Sıla’nın evine giderken ister istemez kafamda bir ev canlandırıyorum. Siyah duvarlar, gotik stil mobilyalar, her yerde mumlar, aynalarda bolca hüzün... Ama tam tersiyle karşılaşıyorum. Kocaman bir gülümsemeyle karşılıyor beni duvarları bembeyaz, minimal modern döşenmiş evinde. Bizi hüzün duvarlarında bir o yana bir bu yana çarptıran kadın o değil sanki. Basıyorum teybin düğmesine, başlıyor heyecanla anlatmaya...


Albümün kapağında beklemediğim küçük bir metin var. “Bu bir ihbardır” diye başlıyor. Neyi ihbar ediyorsun ?

Kendimi.


Ama hiç yardımcı olmuyorsun.

Kendimi ihbar ediyorum abi işte.


Birinin gelip seni kurtarması mı lazım yoksa seni bir yere kapatması mı?

Yoo, ikisi de değil. O bir teşekkür aslında. Yaşadıklarıma teşekkür ederken kendimi bir anlamda ihbar ediyorum. Ayıp bir şey değil.


Karanlık bir metin aslında...

Evet, karanlık ama bir yandan da umut dolu.


"Yaşadıklarıma platoniyi de ekle!"

Albümün havası da ondan farklı değil...

Evet ama bir tarafımız da umutla bakıyor hayata. Bir sürü şey yaşıyorum. Bunların arasında çok içeride yaşanan şeyler de var, dışarıya telaffuz ettiğim şeyler de. İçimde yaşadıklarıma platoniyi de ekle mesela. Hiç söylemediğim, bir hafta çok âşık olduğum, ikinci hafta tamamen unuttuğum...


Senin gibi bir kadın?

Tabii ne var, ayıp mı?


Ama özgüven patlaması yaşıyor gibi duruyorsun.

Yok ya... Bu albüm sürecinde özgüvenimi çok yüksek hissettiğim de oldu, çok yalnız, yorgun, kırgın hissettiğim de. Çok depresif biri değilim aslında. Hatta genelim çok daha neşelidir. Ama yazmanın çizmenin vermiş olduğu durumla melankoliye düştüğüm çok oluyor.


Peki sen bu hayatın içinde nerede kayboluyorsun? Bu kadar neşeli, bu kadar hareketli bir insanken neden böyle karanlık şarkılar çıkıyor?

Karanlık her zaman var. Modları çok çabuk değişen biriyim. 5 dakika acayip mutlu neşeli zıpır biriyken 5 dakika sonra çok başka bir yere gidebilirim.


Bu albüm müzikal olarak öncekilere göre daha kişisel görünüyor. Bu sefer kolay ezberlenen melodilerin daha az kullanıldığı, daha riskli bir albüm var. Bu, istediğini yapmak konusunda biraz daha cesarete kavuştuğunu mu anlatıyor bize?

Cesaretim hep vardı. “Sevişmeden Uyumayalım”ı da “Daha Sonra”yı da yazan benim. Bu albümde özellikle Doğu yaylılar çalmasın da Batı yaylılar çalsın, diye bir duyguya saplanmadım. Bu şarkılarda Batı yaylılar daha başka, daha güzel duracaktı. İfademe daha fazla yardımcı olacaktı. Bunun yanı sıra yine bir şarkıda Sendur Güzelel’in çaldığı Doğu, solo yaylı var. Şarkı ne istiyorsa onu vermeye gayret ediyorum ben.


Önceki albümlere göre müzikal olarak kendi içinde daha tutarlı da bir albüm.

Evet, daha konsept bir albüm.


Alıştığımız Sıla müzikal tarzı böyle değil aslında. İki yılda ne değişti hayatında?

Bir kere parayı buldum! (Karşılıklı gülüşüyoruz) Mevzu şu: Ben sana bundan 10 sene evvel Efe’yle beraber yaptığımız kayıtları dinletsem, şu anki sounda daha yakın bulursun. Dolayısıyla ben değişmedim. Şarkıların formları değişti. Bu albümde ud yok da gitar var daha çok.


"İlk arşede gözümden yaşlar indi!"

Yaylıları da büyük bir orkestraya çaldırmışsın. Her gün örneğine rastladığımız bir şey değil bu.

Böyle bir senfoniyle çalışmak ilk defa bu albüme kısmet oldu. Efe’yle araştırmaya girdik. Bu esnada da Bratislava Senfoni Orkestrası’nın referans birkaç işini deneyip çok beğendik. Bir ön görüşme yapıp şefleri David ile buluştuk. Şarkıları dinledik, tarih saptadık. Efe ve Burak Erkul yaylı partisyonlarını yazdılar. Üçümüz gittik çaldırdık. Nefis bir deneyimdi.


Kaç parça?

5 Parça. 44 kişi çaldılar.


Vay...

Gözümden yaş indi ilk arşeyi vurduklarında. Efe ve Burak’ın da indi. Çok enteresan bir yerde kayıt yaptık. Bratislava’nın devlet radyosunda... Tarihi geçmişi olan, çok enteresan bir bina. Eskimiş ama hakikaten ciddi bir akustik donanımı olan çok acayip bir yer. İçeride sesini çıkarmadığın zaman gerçekten çıplak bir sessizlik var. O kadar sessizlik insanı rahatsız ediyor. İnanılmaz bir disiplinle çalışıyorlar. Sabah 9’da kayıt dedik. 9’da herkes arşesini çekmek üzere orada oturuyordu. Saat 1’de 5 tane şarkının her şeyi bitmişti.


Pahalı bir şey mi?

Hayır. Yani bütçeniz doğrultusunda baktığınızda çok pahalı değil.


Türkiye’de çaldırmaktan pahalı mı?

Çok ucuz bir şey olduğunu da söyleyemem. Kişi sayısını zaten kendiniz seçiyorsunuz. İstersen 21 kişiye çaldırırsın. Biz yaylılardan oluşan büyük bir orkestraya gittik. İleride üflemelilerden oluşan bir orkestrayla da çalışmak istiyorum.


"Yanımda bir omuz yok!"

Mağlum önümüz kış. Kış, birçok kişi için Sıla şarkısıyla ağlamak demek. Hele bu sözler öyle böyle değil. Sıla, hakikaten ne değişti de bu kadar derine dalıp acıttın, tırnaklarını soktun ruhumuza? Belki özel hayatında bir şey yaşadın?

Çok yalnız bir dönemden geçiyorum. Yanımda bir omuz yok anlamında söylüyorum, bir erkek yok. Belki bu yalnızlığın etkisiyle biraz daha içe döndüm. Başka türlü terklere, başka türlü mutsuzluklara, pişmanlıklara tanık oldum.


Gerçekten böyle hisseden, böyle yaşayan bir insansan nasıl başaçıkıyorsun bu karanlıkla?

Kendi hayatımın kahramanıyımçünkü.


Bu cümleyi söyleyip gözüme bakıp susmayacaksın herhalde...

Takribi 11 yaşımdan beri yalnız yaşıyorum. Ailemden ayrıldım ilkokuldan sonra. Bu, 21 yıldır yalnız yaşıyorum, 21 yıldır kendi ayaklarım üzerinde duruyorum demek. Bu daha başka bir yalnızlık, başka türlü bir mücadele... Dolayısıyla her zaman bir şeyleri kendim kotarmak için akranlarıma nazaran daha fazla vakit harcadım. Ve her işin altından kalkarım. Bugün bu işi yapmasam yarın öbür gün limon da satarım. Yine ekmeğimi taştan çıkartırım.


Geçmişte acayip işlerde çalıştın mı ?

Müzik dışında hiçbir iş yapmadım. İzmir’den İstanbul’a okul vasitasıyla geldim. Çok iyi bir şansla Kenan’la (Doğulu) çalışmaya başladım. 7 sene sürdü bu serüven.


Peki caz vokal eğitimi almış genç bir ruh için Kenan Doğulu’yla pop müzik vokali yapmak biraz tuhaf bir dünyaya girmek anlamına gelmedi mi?

O dünyayı Kenan’la tanıdım. O kadar doğru düzgün abilerle ablalarla çalıştım ki çok iyi bir referans oldu benim için. Belki Kenan Doğulu değil de başka bir popstarla bu yola çıkmış olsaydım üzerimde onun kaşıntısı olurdu. Ama Kenan’la bu mümkün değil. Kenan’la beraberken Efe’yle tek vokal gitar şarkılar söylüyorduk.


Efe kaç yıldır hayatında ?

Üniversitede tanıştık. Nereden baksan 14- 15 senedir hayatımda.


"Bazen insan neler istiyor!"

Maddi imkânlarının rahatlaması son birkaç yıla denk geliyor. Bu başarı duygusu seni daha pozitif, yaşamsal kaygılarını geriye atan biri hale getirmedi mi?

Ne kadar çok kazanırsan kazan standartların da aynı ölçüde yükseldiği için aslında hayatında bir şey değişmez. Evet, alkışım çok arttı. Bir odanın içinde sadece bizim dinlediğimiz o şarkılar büyük kitlelere ulaştı. Ama yine aynı benim. Yine İstiklal Caddesi’ne tek başına çıkıp yürüyen benim. Yine manavla, bakkalla sohbet eden, alışverişimi tek başıma yapan benim. Kısıtlamak istemiyorum bu durumu. Çünkü gözleme, bakmaya, dışarı çıkmaya ihtiyacım var. Bazı konularda zaten kendimi kısıtlıyorum.


İlginç bir şekilde özel hayatını magazinden korumayı da başarıyorsun. Bunun için özel çaba mı sarf ediyorsun?

İsteyince oluyor.


Hayatında ne kadar arkadaşın varsa hepsiyle yazıldın.

Yanımda kimseyi görmedikleri için 1-2 kişi dışında bütün orkestra arkadaşlarımla yazıldım. Saklamak istersen saklarsın hayatını. Onların bulunduğu yerlere gitmezsin. Yahut çok kalleş bir kurşunla kim vurduya gitmezsen, biri telefon edip haber vermezse, zor değil. Yakalanmak isteyen yakalanır. Tabii istisnalar kaideyi bozmaz.


Peki insan sevdiceğinin elinden tutup, hayatını bu baskıdan kurtarıp yaşamak istemez mi?

Gazeteciler her yerde değil ki. Git başka yerde tut elini.


Şöhretli olmak sana bir yük getirmiştir ama. Sonuçta gittiğin her yerde damalı eşek gibi oluyor insan. Bu, hayata yabancılaşma ya da daha bir içine kapanma gibi bir ruh hali getirdi mi?

İnsan gerçekten görünmez olmak istiyor, hayalet gibi dolaşmak istiyorsunuz. Ama ben bunu ne zaman hissetsem bir ayıplıyorum kendimi. “Kardeşim bu kadar alkışlanıyorsun, bu kadar insan şarkılarını ezbere biliyor, 10 binlere şarkılar söylüyorsun; her şey hayalindeki gibi giderken birinin seni kolundan çevirip fotoğraf, imza istemesi eğer seni hakikaten yoruyorsa, ki yoruyor bazen, “Bak, bir havalara girdin” diyorum kendime. Hemen kendimi ayıplıyorum, kovuyorum o düşünceyi ve gülümsemeye çalışıyorum.


Daha iyi bir evde, daha iyi bir hayat yaşarken özgürlüklerin de gidiyor. Sokakta sevdiceğinle el ele yürüyüp İstiklal Caddesi’nde öpüşecekken her duygunu kendi içinde yaşamak zorunda kalabiliyorsun. Bu kişisel bir savaş yaratıyor mu içinde?

Herkesin hayatta bir öncelik sıralaması vardır. Önceliğim işim. Hayatıma girenler bunu zaten bilir. Konuşulmasa da böyledir hayatım. Bazen insan neler istiyor da...


Neler istiyor?

Geniş geniş, rahat rahat, kahkaha kıyamet içki içip, sohbet edip, sevgilimin elinden tutup sokakta öpüp falan... Ama bunları yapamamak beni eksiltmiyor. Bir de zaten gençliğim çok deli dolu, coşkulu geçti. Şu an genç değilim anlamında söylemiyorum bunu. O 30’lara kadar olan böyle çok deli bir çağı vardır ya insanın, 30’lardan sonra ayağın daha yerdedir, bayrak daha elindedir.


“Erkeklerin korkulu rüyasıyım!”


Herkes büyük ihtimalle yaptığın bütün röportajlarda, çıktığın bütün programlarda bunu soracak. Ben âdeti başlatayım. Albümün adı neden “Vaveyla”?

Vaveyla çok beğendiğim bir kelime. Kelimelerle haşır neşir olanlar kelimelere çok takılır. Yani kelimelerin harflerine, ünlüsüne, ünsüzüne. Anlamını, derinliğini koruduğunu zannettiğim bir kelimeydi. Ben albüm ismi yapmasam belki bir şarkının içinde geçecekti.


Vaveyla “çığlık” demek.

Biraz acı çığlık gibi.


Hakikaten albümdeki şarkılar birer acı çığlık.

Evet işte doğru isim koymuşum.


Doğru koymuşsun ama bir kere telaffuzunda zorlanıyoruz.

Arapça kökenli bir sözcük bu. Namık Kemal’in bir şiirinde var, Nâzım Hikmet’in var. Ayıplamasınlar, başka varsa bilmiyorum. Acı çığlık anlamına geliyor, feryat gibi birazcık. Anlaşılsın diye bu albümde yazdığım önsöz gibi. Teşekkürnâme diyelim. Onun üstüne de bire bir TDK’dan açıklamasını aldım. “A” ince okunur. Hatta o kadar hassasım ki arkadaşlarım bana “TDK” der. Her şeyi düzeltirim. Konserde insan fırçaladığımı bilirim.


Amma sıkıcısın yahu.

“Dahi anlamına gelen de’ler ayrı yazılır.” Bunu da bilmeyen Türk olmaz ama değil mi? Çok canım sıkılıyor. İnsan anadilini doğru konuşup doğru yazmaz mı Allah’ını seversen ya! Onu yitiriyoruz zaten. Şimdi bir sürü yerden, inceltme işaretlerini kaldırdılar biliyorsun, şapkaları, aksanları... Sonra geri geldi. Böyle bir gelgiti var bu işin. O kadar kafam karıştı ki, TDK’yı açıyorum başka bir şey çıkıyor, Dil Derneği’ni açıyorum başka... Üniversitelerin belgelerine bakıyorum bambaşka bir şey çıkıyor. En sonunda işin içinden çıkamayıp hem yazar hem de yayın evi sahibi bir arkadaşım var, Cem Mumcu. Onu arayıp “Ne yapacağız A’ları” dedim. Bana bir tane kitap önerdi. “Artık buradan bakıyoruz” dedi. Bence bu işi yapan her insanın kütüphanesinde bulunması gereken bir kitap mesela. Sıkıcı mıyım?


Çoook. (Gülüyoruz) E tabii yaş kemale erdikçe... Evinde gördüğüm kadarıyla edebiyatı çok seviyorsun.

Bayılırım.


Yerli kimleri okuyorsun?

Sabahattin Ali hastasıyımdır, çok severim. Sait Faik’siz ömür geçmez. Çok sevdiğim şairler var. Cemal Süreya ile başlar, ki albümde de göndermesi var, ondan sonra Turgut Uyar gelir. Yeni dönem soruyorsan şayet, gerçek bir Hakan Günday fanatiği olduğumu çok gururlanarak ve sevinerek belirtebilirim.


Film? En son ne seyrettin?

En son ne seyrettim ben ya? Bugsy. Eski bir film. Bir de Kevin Hakkında Konuşmalıyız’a bayıldım! Öyle böyle sevmedim.


Tam senin karanlık yanına göre yazılmış gibi...

Pis pis seyrettim evde. Pis battaniyemle, pijamamla... Ben erkeklerin korkulu rüyasıyım ya. Bayağı battaniye ve kedili kadın yani.


“Bir Teselli Ver’i çok kötü söyledim”

Artık repertuvar şarkıcıları, yerlerini müziğini kendisi yapabilen insanlara bırakıyor. Sayıları çok da değil. Sektörün gelişimini yaratıcılık olarak sekteye uğratıyor mu bu durum?

1970’lerden, 80’lerden gelen o yorumculuk biraz kalktı bu dönemde. Ben de kendi şarkılarını yazan, kendi şarkılarıyla bir yerde duran insanları destekliyorum. Şarkıyı dinlerken aslında o kim, onu merak ediyorsun. Şarkıyı kendi yazdıysa şayet onu anlamak çok daha kolay. İlla kendini anlatmış olması gerekmiyor. Bir gözlemini de anlatıyorsa en azından bir cümlesinden biz onun kim olduğunu anlarız. Bu da çok kıymetli bir şey.


Aslında bu lafın 70’lerden bu yana gelen büyük pop şarkıcılarına değiyor bir yerde. Ajda Pekkan olsun...

Ama onlar çok iyi yorumcular. Şimdi artık öyle iyi yorumcular falan yok.


Kim var senin beğendiğin yorumcu?

Benim sana söyleyeceklerimin hepsi hem yorumcu, hem besteci, hem söz yazarı olacak. İsim vermeme gerek yok.


Tabii şimdi büyükler geliyor insanın aklına, “Büyükler” demişken Orhan Gencebay albümünde niye yoktun?

Kısmet olmadı.


Orhan Gencebay gibi kendi müziğini yapan efsane bir adamın albümünde ben seni duymak isterdim.

Valla 2007 yılıydı sanırım, ben Orhan Gencebay ile şarkı söylemenin zevkine eriştim.


Aaa, ne zaman?

Siyaset Meydanı’nda, özel bir gecede Orhan Gencebay’la sahnede “Bir Teselli Ver” söyledim. Unutulmaz bir anı. 39 derece ateşle çıktım sahneye ve berbat söyledim. Aldığım bütün ödüllerin neredeyse hepsini Gencebay’ın elinden aldım ben. En sonunda da zaten bir ödül töreninde boynuna sarılıp dedim ki: “Bu nasıl bir şeydir böyle, bütün ödülleri sizin elinizden alıyorum, herhalde sizin uğurunuz bu.”


Teklif gelmedi mi ?

Teklif geldi. Fakat hem takvimlerimiz uymadı hem de başka zamanda başka paylaşımlarımız olabilir Orhan Gencebay’la diye düşündüğüm için geri çevirmek zorunda kaldım.


“Akustik peşindeyim!”

Sen albüm yaptıktan sonra istem dışı da olsa bir sonraki albüme başlıyorsun.

Aynen.


Şimdi büyük ihtimalle biz konuşurken bile kafanda bir-iki şarkın hazır olabilir.

Hazır, hazır evet.


Nereye gidecek bundan sonra müziğin? Kafanda ki o müzikal yolculukta nereye gidiyorsun?

Nirvana neresi?

Sound olarak mı soruyorsun?


Evet.

Bu 2 sene içinde başıma müzikal anlamda ne gelecek gerçekten bilmiyorum. Ama her zaman akustik peşindeyim. Benim şarkılarımın akustik müziğe daha çok yakıştığını düşünüyorum.


O bir parça daha arabesk vurguları olan, bir parça daha Türkçe kullanan ve ilk dinlediğinde kulağının satın aldığı şarkılardan daha sade bir yere doğru mu gidiyorsun?

Daha önce yaptığım şarkılardan uzak bir hale gidiyorum. Ben artık onları sevmiyorum gibi iğrenç bir hal de değil bu. Bu albümdeki şarkıları ben sana udla, klarnetle, Türk müziği enstrümanlarıyla çalsam yine öncekilerle aynı olacak. Şarkılar aynı. Böyle olduğu müddetçe korkacak hiçbir şey yok.


Röportaj: Rahşan Gülşan

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.