Uçaktan indiğinde Bodrum’da olduğunu bilmek bile gülümsetir biz zavallı İstanbulluları. Naci Yıldızhan’ın yaşadığı yeri gördüğünüzdeyse, bir yerlerden atlayabilirsiniz. Güvercinlik’e gelmeden Kuyucak ayrımı var, oradan girdim. Uçsuz bucaksız yeşilliklerden sonra Naci Bey’in evine ulaştım. Yılın yarısını burada, kalanını tam 50 yıldır New York’ta geçiren 91’lik delikanlı, Zagreb’de düzenlenen Balkan Şampiyonası’nda 100 metrede 19.94, 200 metrede 53.88, 400 metrede 2.58.65’lik derecelerle hem birinci oldu hem de Balkan rekoru kırdı. Ben oraya “Bu yaşta nasıl olur” tarzı sorularla gitmiştim ama Oscar Wilde’dan girdi Yahya Kemal’den çıktı Naci Yıldızhan. Böyle röportajlarda “dede” yapıştırılır hemen! Ben kendime “Teyze” derim bugünden sonra ama Naci Bey’e “dede”yi yakıştırmam...


Gerçekten 91 misiniz?

Eşim 91 yaşımda olduğumu iddia ediyor, ben “90’ım” diyorum.


En fazla 85 duruyorsunuz...

Teşekkür ederim.


Tanıyalım sizi biraz...

1923 İstanbul doğumluyum. Çocukluğumu Boğaz’da geçirdim. Kabataş Lisesi’nde okudum. 16 yaşında koşmaya başladım çünkü boş zamanlarda “Ya sınıfta çalışacaksın ya da jimnastikhaneye gideceksin” dedi hocalar. Ben jimnastiği tercih ettim. Sonra “Jimnastik yapanlar koşu müsabakasına katılacak” dendi. 16 yaşında ilk madalyamı aldım. İstanbul Üniversitesi’nde tıp okudum. Sonra 1953’e kadar ne madalya ne koşu gördüm. O yıl Amerika’ya gittim. Buffalo - New York’a, en soğuk yerlerinden biridir ABD’nin. Eylülde kış başlar. 1000 dolara iş buldum, bir hastanede.


Neden bıraktınız koşmayı?

O kadar iyi bir atlet değildim ama benim yaşımdakiler bir bir çekilince kala kala ben kaldım. 50 yaşına girenler kendi aralarında sınıflara ayrılır. Sonra bu böyle devam eder.


Sonra?

10 sene süren kötü bir evliliğim oldu, Amerikalı’ydı kendisi. Sonra iyi bir evlilik yaptım 40 senedir devam ediyor. 2 kızımız, 4 torunumuz var. Hâlâ ABD’de yaşıyoruz ama yılda 3 ay Bodrum merkezli Türkiye ziyaretimiz oluyor. Her sene tarihi bir yerimize gideriz eşimle, bu sene seni yolcu ettikten 2 gün sonra Göbeklitepe’ye gidiyoruz.


"Cinsellik devam ediyor tabii"


ABD’li eşinizde ne bulamamıştınız?

Çok iyi tarafları vardı. Sinema yıldızıydı. Çok dik kafalıydı ama... Sertti. Benden biraz yaşlıydı. Olmadı. Birkaç sene önce kaybettik. Hastanede onu bir ben ziyaret ettim. Kimsesi yoktu. Dinsizdi, onun da etkisi var.


Siz inançlı mısınız?

Evet, bir şeylere bağlı olmak zorundasınız...

İkinci eşiniz Füsun Hanım’la çok iyi anlaşıyorsunuz...

Beraber haşır neşir oluyoruz.


Haşır neşir olmak derken, cinsellik devam ediyor mu?

Ediyor tabii...


Koşuyor musunuz birlikte?

Ben koşuyorum, o bana yardım ediyor. Cesaret veriyor. “Come on Naci, come on” diyor kenardan.


Hesaplarıma göre 51 yaşında baba olmuşsunuz. Korkmadınız mı?

Korktum. O zamanlar öyle testler de yok, Allah ne verdiyse. Benim kadar normal oldular çocuklar neyse ki.


"Onun öldüğünü duyunca göklere uçtum"

Eşiniz sizden 20 yaş küçük, nasıl tavladınız?

Turist olarak New York’a gelmişler. Yahya Kemal’in “Kendi Gökkubemiz” kitabını istemiştim ağabeyimden. Tanıdıkmış, onunla göndermiş. O ilk eşinden ayrılmıştı, ben de 4 senedir bekârdım. Bir sene sonra onu ziyarete gittim Türkiye’ye. Vehbi Koç’la çalışıyordu. Sonra ABD’ye davet ettim, Noel için. Gece 11’de evlendik.


Çok güzelmiş, gece evlenmek... Kavga eder misiniz peki?

En son “oturtma nedir, tas kebabı nedir” konusunda kavga ettik. Ben dedim “Patlıcan yanına parça ete tas kebabı” denir. Füsun “Oturtma denir” dedi ve haklı çıktı.


Öyle miymiş?

Sorgulamadım, haklı işte...


Çok takar mısınız?

Yok. Kimseye kızmam, sinirlenmem. Her şeyi normale çeviririm.


Demesi kolay da...

İngilizce’de “What’s the worst can happen” (en kötü ne olabilir) derler. Ben de herkesi ve her şeyi affederim.


Küs olduğunuz kimse yok mu?

Bir profesör vardı Amerika’da. Öldüğünü duyunca göklere uçtum! Kancayı takmıştı. Asistanıydım. “You are hopeless” (Sen ümitsizsin) demişti.


"Çocuk katında çok gürültü vardı"

Neden kulak burun boğaz bölümünü seçtiniz?

15 Şubat 1949’ta son imtihan bitti. Ankara’ya gidiyordu arkadaşlar, “Ben de geliyorum” dedim. Yanımda çocuk kitabı vardı, o bölüme gidecektim. Baktım o katta çok gürültü var. Üst kata çıktım, orada kulak burun boğaz vardı, sessiz sakin. Çalışmaya başladım. Aslında psikiyatri çok isterdim ama Türkiye’de psikiyatra gitmek için ya zır deli olacaksın, deli gömleği giydirecekler ya da “Beyefendi biraz sinirlidir” diyecekler sana. Onun dışında kimse doktora gitmez. Onun için olmadım.


Yakışırmış size... Ne zaman emekli oldunuz?

1999’da bahçemde parti verdim. Bütün hastalarımı çağırdım. Bir ordu gibiydiler. Güzel bir konuşma yaptım ve dükkânı kapadım.


Sebep?

Sormadım.

"Okumak akıllı insanı daha iyi yapar"


Sizi hayata bağlayan bir inanış, cümle, motto var mı?

Oscar Wilde der ki “De Profundis”te, “The spirit is born in the body as old, the age of the body is to make the spirit younger”. (Ruh tende ihtiyar olarak doğar, vücudun yaşlanması ruhu gençleştirmek içindir.)


Almıştım, öylece duruyordu evde o kitap. Bu gece başlayacağım!

Ufak bir kitap, herkes okusun. Ben çok severim.


Çok okumak ne yapar insana?

Okurken bir şeyler öğrenirsin, bu işin bir tarafı. Bir de okumak akıllı insanı daha iyi yapar, aptal insanı daha fena yapar. Asıl eğitim üniversiteden sonra başlar.

"Doktor ‘Koşmazsan iyi olur’ diyor"

Bunca yıl koşmak size ne kattı?

Yaş kattı. Ailemde herkes 60- 65 dedin mi gitti. Abim 56 yaşında kalpten gitti. Deniz subayıydı. Ben de deniz subayı olmayı çok istiyordum. Göz imtihanından kaybettim. Hayat bitti sandım bitmemiş. 20 sene önce kalp ameliyatı oldum. 3 hafta koşamadım sonra yeniden başladım.


Bayağı durmuşsunuz, bravo.

Doktora gidiyorum arada. Koşmamayı tavsiye ediyor. “Tamam” diyorum çıkıyorum. Her gittiğimde madalyalarımı götürüyorum. O yine “Koşmazsan iyi olur” diyor. Komedi böyle devam ediyor.


Ne yersiniz, ne içersiniz?

Annemden ne gördüysem onu. Tereyağ hiç girmez eve. Kırmızı et, balık ve tavuk haftada bir. Onun dışında hep sebze. Aslında eti dışlamış durumdayız. Patlıcanı çok severim. Sigara hiç içmedim. İçkiyle çok aram yok. Hayatımda hiç sarhoş olmadım ama içersem rakı içerim. Sulandırarak...

"Herkes başının çaresine bakıyor o yaşta, ne meydan okuması?"

Gelelim geçenlerde rekor kırdığımız Balkan Şampiyonası’na.

Benim grup 91-95 yaş bildiğin üzere. Yugoslavya dağılınca 12 millet oldu yarışlarda. Çok iyilerde vardı aralarında ama galiba ben daha iyiydim, birinci olduğuma göre. Üçünü de kazandım. Balkan ve Türkiye rekoru kırdım o yaş grubunda, hem 100 hem 200 hem de 400 metrede. 6 rekor yani...


Şimdi tam olarak kaç yarış kazandınız?

50 yıldır sürekli yarışlara katılıyorum. 2 bin falan birinciliğim var. Genelde birinci oluyorum. 1975-80 arasında 22 maraton bitirdim. Sonra milli olmaya karar verdim. 100 metre, 200 metre, 400 metre koşuyorum. 1985’ten itibaren yılda 4-5 müsabakaya gidiyorum.


Antrenman?

Haftada 5 kere koşarım, her biri 50 dakika.


İnanamıyorum!

Ama yavaş yavaş koşarım.

Valla nasıl koşarsanız koşun, kolay mı!

Kalan 2 günde de jimnastikhaneye giderim.


Allah korusun, başına bir şey gelen oldu mu?

Olmadı. Bu insanlar çalışıp geliyor bu yarışlara. Beklenmeyen kramp gibi şeyler oluyor. Adale birden bire duruyor hiçbir şey yapamıyorsunuz.


Aranızda meydan okuma oluyor mu?

Herkes başının çaresine bakıyor o yaşta, ne meydan okuması!


Korkuyorlar mı sizden, koşarken?

Yok, bizim yaşlarda kendini geçmeye çalışıyor insan. Ben mesela birinci olduğum yarışta bile bir öncekinden daha kötü derece yaptıysam mutsuz oluyorum. Bir de tabii bitirebilmek önemli bizim yaşta.


Röportaj: Nazenin Tokuşoğlu


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.