada. Ben bunu hep samimiyete bağlıyorum. Bir seyircim bana şöyle demişti: “Aaa aynı o filmdeki gibisiniz!” Oysa değilim, ne oradaki kıyafetim var üstümde ne de peruğum. O da samimiyetten bahsediyor işte. Böyle böyle güveniyor insanlar. Her yaptığınız başarılı işten sonra bu sorumluluk daha da büyüyor. Bu sefer de yanıltmayayım. Seçici davranmamın altında da bu yatıyor. Yaptığınız kötü bir şey çok iyi yaptığınız üç şeyi unutturabilir. Gerçi çocukluğumdan beri hayalini kurduğum işi yaptığım için kendimi şanslı hissediyorum. Mutlu bir azınlıktan olduğumu düşünüyorum. Bu yüzden mesleğimde bir şımarıklık yapmak istemiyorum. “Demet Akbağ yaptı oldu” hiç demedim, demem. Her teklif geldiğinde okuldan yeni mezun olmuş öğrenci heyecanıyla okurum senaryoyu. Kendimi hep iyi anlatıyorum gibi oldu değil mi? İnsan biraz da kendinden yanadır. Sadece sizin sorunuzu sesli düşündüm, yanlış anlamayın.
‘Bir repliğe tav oluruz’
Broadway müzikalleri İstanbul’a ayağını alıştırmışken sorayım. Siz bir müzikalde yer almak istemez misiniz? Otogargara aklımdan çıkmıyor...
Hâlâ izleniyor o, ne güzeldi... Çok güzel olabilir ama seyirci televizyonla öyle tuhaf bir yere kaydı ki tiyatrosu, şovu osu busu hepsi televizyonda yayınlanıyor. Müzikaller yapımcılara büyük yük getiriyor. Bu yüzden her şey “Kısa yoldan yapıp televizyona satalım” mantığıyla ilerliyor. Yaş alınca çoğu şeyi yapmış olmaktan dolayı inzivaya çeliyorsunuz ya, ben de öyleyim şimdi. Bazen koskoca bir senaryonun içinde bir repliğe tav oluruz. Sırf o repliği söyleyebilmek için o rolü oynarız. Bir gün bir müzikalde öyle bir şarkı bestelenir ki ben sadece onu söylemek için müzikale dahil olabilirim.
Müzikalleriniz de biliniyor. Yeni bir şey gerek size.
Zaten değişik bir şey yapacağıma inanmazsam girişmiyorum hiç o işe. Seyircimden de özür diliyorum, belki de “Biz seni seviyoruz, seni görelim razıyız” diyecek. Özür dilerim eğer fazla seçici davranıyorsam. Onlara kalsa Eyvah Eyvah 8’i de çekelim, 9’u da çekelim. Bir de istiyor ama sonra gelip “Ay 2’ncisi gibi olmadı” diyor. 8’inci seride de “5’i çok sevdim” diyecek.
Neden böyle sizce?
Seyirciyi kolaya alıştırdık. Televizyonda haftada bir yayınlanan programa bilet satılıyor. Ay bu da ismi lazım değil Demet gibi bir şey oldu! Ama öyle canım... Seyirci bir oyuncuyu canlı izleme duygusunu da tatmin ediyor böylece. Hem televizyondan tanıyor hem de sahnede izliyor, kaymaklı ekmek kadayıfı! Eee ne diye gitsin de kafasını kurcalayan bir Çehov oyunu izlesin? Uğraşmaz. Sinema seyircisi de tiyatro seyircisi de belli. Biraz fazla iş yaptınız mı “Aaa neden acaba?” diye soruluyor. Sonra şuraya varılıyor: Komedi kolay anlaşılıyor, insanlar gülmek istiyor... Anlam yükleyen çok, takdir eden az.
Madem öyle... Size göre iyi bir rolün bedeli nedir?
Çalışmanın da ötesinde hissedebilmek... Kalbinizle konuşabilmeli, nedenini anlamalı. Kâğıt üstünde yazılan cümleyi herkes başka okur ama kalpten okunuyorsa işin rengi değişir.
Yıllar geçti, ne kadar çok projede yer aldınız... Eski fotoğraflar ya da filmlerinize baktığınızda ne hissediyorsunuz?
Çok çabuk geçti... BKM’deki oyunları 4’er sene, ne mutlu ki kapalı gişe oynadık. Şimdi düşününce “Az oynamışız” diyorum. Sinema, hayatıma belli bir yaşımdan sonra girdi. Oysa o kadar çok tiyatro oyununda oynadım ki... Gerçi ben sahnedeyken sinema bu kadar başını alıp gitmemişti. Mutluyum, bak düşünüyorum şimdi, hep sevdiğim işlerin içinde olmuşum. Tek umudum yaşım ve sağlığım elverdiği sürece oynadığım karakter sayısının çoğalıp çeşitlenmesi.
Ne güzel sizinle konuşurken çok şey öğrendim. Her sorumun karşılığını aldım. Kimi genç ya da orta yaş oyuncular, ya çok ezbere gidiyor ya da diyecek bir şeyleri olmuyor.
Biraz tevazu ve gençlikle de ilgisi var. Kibar ve efendi olmaya çalışıyorlar, hadlerini aşmak istemiyorlar, anlıyorum. Ama düzgün cevaplar verilmeli, bu her zaman sınırı aşmak demek değildir. Şimdi düşündüm de bazen öyle şeyler oluyor ki “Dünkü çocuk ne zaman bu hale geldin?” diyecekler diye de korkuyor olabilirler. Deneyimleri artarsa doğru yolu bulabilirler. Geçmiş röportajlarıma baktığım ya da düşündüğüm zaman bir şey fark ettim. Ben hâlâ “Bizim meslekte” diye söze başlayamam. Ustalarımdan çekindiğim için.
‘Döküldüm’
Son söz...
Sevenlerim beklesin, onlara çok yakında bir sürprizim olacak. Çok keyifliydi sohbet, ben de uzun zamandır bu kadar, böyle konuşmamıştım. Döküldüm!
Röportaj: Ece Ulusum
YORUMLAR