Kadın hakları konusundaki fikirlerinden ötürü ismi feminist yazarlar arasında telaffuz edilen Virginia Woolf, kendisi için bu sıfatı hiçbir zaman kullanmadı. Üç ayda bir yayınlanan Fransız L’éléphant Dergisi, Ekim 2019 sayısının kapağını Virginia Woolf’a ayırdı. Hazırlanan dosyada Woolf’un feminizmle ilişkisini ele alan, Sorbonne Üniversitesi’nden İngiliz Edebiyatı Profesörü Frédéric Regard ile yapılan röportajı hthayat.haberturk.com için Türkçe’ye çevirdik.


Virginia Woolf’un feminist olduğunu söyleyebilir miyiz?

Feministlerin endişelerini paylaşmasına rağmen, bu etiketi daima reddetti. O da erkek ve kadın arasındaki eşitsizliğe karşı mücadele etmek istiyordu. Woolf’un döneminde İngiltere’de eğitim, evlilik, boşanma ve çocukların bakımı konusunda büyük gelişmeler yaşanmıştı. Kadınların farklı mesleklere girmesi ve özellikle oy hakkıyla ilgili birtakım çalışmalar devam ediyordu. Woolf, politik feminist çevrelere yakın dururken onlarla arasındaki mesafeyi koruyordu. Onun asla bir harekete bağlı hareket ettiğini görmüyoruz. 1938’de Üç Gineli başlıklı denemesinde kendi pozisyonunu belirliyor. Kendini, ondan beklenen politik taahhütlerin “dışında” tanımlıyor.


Neden siyasi mücadele içinde yer almayı reddediyor?

Ona göre, her şey tuzağın içinde yer alıyor. Sistemin kendisi değiştirilmediği sürece, bütün kavga boşa olacak. Woolf, politik sistemle beraber ekonomik yapıyı da düşünüyor: Bireye değer biçen, ataerkil egemenliğin, erkeklerin, paranın belirlediği gerçeği algılama şekli ve canlıların birbirine karşı davranış biçimleridir. Oysa değersiz olanlar, kaçınılmaz olarak kadınlar. Marx ve Engels’i okuyup okumadığını bilmiyoruz, ancak söylemi onların düşüncesini anımsatıyor. Bu atgözlüğü düşmediği sürece angaje olmak, pozisyon almak ona çok zor görünüyor. Woolf, topyekûn bir değişimden bahsediyor. Dil ve yazı konusunda gerçekleştirdiği, dünyayı farklı bir biçimde gösteren değişim gibi bir değişimden.


Woolf’un edebiyatı, feminist fikirlerden etkilenmedi mi?

Feminist İngiliz yazarlar soyunda yer aldığı kesin. Bu soyu 19. Yüzyıl sonunda, Kadın hakları müdafaası’nın yazarı Mary Wollstonecraft’ın (Mary Shelley’in annesi) başlattığını inkâr etmiyor. Wollstonecraft ve Joséphine Butler’ın, bu soyun manevi anneleri olduğunu kabul ediyor. Yazılarında onların hakkını saygıyla teslim ediyor ve bu geleneğe kayıtsız kalmıyor. Kadınların eğitime, üniversiteye ve özellikle yüksek edebiyata girmeleri fikrini savunuyor. Hakikaten onun çevresindeki oğlanların çoğu eski dil eğitiminden geçiyor, kızlar ise bu eğitimi almadıkları gibi, Yunan ve Latin edebiyatının tamamını kaçırıyor. Feminist öğretilerinden faydalanmasına rağmen, kendi pozisyonunu onlardan ayrılarak belirliyor.


Bu tekil konumlanma nasıl tanımlanabilir?

Ne kadınların ne de erkeklerin tarafında yer almak istemediğini açıklıyor. Çünkü bunun, cinsiyetler arası savaşı sürdüreceğine inanıyor. Muhaelefet etmenin ötesini düşünüyor. Bu projeyi “andorejeni” olarak isimlendiriyor. Bir konsept ve bir kişilikten bahsediyor: 1928 tarihli romanına isim veren Orlando karakteri, kadın ve erkek arasında gidip gelir. “ ‘Erkek-kadın’ veya ‘kadın-erkek’ demeli” diyor. “Büyük şairler bunu uzun süre önce anladılar” diye ekliyor. Çünkü bu “androjeni” aynı zamanda ve özellikle, meselâ tekil bir yazı ritmi aramaya dayanan, edebî, şiirsel bir proje. Dalgalar’da (1931) anlatım, deniz üzerine derin düşüncelerle sık sık kesiliyor ve okuyucu karakterlerin düşünce akışlarını izleyerek dünyayı fark etmeye davet ediliyor. Buna edebiyatta “bilinç akışı” tekniği diyoruz. Gerçekle kurgunun iç içe geçtiği açıklayıcı mekanizmaları da düşünmek gerekiyor. Virginia Woolf hem cinsiyetler (cinsel farklılığın sosyal tasarımı), hem de edebî tarzlar arasındaki sınırları bulanık hâle getiriyor. Şaşırtıcı güzellikteki denemeleri saf teori değil: Kurgu, otobiyografi düşüncesiyle karışıyor. Yeniden Üç Gineli’ye geliyoruz. Bu denemede cevapladığı mektupların varlığı doğrulanmış, ancak alıcının Woolf’un olduğuna dair hiçbir işaret yok. Sınırlar üzerinde durmadan gidip geliyor. İşte onu benzersiz kılan da bu.


“Kadın yazını”nın öncülerinden biri olarak kabul edilebilir mi?

“Kadın yazını” ifadesi daha sonra, 1970’lerin başında, Hélène Cixous’un kalemi altında ortaya çıkıyor. Fakat gerçekten Virginia Woolf’un bununla ilgili bir şey icat etmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Eril bir geleneğin mirası olmayan yeni bir dilbilgisi, yeni kelimeler, yeni cümle biçimleri bulmayı deniyor. Yazı pratiğinde, erkeklerin erkekler için ürettiği dilden özgürleşmeye çalışıyor. “Kadın yazını” olarak isimlendirilen, kadınların doğuştan sahip oldukları bir ayrıcalık değil. Yeni sözcükler yaratan veya var olan sözcüklere yeni anlamlar yükleyen, yeni bir söz dizimi yapısı oluşturan, okuru farklı bir biçimde düşünmeye yönelten şiirsel bir operasyon. Bu sadece kadın tarafını değil, iki tarafı da düşünmeyi ifade ediyor. Kadın yazınının prensibi de bu. Jacques Derrida’nın formülünü ödünç alıyorum: Bir rutini izlemiyor, çizilmiş çizgiden geri çekiliyor, aynı zamanda iki tarafı da ayrı ayrı reddediyor. Bu anlamda Woolf, kadın yazınının öncüsüdür.


Virginia Woolf kimlere ilham verdi?

Çok sayıda İngiliz kadın yazar ve sanatçı onu referans gösteriyor. En bariz çağdaş örneklerden biri, bana göre, bütün eserleri Virginia Woolf’a atıfta bulunan Jeanette Winterson. Fransa’da ise, V.W. : le mélange des genres’ı* kaleme alan Geneviève Brisac ve Agnès Desarthe gibi günümüz yazarları Woolf’un hakkını teslim ediyorlar. Woolf’un etkisi sınırları aşıyor, çeşitli mücadeleleri etkiliyor. Kübalı-Amerikalı sanatçı Coco Fusco, Woolf’a yazılmış mektup şeklinde, esas sorunun terörizm olduğunu anlatan bir bildiri yayınladı! Woolf, güncelliğini asla yitirmiyor.


Fakat karşı direnişler de var! Güncelliğini koruma konusunda Woolf’un hakkını teslim etmemekte ısrar eden Hélène Cixous ile birçok kez tartıştım. Bu bir ölüm kalım meselesi: Woolf’un eseri ölüm tarafından yoklanıyor ve yaşam üzerine bahse giriyor. Woolf’un marazî olduğu yanlış değil. Mrs Dalloway’de (1925) Septimus karakteri Büyük Savaş’ın travmasıyla ortaya çıkıyor ve intihar ediyor. Dalgalar’da kısa aralar, ölüme, insanın yokluğuna duyulan hayranlığı gösteriyor. Ölüm meselesi, Woolf’un kurgusunu besliyor. Gerçekten kaybetme kaygısına varan derin depresyonu, yazılarına damgasını vuruyor. Ve 28 Mart 1941’de ceplerini çakıl taşları ile doldurup kendini Ouse Nehri’ne bıraktığını hatırlıyoruz.


* Cinsiyetlerin karışımı. Henüz Türkçe’ye çevrilmedi. L’Olivier yayınevi, 2004.


Frédéric Regard, La force du féminin. Sur trois essais de Virginia Woolf (Kadınsı güç. Virginia Woolf’un ’un üç denemesi üzerine) kitabının yazarı.



Röportaj: Marika Dronaeu, L’éléphant Dergisi Ekim 2019 sayısı

Fransızca’dan çeviren: Perihan Özcan


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.