Uluslararası bir sanatçıyla söyleşi okumanın tadına varın. Kato’nun başlı başına bir modern sanat eseri gibi hayatına dalın!

Günseli Kato, Houston Güzel Sanatlar Müzesi’nden Katar’a taşınacak “Sultanlara Verilen Hediyeler” sergisinin heyecanı içindeyken, onunla tatlı bir söyleşi yapmanın keyfini yaşıyordum. Love Story gibi başlayıp Kızım Olmadan Asla filmine dönüşen evliliğini, bir Osmanlı kızının geyşa olma hikâyesini, çivit mavisi saçlarının sırrını konuştuk Kato’yla. Bir de izdivaç programlarına neden “sıcak” baktığını...


Görüntünüze de yansıyan şu Japonya sevdanızdan başlayalım mı?

Eğitimim, eski eşim, çocuğum, hepsi Japonya’nın bana armağanları... Görüntüm ise Allah vergisi.





Türk gelenekleri üvey evlat muamelesi görmüyor ama...


Geleneklerimize sıkı bir şekilde bağlıyım. “Çılgın Kato” diye başlık atıyorlar. Çılgınlıkla hiç alakam yok.





Size “muhafazakâr marjinal” demek geliyor içimden. Ne demekse?


Çağdaş olmak için önce edep, gelenek bilmelisin. “Muhafazakâr çağdaş” demek daha doğru bana. Yetiştirilmeden gelen bazı korkuları var insanın. Anne-baba korkusu, yanlış yapmama korkusu... Aslında bizi tek izleyen Allah. Yanlış bir şey yapmamak için çaba harcıyorsun ve bu senin hayat felsefen oluyor.





Dini inançlarınız kuvvetli galiba?


Bununla da gurur duyuyorum.





Bu düşünce tarzı, bu çılgın imaj sizi halktan koparmıyor mu?


Otomobil kullanmıyorum, şoförüm yok. Taksiye de minibüse de biniyorum. Tarihi Yarımada’da, Eminönü’nde çok vakit geçiriyorum.





Eminönü’nde çivit renkli saçlarınıza bakıp da “Mahallenin delisi geldi” diyenler olmuyor mu?


Mavi saçlarıma bakıp da takılanlar, İstinye Park’takiler... Saçlarımı marjinal olmak için boyamadım. İnsan hayatındaki bir travmanın ardından kendini yenileme isteği duyuyor.





Annem boşandığında kâkül kestirip saçının modelini değiştirmişti...


1981’de Japonya’ya gidip hayran kaldım ve Japon kadını olma maceram başladı.





‘Kayımpederimle okulun rektörü tanıştırdı’ Oysa Japonlar İllimünati gibidir. Aralarına yabancıları kabul etmezler.


Şanslıydım. Hafif çekik gözlerim, beyaz tenim ve siyah saçlarımla Uzakdoğulu gibiydim. İri olmasam kimse beni yabancı sanmazdı. Hoş, şimdi gitsem kimse fark etmez ya... Hepsi obez oldu artık.





“Baştan başlayalım” dediniz ama hâlâ neden gittiğinizi söylemediniz...


Önce okumaya gittim. Tokyo Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeyken Osmanlı geleneklerinden yola çıkarak Japon resmi üzerinde çalışmalar yapıyordum. Fakültenin rektörü, beni sonradan kayınpederim olacak kişiyle tanıştırdı. Branşımda duayendi. Metropolitan’da bile olmayan eserlerin bulunduğu özel bir müzenin sahibiydi. İran ve Selçuklu tekniğini yeni bir yorumla Japon seramiğine dönüştürmüştü. Yanında çalışmak için can atıyordum. “Ne olur, hizmetçiniz olayım, yerleri süpüreyim, yeter ki beni kabul edin, sanatınızı öğretin” diye yalvardım.





Neden sizi böyle süründürdü?


Kendi kültürlerini öğretmek istemiyorlar. Tutucular! Eserlerimi görünce kabul etti. “Sana bir hasır oda veririz, orada uyursun, atölyedeki 80 işçiyle çorba içer tuvaleti paylaşırsın” dedi. Sert gibi görünse de naif biriydi.





Böylece yeni bir hayatın kapıları açılıyor...


Tipik bir Japon gibi yaşamaya başladım. Onlar nasıl yer, nasıl yatar, kaçta kalkar, yerleri nasıl süpürür, hepsini öğrendim.


Hangi kentte yaşıyordunuz?Nagoya’ya bağlı Tacimi diye bir seramik şehrinde. Japonya’nın Anadolu’su. Müstakbel kayınpederimin atölyesinde genç bir çocuk bana hamur nasıl yoğrulur, onu öğretiyordu. Meğer oğluymuş.


En heyecanlı yer geliyor... İlk görüşte aşk ha?Ama oğlu olduğunu bilmiyorum.





Nasıl tanımazsınız “patronun” oğlunu?


Çünkü üçüncü oğlu. Japonya’da birinci oğul soyun devamı için çok önemli, ikinci oğul şöyle böyle, üçüncünün esamisi okunmaz. Hele kız çocuğun adı bile yoktur.





Peki aşk var mı?


Oğlan bana tutuldu. Ne o benim dilimi biliyor, ne ben onunkini. 3 ayda söktüm Japonca’yı. Hamur yoğurarak başlayan yakınlaşma, evliliğe uzandı.





Evlerine girmek zor olmadı mı?


Geleneksel ailelerde zor tabii. “Kızım bir yabancı için Japon kadını olmak zordur” dedi babası. “O zaman ben de Japon olacağım” dedim.





“Oğlan bana tutuldu” dediniz ama siz de iyice kafaya koymuşsunuz onu.


Ama ailesi istemiyor. Kadın Japonca’yı bilmeliymiş, erkeğin yerine imza atmalıymış. Adamlar öyle banka işleriyle filan uğraşmazmış,mış,mış... O sırada bursum bitmiş, 5 kuruşum kalmamıştı. Şansıma Japon Dışişleri Bakanlığı’ndan teklif geldi. İyi bir maaşla, Japon diplomatlara Türkçe eğitimi vermeye başladım.



Mücadeleye devam yani.


Aynen. Bu arada kayınpederim benim için “Bu kız çok iri” demiş.





Eyvah, kavgada söylenmez.


En çok da bu koydu bana. 25 yaşındayım daha. Jane Fonda’nın aerobik kasetlerini aldım, spor salonuna yazıldım. 3 ayda 30 kilo verdim.





Aşk sen nelere kadirsin!


Ve kayınpeder kabul etti. Ben de Türkiye’ye geldim. “Hocamın oğluyla evleneceğim” dedim; babam hiç düşünmeden “Vururum seni, yabancıyla filan evlilik yok” demez mi?





“EvlilikMücadelesi part 2” yani...


Tam bu arada adam uçağa atlamış habersiz gelmiş. “Sünnet olacağım” diyor.





Japonya’dan Kemal Özkan’a desenize.


Sen aileyi düşünebiliyor musun? Babam“Oğlum” diye kollarını açtı. Anneannem, rahmetli, onun o Japon kibarlığını görünce “Doğuştan Müslüman bu” falan demeye başladı. Japonları biliyorsun, oturmalarını kalkmalarını falan. Her şeyde kafa sallıyor adam. “Biliyor, anlıyor Türkçe’yi” derdi anneannem.





Kelime-i şahadet getirdi bizim samuray yani.


Tabii, tabii. Dünden hazır o. Bir Japon için sünnet olmak, Müslüman olmak çok sofistike bir şey. Çünkü onlar o kadar dine açık insanlar ki!





Kaç yaşındaydı Naohiko?


Benden 3 yaş büyüktü.





Bir de “Ailesini kız istemeye getirdi” demeyin, düşer bayılırım.


Hem de nasıl getirdi. Mor ipek bohçalarla geldiler. O bohça açılıyor, içinden lake portatif masa çıkıyor. Kimonolar, arkasından inciler; herkese inci broş, inci kol düğmeleri... Japonya’da da aslında bir kast sistemi var. Asil-asil olmayan, zengin- zengin olmayan gibi sınıf farkları var.





“Kimlerdensiniz?” diye de sordularmı size?


Sormazlarmı? Benim sülaleyi de araştırdılar bu sırada. Hatta kayınvalide beni bir soydu. Elime, ayağıma, saçımın dibine filan baktı. Küçük elliyim, küçük ayaklıyım zaten. “Asilsin sen” dedi.





Sınıfı geçtiniz yani!


Aynen öyle! Şimdi biri yapsa bunları, iki tane çakarım (Gülüyor).





Ve sıra geliyor düğüne...


Üç ayrı düğün yapıldı. Birincisinde parlamenterler, milletvekilleri, belediye başkanları gibi ağır toplardan oluşan 350 kişilik bir grup vardı. Bizim büyükelçi, konsolosluk görevlileri de geldi. Fransız yemekleri sunuldu.





Gelinliğiniz nasıldı?


Üç ayrı kıyafet giydim. Önce Japon kimonomla çıktım, sonra bindallı giydim, sonra da beyaz geleneksel bir gelinlik. Herkesin etrafında dolanıyorsun, sonra put gibi oturuyorsun. Resmen bir şov gibiydi.





Peki ya ikinci düğün?


İkincisi yine akrabalar ve daha orta halli kişiler için yapılan bir düğündü. Yine giyindik kuşandık. Orada Japon yemeği verdiler. Üçüncüsü de fabrikadaki çalışanlar, işçiler için yapıldı. Onların müzikleri çalıyor, herkes sarhoş oluyor. Bizdeki gibi onların da arabeski var.





Birincisi aristokrat, ikincisi burjuva, üçüncüsü arabesk. Ne güzel, aileniz üç kere mürüvvetinizi gördü. Hepsine katıldılar mı peki?


Annemler de hepsine katıldı ama bayılmak üzereydiler! Yerde oturmaları mümkün değildi, ama dayandılar.





Peki bu iki gencin büyük aşkını anlatan öykü, sonunda neden melodrama dönüştü?


Sonradan anlaşıldı ki kocamda kişilik bozukluğu varmış. Çocukluğundan beri çok sorunlar yaşamış, aslında ben ona sahip çıktığım için aile de rahatlamış. Zamanla ilişkimiz çekilmez bir hâl aldı.





Ne yapıyordu mesela?


Geyşalık yapardım da yine yaranamazdım. En sevdiği yemekleri yapardım ama keyfi yerinde değilse elinin tersiyle hepsini devirirdi. Önce gelenektir filan dedim ama iş çığırından çıktı. 15 yıl dayandım bu duruma.





15 yıl az buz zaman değil. Ben olsam harakiri yapardım.


O yılları deliler gibi çalışarak geçirdim. Tam bir meditasyondu benim için çalışmak. Sergi üzerine sergi açıyordum. İçimdeki acı, dışarıya sanat eseri olarak yansıyordu.





Bu kadar çalışmaya para kazanıyor muydunuz bari?


Çok kazanıyordum. Evde benim param harcanıyordu ve kocam bundan çok gurur duyuyordu. Çünkü bir Japon kadınının bu kadar büyük para kazanması söz konusu bile değil...







Şimdi biraz da Los Angeles’ta başlayan ‘Sultanlara Verilen Hediyeler’ adlı meşhur sergiye gelelim. Nedir bunun önemi?


Önce Los Angeles’ta açıldı, şimdi de Houston İslam Müzesi’nde devam ediyor. 8’inci yüzyıl ile 19’uncu yüzyıl arasında sultanlara verilen hediyeler bunlar. Topkapı Sarayı’ndan, İslam Eserleri Müzesi’nden veMilli Kütüphane’den eserler de var.





Peki sergideki yeriniz nedir?


Bunların arasına çağdaş sanatçıların eserlerini de koymak istiyorlar. Adamların küratörü Linda Komaroff bu yaz bana geldi. Yaptıklarımı görünce çıldırdı. 2 eser sipariş etti ve gitti. Buradaki 2 boyutlu atları yapmaya başladım.





Size 2 at sipariş etmişler, siz süvari birliği yapmışsınız ama...


Evet, 100 tane yaptım. Bir sürü emeğe ve paraya patladı. 2 tanesini onlar seçti, aldı.





Bunları Günseli Kato atı yapan ne?


Bir atı aynalı şalla giydirdim, birine peçe taktım peçeli at oldu. Fişekler kullandım mesela, ava giden at oldu. Bir başkasına zırhlı elbise giydirdim, hepsi daha haute couture oldu. Ama hiçbirinin üzerinde Osmanlı motifi yok, çünkü hepsi Osmanlı.





Neden Osmanlı motifleri kullanmadınız?


Arabesk yok bende. Osmanlı motifi hayranıyım ama “mış” gibi yaşamıyorum. İsmail Acar gibi padişah portresi, hat sanatı uygulamıyorum. İsmail Acar’ın duruşuyla benim duruşum arasında dünyalar kadar fark var.





‘Moruk, iki dilde de aynı anlama gelir’



Japon ve Osmanlı kültürü arasındaki benzerliklerden söz etsenize biraz.


Şu anda yaşadığımız hayatın içerisinden benzerlikler bulmak zor, ama geleneğe dönüş yaparsak, benzer yanlarımız çok. Eve ayakkabıyla girmemek mesela; yerde oturmak, yerde yemek yemek, yerde yatmak.





“Diller de benziyor” demeyin bari...


Benzemez olur mu? Japonca’nın Ural-Altay dillerinden olması dolayısıyla kelime manalarımız da aynı. “Yama, yamaç, bıçak, kama”, bunların hepsi aynı... “Moruk” iki dilde de aynı anlama gelir mesela...





‘Çocuğum karşılığında 1milyon dolar bıraktım’



Ama film bir yerde koptu ve Türkiye’ye döndünüz. Nasıl aldınız bu kararı?


Çok korkuyordum kocamdan, çünkü hakaret ediyordu. Psikolojik şiddet uyguluyordu. Kızım Aycan 6 yaşındayken yaz tatili için İstanbul’a geldim. Kardeşime durumu biraz çıtlatmıştım. Kızım devamlı ağlıyordu. Daha havaalanındayken “Çocuğunuzun ve sizin tedaviye ihtiyacınız var” dediler. Beni hemen psikolojik tedaviye aldılar.





Bir daha da dönmediniz...


Hayır; telefon ettim“Vataşiva kayrimasen” dedim...





“Kapı açık, arkanı dön ve çık”ın Japonca’sı mı?


“Ben dönmüyorum”un Japonca’sı. Ondan sonra gümbürtü koptu karşı tarafta.





“Seni seviyorum, sensiz yaşayamam” diye mi?


Yok, anneme babama kim bakacak diye.





Eh isabet olmuş boşandığınız. Peki kazandığınız paralar ne oldu?


Bütün paramı bırakıp geldim. Çocuğumun karşılığında, 1milyon dolar bıraktım orada ve beş parasız, Acıbadem’e ailemin yanına yerleştim.





Erkek çocuğunuz olsaydı durum daha da güçleşirdi herhalde?


Kesinlikle. Vermezdi onu, kaçırırdı. Allah’ın bana en büyük lütfu, kız çocuk sahibi olmamdır.





Saçların renginden başladık nerelere geldik. Çivit mavisi saçlar arapsaçına döndü, hâlâ öğrenemedik neden rengini değiştirdiğinizi.


Hikâye de oraya bağlanıyor zaten. Tedavim sırasında bir türlü resim yapmaya başlayamıyorum. Yatağımın üzerinde ufak ufak başladım, mavi renkleri filan karıştırıyorum. Bir ara fırçayı aldım saçıma doğru sürdüm, nasıl da yakıştı bana!





Terapistin tavsiyesimi yoksa?


Yok canım, içimden geldi. Düşün! 97 senesi, Türkiye. Mavi saç filan yok. Kızım“Anne sakın ha buhalde okula gelme” diyor. Boyayı her gece yıkayıp sabah yine sürüyorum.





Mavi huzur rengidir ama etrafta huzursuzluk yarattı galiba...


Sorma, bütün sanat tarihçileri, başta Profesör Nurhan Atasoy “O saç siyaha boyanacak, sen geleneksel sanat yapıyorsun” dedi. Onlar öyle dedikçe, o ufak mavi parça büyüdü büyüdü, bütün saçımı kapladı. Ama marjinal olmak için yapmadım bunu. O anki ruh halimle kendim için yaptığım bir şeydi. Peki radikal duruşu, avangart yapıtları olan bir kadın mıyım? Evet öyleyim.





Giyim tarzınız da bu söylediğinizi perçinliyor zaten.


Yamamoto falan giyiyorum. İssey Miyake de, Yamamoto da çok iyi dostlarım. Bir de kardeşim Işık’ın İschiko markası tercihim.





‘İkisinin karışımı, melezim’



Çok güzel yemek yaptığınızı da öğrendim.


Hemde nasıl! Hatta kayınpederime börekler, zeytinyağlılar, dolmalar yapardım.





Suşi yapmaz mıydınız?


Yapardım tabii. Ama suşi Japonya’da buradaki gibi bir ana yemek değil. Bizim dürüm gibi bir şey. Şimdi hiçbir şey yapmıyorum, kızım evden ayrıldığından beri yemeğe elimi sürmedim.





Kızınızdan laf açılmışken, Aycan’ın genlerinde de varmı sanatçılık?


Tabii... Hollanda’da Royal Academy’de sanat okuyor. Çok büyük kabiliyetleri var. Bir yandan şarkı söylüyor, bir yandan piyano çalıyor. New age şarkılar tercihi. Bir de bugünlerde sahne tutkusu sardı onu.





Japon bir damat getirse ne yaparsınız?


Ay, ne yaparsa yapsın ama hiç zannetmiyorum. Her şey olabilir ama kızımın evleneceğini bile sanmıyorum. Ama kimi getirirse getirsin ağzımı açmam. Onu kolay doğurmadım. 33 yaşımdaydım. O yaş, Japonya’da kadının değişime uğradığı dönemdir ve son doğurma tarihidir.





Son kullanma tarihine yetiştirdiniz demek. Peki Günseli Kato kendisini Japon mu, Türkmü hissediyor?

İkisinin karışımı,melezim...





‘Mutluluk insanı yoldan çıkarır’



Andy Warhol’un ilham aldığı pek çok isim var. Bir ilhamperiniz var mı?


İlham perisi benim için hep minyatürdü. Çünkü ilhamın âlâsı var onda.





Yaşadığınız acılar, ilham perileriniz olabilir mi?


Hayır. Onlar yiğidin kamçısı.





Her sanatçı biraz mazoşist midir?


Evet. Mazoşistlik tavana vurdurur seni.





“Polyanna sanatçı olamaz”mı diyorsunuz yani?


Mutluluktan sanat doğmaz, yoldan çıkarır. (Gülüyor...) Aşk acıyla yaşanır, depresyonlara girilir, hastanelere yatılır, intiharlar edilir. Büyük aşklar böyledir. “Aşığım, çokmutluyum...” Yok böyle bir şey!





Tekrar evlenmeyi düşündünüz mü?

İnsanlar bana çok kolay yaklaşamıyor. İnşallah izdivaç programlarına katılacağım yakında. (Kahkahalar...) Ama bir sorun var: Japonya’da boşandım, Türkiye’de daha boşanmadım.


Günseli’nin geceleri nasıl geçiyor? Dizi falan?


Dizilerin hemen hepsi hakkında bilgim var.





Tarihle iç içe olduğunuz için sormadan geçemeyeceğim; Muhteşem Yüzyıl’ı beğeniyor musunuz?


Hayır, bütün hayallerimi sarstı. Belki de Osmanlı sanatı uzmanı olduğum içindir. Tarihte olan bazı şeyleri şekillendirmemek lazım.





Ama tarih değil, dizi bu...


Süleyman’ın imajını öyle görmek istemiyorum. Haremi çok iyi bilen, Topkapı Sarayı’nı çok iyi bilen biri olarak her şeyinden rahatsız oluyorum.





Kıyafetleri de mi beğenmiyorsunuz?


Onları yapanların ellerine sağlık. Senarist Meral Okay’ı da çok severim. Hatun, hayali bir hikâye yazdı; ayrıca insanlar tarih okumaya başladı.





Özel hayata girilmesi mi, yoksa tarihi gerçeklere uyulmaması mı sizi rahatsız eden?


Hürrem’le Süleyman’ın ilişkisi de yazılı değil ki. Hayalimdeki hikâyeyle ekrandaki arasında çok fark var.





Bu Meral Okay’ın hayali, siz “İlle de benimki” diyorsunuz yani...


“Beğenmiyorum” demeyeyim de “Hayallerimi sarsıyor” diyeyim.





Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Zevkle izliyorum,, konukları da kendisi gibi kaliteli, hayatını şimdi okudum,, maalesef evlilik eziyetleri sadece, Türklerde değil,, kader neyse onu yaşayacaksın,, önemli olan pes etmemek ve yeteneklerinin ve başarılarının farkında olmak,, tebrik ediyorum.. Aynı yaştayız ve aynı düşün cedeyim, her ne kadar düşündüklerimi ve yeteneklerimi devam ettiremesem de,, selamlarr,, günseli kato,,
    CEVAPLA
  • Misafir Gunseli hanimefendi buyuk azimle cok calismis ve basarmis bir sanatkar tebrik ve takdir ederim Hadi
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.