Hayallerinin peşinden giden genç bir kadının marka hikâyesi bu... Bodrum katında başlayıp İstinye Park’ta güzel bir mağazaya uzanıyor. Takı tasarımcısı Betina Barutçuoğlu şanslı olduğunu her fırsatta dile getiriyor. Şimdi filmi başa saralım... London College of Fashion’da moda yönetimi okuduktan sonra Vakko’da çalışıyor Betina. Bir ara aile şirketinde reklamla ilgileniyor. 2004’te taşlarla tanışınca gönlünde yatan aslanı buluyor ve ailesi karşı çıksa da her gün soluğu Eminönü’nde almaya başlıyor.





Eminönü’nden bugünlere...

Şubat 2004’ten beri... 2 ay sonra 10 yıl olacak.





10 yıl önce takı tasarımı markası yoktu. Çok az kişi başarabildi marka olmayı. Nasıl başardın?

Çok amatördü o zamanlar takı tasarımcılığı. O amatörlerin içinde sürekliliği sağlayanlar bugüne ulaştı. Yürekten bağlandım ve bodrum katında başlayıp bugün İstinye Park’ taki mağazaya kadar geldim. Ekibim ve ailemin desteğiyle oldu.





Ama başlangıçta baban özellikle çok karşı çıkmış...

Çok... Benim için bir hobi olduğunu, eğlenip bırakacağımı düşünüyordu. Şımarık bir kız gibi... Sonra ne kadar ciddi olduğumu ve işe nasıl sarıldığımı görünce yelkenleri suya indirdi. Çok hırslı ve azimliydim. Sadece işe odaklı yaşıyordum. Her gün Eminönü’ne gidip, akşama kadar gezerek malzeme toplayıp sabahlara kadar takı tasarlıyordum. O heyecanla bambaşka yerlere geldim. Beymen ilk günden beri müşterim, Park Bravo öyle. Sektör o zaman yeni olduğu için Beymen gibi bir markaya girmek kolaydı, bugün daha zordur.





İstikrarı nasıl sağladın, zira İstanbul’da malzeme bulmak zor?

Hâlâ malzeme yok, çok kısıtlı. Yurtdışında bir fuara gidince vizyonun açılıyor; hem malzeme hem de tasarım açısından. Ezberci bir eğitim sisteminde “Bu doğru, bu yanlış” denen bir anlayışla yetiştirildiğimiz için özgürlüğümüz kısıtlanıyor. Bu da ileride hayatımıza, yaptığımız işe yansıyor.





Bir takının yolculuğu nasıl başlıyor?

Birçok tasarımcı bir tema bulur ve onun etrafında tasarım yaparak koleksiyon oluşturur. Ben kendi içimde buluyorum o ilhamı. Hayatım monotonlaştığı zaman gidiyor o ilham. Anlıyorum ki hayatıma yeni bir ivme vermem lazım. Gitmediğim yerlere gitmek, müze ziyaret etmek, farklı semtleri görmek, seyahat edebilmek, yalnız kalabilmek, hayatın hengâmesinden uzaklaşmakla mümkün.





Çiziyor musun yoksa eline taşları alıp başlıyor musun?

Atölyeden uzaksam çiziyorum. Ama çoğunlukla direkt yapmaya başlıyorum.





YARATICILIK BİR YERE KADAR




Kocaman bir mağazan ve çalışanların var artık. Tasarımların satılabilir olması için genel bir beğeniye hitap etmeli. İşin içine bunlar girince yaratıcılık nereye kadar?

Yurtdışında belli başlı markalara bakın, kendilerini çok tekrar ettiklerini görürsünüz. Markanın oturmuş bir tarzı var, onun dışına çıkmak çok büyük ticari risk. Çağdaş tasarımcılar da var ama piyasada yer edinmiş markalar hep aynı. Elbette ben de mecburen dengeliyorum. Ayın sonunda kira ve maaş ödemek zorundayım. Kapıcı dairesindeyken istediğim tasarımı yapıyordum. Çok daha yaratıcıydım ama bugün mecburen kısıtlanıyorum. Hem fiyatı makul olsun, hem parçalar birbirini tamamlasın hem de satılabilir olsun... Elbette birkaç parça istediğim gibi yapıyorum ama genel anlamda satış odaklı düşünmek zorundayım. Eminönü’nde bütün gün gezip sabahlara kadar takı tasarlayan kızla birlikte, markam da değişti. Daha olgun ve oturaklı bir marka artık Mon Rêve.





‘ARAPLAR SÜLALESİNE TAKI ALIYOR’




Daha çok neler satıyor?

Buraya her türlü müşteri geliyor. Arap turist de geliyor. Onlar büyük ve renkli takıları seviyor. Mercan, yeşim taşı, pırlanta görünümlü taşlar ve gümüş. Arapların yoğun olarak geldiği dönemlerde onlara yönelik ürünleri bulunduruyoruz. Müdavimimiz olan Arap müşterilerimiz var. Her geldiklerinde uğruyorlar. Bir geliyor, sülalesine hediye alıyor.



Türklere ne satıyorsun?

Pırlanta görünümlü ürünleri de normal taşları da seviyorlar ama Araplar kadar gösterişli ürün seven az. Oysa bizim özelliğimiz gösterişli kolyelerdir. Alırken hem fiyat bakımından hem de takıp takamayacağının endişesiyle daha sade ürünleri tercih ediyorlar. Ancak 10 sene öncesine göre kendini aştı Türk kadını. Herkesin dolabında altın rengi bir takı var artık. Kendini aşıyor ama bizim istediğimiz kıvama gelmedi. Bir 10 sene daha var. Oysa takı çok basit bir kıyafeti bambaşka bir havaya sokabilir. Zira aynı mağazalardan giyiniyoruz.





Bir de eskiden altın takıntısı vardı, altından başka takıya para vermezdi kadınlar; nasıl aşıldı bu?

Nişantaşı’nda mağaza açtığımızda bileziğin üstünde 300 liralık etiket görünce, “Bu fiyata altın alırım” derlerdi. Artık o anlayış da geçti, değişti. 300 liraya altın alabilirsin ama bu görüntüde bir altın alamazsın. İncecik bir yüzük alırsın ama bu gösterişi elde edemezsin. 1000 liralık kolyeler satıyoruz, alım gücü arttı, taksit büyük avantaj. Ancak Euro’nun artışı bizi mahvetti.





Taşlar nereden geliyor?

Afrika, Hindistan, Çin... Ama ben İtalya’dan, Almanya’dan ve Paris’teki toptancılardan alıyorum.





Yıllardır doğal taşlarla çalışıyorsun, sürekli onlara dokunuyorsun, olumlu etkisini görüyor musun?

Taşlar büyük bir enerji kaynağı ve kendi hayatımdaki etkisini görünce daha çok inanmaya başladım. Ne niyetle alıyorsan, ona iyi geliyor.





Nasıl seçmeli?

Tutup taşı hissetmek lazım. Tutmadan bilemezsin. Burç önemli ama herkesin yükseleni farklı. Tutup hissetmek, en iyi yol.



Röportaj: Aysun Öz


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.