Reha Erdem’in yeni filmi “Şarkı Söyleyen Kadınlar”, deprem nedeniyle boşaltılan bir adada geçiyor. Başrolünde Binnur Kaya’nın oynadığı filmde erkekler hasta ve sorunlu, kadınlar ise olumlu ve kurtarıcı karakterler olarak çiziliyor


“Şarkı Söyleyen Kadınlar” Allah’ın adıyla başlayan bir film. Halit Ergenç, filmde tasavvufi metinler seslendiriyor. Açılışta, finalde ve aralarda birkaç kez dinlediğimiz bu metinler hikâyeye bir çerçeve çiziyor, olup bitenleri anlamlandırması için seyirciye rehberlik yapıyor. “Olup bitenler” ne derseniz, öncelikle deprem nedeniyle boşaltılan bir ada ve orada kalmayı sürdüren insanlardan söz edebiliriz. Bir kıyamet korkusundan ziyade dekor öne çıkıyor: Tenha sokaklar, salgın hastalık nedeniyle can çekişen atlar, metruk evler... Bu “kıyamet arifesi dekoru”nun önünde anlatılan öykünün bir gerçeklik duygusuna sahip olduğunu söylemek zor. Her şey Reha Erdem’in “zihin tiyatrosu”nda geçiyor.


Erkeklik bir çeşit hastalık

Erdem “Jin”den sonra bir kez daha asıl meselesini açıklıkla ortaya koyan bir öyküyle geliyor karşımıza: Erdem’in önceki filmlerinin özüne kafa yoranlar için söylemek istedikleri tanıdık. Erkeklerin neredeyse tümü hasta. Bir anlamda, erkekliğin kendisi bir çeşit hastalık. Filmde atları iyileştirmeye çalışan ve pek konuşmayan Emin hariç tüm erkekler avcı ruhlu, yalancı, korkak, kompleksli, sorunlu. Hepsi de kadınlar tarafından kurtarılmayı bekliyorlar. Kadınlar ise şarkı söylüyor, şiir okuyor, dans ediyor, doğanın içinde özgürce dolaşıyor, hayatın tadını çıkarıyorlar. Fakat bu “mutluluk anları”nın bana çok inandırıcı gelmediğini, biraz zorlama bulduğumu söylemek zorundayım. Tasavvufun olası tanımlarından biri, inanan insanın fiziksel dünyanın dışında “aşkın” (transandantal) bir gerçekliğin içinde eriyip gitmesi, bir bütünleşme yaşamasıdır.


Filmin başında hayatının ilahi bir güç tarafından kurtarıldığına inanan ve Binnur Kaya tarafından canlandırılan kadın bu bütünleşmeyi yaşıyor, hissediyor. Adaya gelen genç kız (Deniz Hasgüler) ve Adem’in (Philip Arditti) eşi (Aylin Aslım) de onunla birlikte bu iç aydınlanmayı, kadın olmanın getirdiği doğal sezgilerle yaşıyorlar. Erkekler ise ışığa karşı körler. Gönül gözüyle görebilmeleri için ölüp dirilmeleri gerekiyor. “Şarkı Söyleyen Kadınlar”, Reha Erdem sinemasının “dış kabuğu”ndaki güzelliklerle ilgilenenler için hayal kırıklığı yaratabilir. Erdem’in filmleri, genelde esrarengiz bir haleyle sarılıdır. Uykuyla uyanıklık arasındaki bir düşü andırırlar. Öykülerin bir ayağı gerçeklikte diğer ayağı Erdem’in bilinç dışındadır. “Şarkı Söyleyen Kadınlar”da da esrarengiz bir hale var ama öykü neredeyse öğretici bir metin tadında düz, şematik ve kontrollü.





Kara mizah seyirciye geçmiyor

Kara mizah ve ironi duygusu ise seyirciye geçmeyecek kadar dipte ve soğuk. Tüm bunlar nedeniyle, yer yer itici ve abartılı bulduğum “Şarkı Söyleyen Kadınlar”ı sevdiğimi söylemem mümkün değil.


Ama “Şarkı Söyleyen Kadınlar”ın yönetmeninin önceki filmleri için bir tür “çözüm anahtarı” yerine geçebileceğini ve filmografisinde özel bir yeri olacağını düşünüyorum. Reha Erdem sinemasını sevenlere ve inanç temasıyla ilgilenenlere rahatlıkla önerebilirim. Geri kalanları ise içine girilmesi zor bir film bekliyor.


Yazı: Mehmet Açar

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.