Tarihin ilk park ve bahçeleri

Park ve bahçelerin resmi olmayan tarihine de bakmak gerek belki. Şöyle üstün körü bir hatırlama çabasıyla akla gelecek ilk örnek, hiç şüphesiz kutsal kitaplarda da yeri olan iki kişilik Cennet Bahçesi.


Yaradılış mitine göre Adem ile Havva’nın yılan kılığına giren Şeytan’a uyarak bilgi ağacının yasak meyvesini yemeleri ve böylece sonsuz mutluluğu yitirmelerinin öyküsünü hepimiz biliyoruz. Otoritenin bilginin tehlikeli olduğunu biz insanlara öğretme biçimi bu aslında. Başka kadim bahçelerden de söz edilebilir: Eski Mısır’ın evrenin minik birer versiyonu olarak yaratılan olağanüstü güzellikteki bahçeleri, çoktan yitip yok olduğu halde “cennetin ikizi” imgesiyle dünyanın yedi harikasından biri olarak günümüze kadar gelen Babil’in Asma Bahçeleri, Çinlilerin metaforlar ve simgelerle dolu gizemli bahçeleri, Japonların yalın, mütevazı ve “özgür ruhlu” bahçeleri...


Buradan Eski Yunan ve Roma’nın felsefe konuşulan bahçelerini de geçebiliriz. Bizans, Moğol ve İslam bahçeleri de hatırlayabiliriz. Oradan atlamamız gereken yer Avrupa’nın Manastır bahçeleri.


Elimde bir kitap var: Parkların ve Bahçelerin Tarihi. Alman tarihçi Hans Sarkowicz yazmış. “Bahçe”yle kastedilen, bir zamanlar şahıslara ait olan ama kamuya açılan kent bahçeleri. Paris’teki Lüksemburg Bahçesi’ni hatırlayın. 1612’deMarie de Medici tarafından yaptırılmıştı, artık tüm Parislilerin ve turistlerin buluşma ve gezinme mekânı.


Her neyse, aslında parkların tarihinin insanlık kadar eski olduğunu ama resmi olarak Ortaçağ’da başladığını bu kitaptan öğreniyorum. İlk parkları aristokratlar ve derebeyleri geyik avlamak için yaptırmış, çevrelerine kalın ve yüksek duvarlar ördürmüş, derin hendekler kazdırmışlar. Dışarıdan kimse giremesin diye... 17’nci yüzyıldan sonra bu parklar sadece avlanma mekânı olmaktan çıkmış, sahiplerinin zenginliğini ve toplumsal statüsünü ortaya koyan meyve ve çiçek bahçelerine dönüşmüşler.


Lancelot “Capability” Brown adlı bir mimar İngiltere’nin bütün aristokratlarının bahçelerini yenileyerek dönemin hatırı sayılır şöhretlerinden olmuş. Böylece “peyzaj mimarisi” adı verilen yeni bir meslek ortaya çıkmış. 19’uncu yüzyıldaki sanayi devrimiyle birlikte şehirler kalabalıklaştıkça, bu özel bahçelerin hepsi halka açılmış. İnsanlar buluşmak, konuşmak, yürüyüş yapmak, çeşitli spor etkinlikleri gerçekleştirmek, toplumsal olaylarda bir araya gelip durum muhasebesi etmek veya bildiri yayınlamak gibi artık parklara geliyormuş.

Efendi parkları

Parkların bugün anladığımız anlamda kamulaştırılması sırasında yaşananlarsa ibret verici. Frankfurtlu düşünür TheodoreW. Adorno’nun bir anısı var mesela. 1926’da Almanya’daki Loewenstein Parkı’nda arkadaşıyla kitap okurlarken park bekçisi onları, “Bu banklar kraliyet ailesinin efendilerine aittir” diye bağırarak kovalamış. Adorno’nun deyişiyle, yeni ve demokratik bir park politikasının uygulanmaya başlamasının hemen öncesinde yaşanan bu olay tükenişteki “efendi parkları” dönemine aitmiş. Parkların tarihçesi işte bu kadar kısa. Ve geliyoruz günümüze...


100 yıl öncesinin hobi ve botanik bahçelerini, şifa parklarını okuyoruz önce. Ardından günümüzdeki park ve bahçe çeşitliliğini görüyoruz. İnsanın içini karartacak bir tablo bile sayılabilir. Neler yok ki bugün adına “Park” denen şeyler arasında. Prefabrik evlerden oluşan konut parkları, heykel parkları, lunaparklar, sanayi parkları, teknoloji parkları, bilim parkları, multimedya parkları, alışveriş parkları... Ve hepsinin bir simgesi olarak Disneyland ve türevleri. “Eskiden parklar ‘soylulaştırılmış’ bir doğa yaratır ve korurken, yeni park kreasyonları adeta parazit olarak yaşıyor” diyor Hans Sarkowicz. Mutlaka korunması gereken doğal parklar bir yana bırakılırsa, günümüz Avrupa ve Amerika parkları, çağrışımları harekete geçiren bir yeşillik alan izleniminden ibaret hale geliyor yavaş yavaş. Şehir idarecileri yeşillikmiş gibi göründükleri halde aslında modern hayatın light birer yansımasından başka bir şey olmayan parklar yaratıyor, çevrelerini alışveriş merkezleri, içlerini marka ilanları, fast food şubeleriyle dolduruyorlar.


Köklü parklar bu yüzden çok kıymetli, bu yüzden korunmalı. Sarkowicz, “Sadece bir değişiklik isteğinin peşinden gidiyoruz ve bu değiştirmelerin getirdiği şeylere karşılık sonsuza dek bizden aldıklarını belki de yeterince bilmiyoruz” diyor.



Haber: Gülenay Börekçi

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.