Ülkemizin yetiştirdiği en değerli müzik adamlarından biri olan Fahir Atakoğlu müzisyenlikte saygın bir konum edinmek isteyen gençlere “Çevrenizde yer alan dalkavuklarla değil size gerçekleri söyleyecek insanlarla çalışın” diyor.


Ülkemizde yapılan dizi müziklerinin, dizileri nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?

Dizi, film, belgesel ne olursa olsun, müzik anlatılan duyguya destek vermesi açısından çok önemlidir. Türkiye’de dizilerin anlatım üslubu, senaryoları, kurguları, müziğe ayrıca bir rol veriyor ve önem kazandırıyor. Sahneye ya da dizinin niteliğine göre bazen müzik, oyunculuğun, senaryonun bile üstüne çıkabiliyor. Doğru mu yanlış mı tartışılır. Zaman zaman oyunculuğun dolduramadığı boşluğu müzik dolduruyor, ki bu bence çok yanlış. Hiçbir ülkede de 2 saatlik bir dizi yok, tek bir diziyle 4-5 saat yayın yapan hiçbir televizyon kanalı da yok, bu sadece bizde var.


İsminiz Fahir değil de Ferdinand olsaydı, bulunduğunuz konumun daha üstünde olacağınızı düşünüyor musunuz?

Hayır düşünmüyorum. 25 sene evvel Amerika’ya dünya müzisyenleriyle çalışmak ve müziğimi geliştirmek için gittim. Riske girmeye, idealleri için aç kalmaya tahammüleri yok. Londra’daki öğrencilik yıllarımda (1980-1985), ailem bana para gönderemediği zaman, müzik yapabilmeye devam edebilmek için, bir plastik fabrikasında da çalıştım, Sloan Square’de Benetton’da tezgâhtarlık da yaptım. Önemli olan bunu göze almak, yoksa adınızın ne olduğu nereden geldiğiniz hiç önemli değil, her şey kendinizde başlıyor ve bitiyor.


'Sezen'in askısı düştü'

Konserlerde yaşadığınız ilginç bir anınızı bize anlatır mısınız?

1985’te Londra’dan döndüğüm yıllardı. Harun Kolçak beni Onno Tunç ile tanıştırmıştı. O zaman boğazda dolaşan ‘eğlence gemileri’ vardı. Sezen Aksu ile hayatımda ilk kez orada sahne aldım. Londra’daki caz kulüplerinden sonra, boğazda bir gemide Sezen Aksu ile çalıyordum ve topu topu dört kişiydik. Ben, Harun, Onno ve davul. İyi de bir gruptuk ve iyi çalıyorduk, üstümüz başımız köfte kokardı o ayrı. Bir gece yine çalarken müziğin de güzel bir yerinde dinleyicilerden bir “Aaaahh” sesi ve alkışlar geldi. Bende “Bizim çok iyi çaldığımızın farkına vardılar sonunda” diye düşünürken, Sezen’in elbisesinin askısının düşmüş olduğunu fark ettik.


İnsanların iliklerine kadar hissedecekleri etkileyici müzikler yapmanın sırrı nedir? Böyle hissettiğiniz için öncelikle teşekkür ederim. Bence en önemlisi sanatınızla söyleyecek, diyecek bir şeyiniz olmalı. Duygularımı notalara dökerken yalan söylemiyorum. Müziklerimi birileri beğenecek diye değil önce benim tüylerim diken diken oluyorsa paylaşıyorum. Yoksa ben de herkes gibi her duyguyu ancak kendi bildiğim ve yaşadığım kadarıyla biliyorum, ama samimi olmaya içten olmaya çalışıyorum, nasıl yaşıyorsam, nasıl bir insansam öyle müzik yapıyorum.


'Reaksiyon' için tınılar yarattım'

‘Reaksiyon’ dizisinin müziğinin ortaya çıkma sürecini anlatır mısınız?

Hikâyesini ve senaryosunu çok sevdim. Diziyle ilgili hiçbir görüntü görmeden sadece bu hikâyenin bendeki genel etkisinin müziklerini yazıp 8-9 tema çıkardım. Sadece Reaksiyon’a özgün sesler, tınılar yarattım, yani sıfırdan sound design tekniği ile ses sentezleri yarattım. Hiç duyulmamış sesler, tınılar yaratmaya çalışıyorum. Böyle özgün tınılar yaratma tekniği Türkiye’de şu ana kadar hiçbir dizide yok. Bölümler üzerine de yeni müzikler ekliyorum.


Türkiye’de yapılan müzikleri nasıl buluyorsunuz?

Çoğunluğu çok yavan, çok sığ, derinliği olmayan, taklitçi, özgün üslubu olmayan bir müzik var. Yaptığınız müzik ne olursa olsun, ülkemizde bilhassa CD satışlarında adeta tekelleşmiş bir düzenin içinde bu çeşit müziklerle rekabet etmek zorunda bırakılıyorsunuz, bence bu çok yanlış. O sığ müziklerle yarışmaya kalkıyorlar ve sonuç hüsran oluyor. Biz arabeski çıkardık, şu anda ki pop müziğimizde o arabeskli yıllarda duyduğumuz müziğin daha “modern” aletler ile yapılmış bir uzantısı, . Ama, popüler müzikte eğer ‘songwriter’ yani şarkıyı ve sözü birlikte yazan ve kendi enstrümanlarıyla icra eden sanatçılar daha fazla çıkarsa bizim de bir kişiliğimiz olacak.


İlham çabuk geliyor mu?

İlham herkesin zannettiği gibi kolay gelmiyor. Bunun bir süresi yok; bazen melodinin tamamı bir anda geliyor, bazen de parça parça geliyor, birikiyor sonra birleşiyor ya da dağılıyor. Bilhassa dizi ve film gibi çalışmalarda bazen bir sahnenin müziği 3-4 saat alabiliyor bazen 3-4 dakika. Dizilerde çok çabuk olmak zorundasınız, zamana karşı bir yarış var. Filmde biraz daha rahatsınız. Bir albüm çalışması ise ne zaman olmuş derseniz o zaman bitiyor. Anlayacağınız, bir müziği bitirme süresi senelerce, aylarca, günlerce, bazen de saatlerce sürebilir.


Dizi ve film müzikleri yapan biri olarak bunların aralarında ne gibi farklar var?

Benim için bir fark yok. Farklı olan tek şey çalışma stilleri. Türkiye’de dizi müziği yazmak çok farklı. Dizilerde daha fazla melodi yazıyorsunuz. Film müzikleriyse daha başka bir üslup gerektiriyor. Filmlerde daha az tema ile daha fazla müzik yaratmayı tercih ediyorum.


Sizin için bunlardan hangisi için müzik yapmak daha zor?

Benim için komedi filmine müzik yapmak en zoru. Eyyvah Eyvah’lar beni en çok zorlayan müzikler olmuştu. Bir de reklam müziği geçmişim var.


‘Günlük değil ömürlük olunmalı’

Kariyerinizdeki dönüm noktanız ne?

Bestelerimi albümler olarak çıkarmaya başladığım zamandır. 2005’te ‘IF’ albümüyle başlayan sonra ‘İstanbul in Blue’ ve ‘Faces&Places’ albümlerimle devam eden süreç.


Gençlere neler söylemek istersiniz?

Kişi önce kendisine inanmalı, birilerinin size inanıp sizi anlamasını beklememeli. Neticede kendi kaderinizi kendiniz çizersiniz. Kendinize inandığınız sürece cesaretiniz olur. Risk alıp, stilinizden de ödün vermeyin. Günlük değil ömürlük olunmalı.


Röportaj: Arif HÜR

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.