İnsan yeteneklerini, sahip olduklarını, eylemlerini, düşüncelerini değerlendirme eğilimindedir. Bu değerlendirmeyi yapmasını sağlayacak somut amaç ve net hedefleri olmadığında, kendini daima başkalarıyla kıyaslar. Bulunduğu noktayı, paralelindekilerle ve daha ileri konumdakilere bakarak değerlendirir. Olduğu yerden daha ileriye gidebilmek için kendini daha yüksek konumdakilerle, kendine dair sahip olduğu olumlu imajı korumak içinse daha alt konumdakilerle kıyaslar. Sosyal baskılar sonucu, bu grupların dışında kalanlarla da kendini karşılaştırabilir. Amaç ve hedefleri olduğunda ise bunlara konsantre olur ve kendini hedeflerine ulaşma çerçevesinde değerlendirir. Araştırmalara göre yaşam amacını bilmediğini söyleyen ve net hedefleri olmayanlar, hayatlarının farklı dönemlerinde farklı kişileri rol model olarak benimsiyor, kararlarını bu rol modellerin yaşam ve davranış tarzına bakarak alıyor. Amaç ve hedefleri olmayan bireyler, diğerlerine göre sosyal baskı ve yönlendirmelerin etkisinde daha fazla kalıyor. Yaşam amacı edinmek ve buna ulaşmak için hedefler belirlemek ise kendini başkalarıyla kıyaslama eğilimini en aza indiriyor.


«Ben ne işe yarıyorum?»

Yaşam amacını bilmek, bu amaca ulaştıracak hedefler belirlemek, bu hedefleri birer birer gerçekleştirme çabası içinde olmak, tatmin edici bir yaşamın sırrı. Oysa günümüzde iyi bir işi, iyi bir geliri, iyi bir birikimi olduğu için tatmin edici bir yaşam sürdüğü düşünülen birçok kişi, kendini şu iki soruyu sormaktan alamıyor: «Ben ne için yaşıyorum?» «Ben ne işe yarıyorum?» Ömürlerini çok çalışarak geçirmiş bu kişilerin bütün eriştiklerine, elde ettiklerine rağmen giriştikleri sorgulama, eriştiklerinin kendi amaçları değil, başkalarınınkiler olduğunu akla getiriyor. Başka deyişle, kendi isteklerini değil, başkalarının isteklerini yerine getirdiklerini. Oysa yaşama motivasyonunu doğuran, besleyen ve yönlendiren, ne istediğini bilmek ve ona doğru ilerlemek.


Bu noktada amaç ile hedefi birbirinden iyi ayırmak küçük gibi görünse de önemli bir detay. Amaç çok genel bir fikri, istenen sonucu ifade eden bir kavram. Hedef ise «Amacıma nasıl ulaşırım?» sorusuna cevap arandığında devreye giriyor. Amaca ulaşmak için izlenecek yöntemi, kullanılacak araçları, yer ve zaman belirleyerek, ölçülebilir biçimde belirlemek anlamına geliyor. Örneğin, yabancı dil öğrenmek bir amaç. Nerede (kursta mı, özel ders alarak evde mi?), ne kadar sürede (bir yıl sonunda orta seviye, iki yıl sonunda ileri seviye) öğreneceğini belirlemek ise hedef.


Psikoterapistlere göre amaç belirlemenin ilk adımı, ne istediğini bilmek. Ne var ki bu, göründüğü kadar kolay değil. Bireyin, «istiyorum» dediğinin, esasen kendi isteği mi, yoksa istemesi gerektiğini düşündüğü şey mi olduğunu en başta ayırt etmeye ihtiyacı var. Çünkü pek çok kararını, sosyal takdir ve itibar sağlayacağı inancıyla da istek duyarak da alabiliyor.


Esas istekler ve yetenekler arasındaki bağ

«Ben aslında ne istiyorum?» sorusuna cevap vermeyi kolaylaştıran, gerekeni değil yeteneklerinin gerektirdiğini yapmak. Çünkü insan, yeteneklerini kullanmayı seviyor ve ona başarı getiren en iyi işlerini de ancak bu şekilde ortaya koyabiliyor. Aradığı itibar ve takdiri, üstelik kendini iyi hissederek ve severek yaptığı eylemler sonucu aldığında, esas isteğini bulmaya çok yaklaşıyor. Psikoterapistlere göre ne istediğini bilmenin önkoşulu, kendini iyi tanımak ve anlamak. Bu, yeteneklerini iyi bilmek anlamına geliyor. Bireyin yeteneklerini tespit etmesi ve ne istediğini bulması için en önemli ipuçları ise şunlar: Hayatının ilk yıllarından itibaren en çok neleri severek yaptığı. Bugün en çok neleri yaparken mutlu olduğu. Ertesi gün neler yapmak için sabırsızlandığı. Boş zamanlarında en çok ne yapmak için heves duyduğu.


1950’lerde Yale Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma, amaç ve hedeflerini bilenlerin, bilmeyenlere göre daha mutlu bir yaşam sürdüğünü ortaya koyuyor.[1] Araştırmaya katılan üniversite öğrencilerinden istenen, hedeflerini sıralamaları. Bunu ancak öğrencilerin yüzde 3’ü yapabiliyor. Diğerleri ya ne istediğini bilmiyor ya da ne istediğini doğru biçimde ifade edemiyor. Araştırmaya katılanlar, yirmi yıl sonra, bu kez yaşamlarına dair bir grup soru cevaplıyorlar. Ortaya çıkan sonuç, yirmi yıl önce ne istediğini bilenlerin, yaşamlarının farklı alanlarında diğerlerine göre daha başarılı ve mutlu olduğu.


Ne istediğini bilmek kadar, istekleri gerçekleştirmeye çalışırken yaşadıklarını değerlendirmek de önemli. Fransız psikolog Drolet, deneyimleri anlamanın önemine vurgu yapıyor. Yaşadığımız zor tecrübeleri açıklayamadığımız müddetçe acı çektiğimizi, sebeplerini anladığımızda ise onları daha kolay kabul ettiğimizi söylüyor. Önerisi şu: Aşk ve iş yaşamımızı, ailevî ve sosyal ilişkilerimizi, yaratıcılığımızı, bedenimizi ve haz duygumuzu gözlemlemek, eğer bir uyumsuzluk söz konusuysa sebeplerini anlamaya çalışmak.[2] Bir kere anladığımızda, zor tecrübelerden güçlenerek çıkıp yolumuza devam edebiliyoruz.


«Peki ama ben kimim?»

Ne istediğini bilememek, kendini başkalarıyla kıyaslamak için uygun zemin oluşması anlamına geliyor. Bu ise, gideceği yönü belirleyebilmek için bir başkasını pusula kabul etmek demek: Ne yapacağını bilmediği için onun yaptıklarını tekrarlamak, kendi fikri olmadığı için onun düşüncelerini kabul etmek, kendine inanmadığı için ona inanmak. O halde ne istediğini bilmek, kim olduğunu bilmekle de yakından ilgili. Peki ama insan kim olduğunu nasıl bilebilir?


İnsan, kimliğini tek başına değil, doğuşundan itibaren yaşadığı çevrede bulunanlardan birtakım özellikleri alarak inşa ediyor. İlk modeller aile halkasında yer alanlar; buna, büyüdükçe karşılaştığı kişiler ekleniyor. Doğuştan itibaren çocukluk döneminde öğrenme, büyük ölçüde (işaretleri, kelimeleri, davranışları) taklit ederek gerçekleşiyor. Çocukluk döneminin rol modelleri anne ve babanın (veya çocuğu yetiştiren birinci ve ikinci kişinin) yerini, ergenlikte bu ikisine zıt karakterler, youtuber, instagrammer gibi akranlar, pop-starlar alıyor. Yetişkinlikte esinlenme azalıyor, ancak tamamen kaybolmuyor. İnsan, her yaşta esinleneceği kişileri seçmeyi sürdürüyor.


Bu esinlenme, bir kimlik arayışı değil. Her biri diğerinden farklı olan iş, aile, çift hayatı ve sosyal hayat kimliklerini geliştirerek kendisi için daha iyiyi arama. Bu arayışın belli etaplarında beliren «Peki ama ben aslında kimim?» sorusunun cevabı ise psikanalist Jacques Lacan’ın ego tanımında: «Ego (ben), soğan gibi bir nesnedir. Soyabilir ve içinde art arda sıralanarak onu oluşturan katmanları bulabiliriz.»[3] İnsan, geçmiş ve bugünkü esinlenmelerinin bir ürünü ve henüz tamamlanmış da değil.


Rol modelden farkın, eşittir yaşam amacın

Farklı kimliklerin sürekli inşası, doğal bir süreç. Ancak bu süreçte esinlenme, sadece bir çıkış noktası ise kimlik gelişimine katkıda bulunuyor. Ne yapmak istediğini bilen biri için esinlenme, bir fikirden aldığı ilhamla bambaşka özgün fikirler yaratarak bunları hayata geçirmek. Onu ayırt edilir ve başarılı kılan da bu. Ne istediğini bilmeyen, nasıl fark edileceğini ve başarılı olacağını da bilemiyor. O halde, olmak ve sahip olmak istediği her şeyi ona gösteren dijital imkânları da kullanarak, halihazırda bütün bunları yapabilmişleri model alıyor. Onun istekleri kendi istekleri, onun yaptıkları kendi eylemleri haline geliyor. Ancak yetenekleri, imkânları, biriktirdiği tecrübeler farklı olduğu için aynı sonuca ulaşamıyor.


Çocukluk alışkanlığı ile rol model arayışına girmenin kimliğe yansımaları olumsuz. Esinlenme kopyalamaya dönüyor, seçilen rol model ile kendini kıyaslamak kaçınılmaz hale geliyor. Bunun sonucu, rol model gibi ve onun kadar iyi olamadığına hükmetmek: Özdeğer ve özgüven kaybı. Yitirilen özgüveni kazanmanın, özdeğeri artırmanın ilk adımı, kendi amacına ve ve hedeflerine sahip olmak. Bu noktada, rol model ile kurulan içsel ilişkiyi olumlu anlamda kullanmak mümkün. Rol model ile aradaki farklar, kendini ve yeteneklerini tanımak, bu yeteneklere uygun amaç, hedef oluşturmak için bir fırsat.


Bir rol modeli terk ettikten sonra düşülecek ilk tuzak, bir diğer rol modeli takip etmek. Uzmanlar, rol modeller peşinde bir hayat geçirmemek için ilham kaynaklarını çeşitlendirmeyi öneriyor. Meselâ aynı dünya görüşüne sahip birkaç yakın arkadaşla görüşmek yerine, farklı kesimlerden kişilerle görüş alışverişini mümkün kılan bir sosyal çevrede yer almak. Hayranlık duyulan yazar ve düşünürlerle, sanatçılarla sınırlı kalmamak. İhtiyaç duyulan bilgileri, düşünceleri sosyal medyada takip edilen hesaplarda aramamak ve genel anlamda sosyal medya ile araya mesafe koymayı bilmek.


Sonuç olarak, insanın yeteneklerini, sahip olduklarını, eylemlerini, düşüncelerini değerlendirme eğilimi gelişme, ilerleme ihtiyacından ileri geliyor. Söz konusu değerlendirmeyi yaptığı yer, diğerleriyle sürekli etkileşim içinde olduğu yaşadığı çevre. Dolayısıyla kararlarını alırken, bu çevrede bir arada yaşadıklarının varlığını göz önünde bulundurması kaçınılmaz. Sorun, başkaları, kıyaslamaya konu olduğunda başgösteriyor. Oysa kendi amaç ve hedeflerini belirlerlerken başkaları ilham kaynağı da olabilir, idol de. Buna karar veren, insanın kendisi.


Haber: Perihan Özcan Chocardelle


ozcanperi@gmail.com



Referanslar:

[1] https://www.youtube.com/watch?v=7Qn01TDf20g&t=1s&ab_channel=Psk.%C3%96zlemTokg%C3%B6z%C3%96zsoylar

[2]Jean-Louis Drolet, La route du sens: l’art de s’épanouir dans un monde incertain, (Anlamın yolu: Belirsiz bir dünyada tatmin olma sanatı

[3]Jacques Lacan, Les écrits techniques de Freud. (Freud’un teknik yazıları)

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.