Son on beş yılda herhalde beş kez bir spor salonuna üye olmuşumdur. Esas amacım kilo vermekti. Ancak kilo verdikten sonra da spora devam etmeye niyetleniyordum. Spor mecburiyetten değil, zevkle yaptığım bir şey olsun ve hayatımın bir parçası haline gelsin istiyordum. Haftanın belli günlerinde koşarak spora gitmenin, vücudumun ürettiği adrenalinle her seansın sonunda zinde, mutlu, iyi hissetmenin hayalini kuruyordum.


Ne var ki, peşin peşin üç ya da altı aylık ödeme yapmama rağmen, bir ayın sonunda pes ediyordum. Ayaklarım geri geri gidiyordu. Aletleri kullanırken, “Bir an önce bitse de gitsem” diyordum. Kapısından çıkarken bazen iyi hissetmeme rağmen, aletleri kullanırken çektiğim işkenceden ötürü spor salonları çilehane gibi geliyordu.


“Yirmi dakika bisiklet, on beş dakika koşu, yedinci derece, aşağısı olmaz.”

“Niye?”

“Vücut yarım saatten sonra yağ yakmaya başlıyor.”

“Ama kursağıma ağrı giriyor, çok yoruluyorum, aletleri kullanmak için gücüm kalmıyor.”

“Kilo vermek istemiyor musunuz?”

“İstiyorum.”

“O zaman?...”


“On iki kilo fazla, kaldıramıyorum.”

“Sekiz kilo o zaman.”

“Sekiz kilo iyi ama dört tur çok ağır geliyor.”

“Üç tur o zaman.”

“İki turla başlasam?”

“Olmaz.”

“Niye?”

“Etkili olmaz.”


“İki saat çok fazla. Hem yoruluyorum hem de o kadar vaktim yok. Bir saatlik program hazırlayamaz mısınız benim için?”

“Olmaz.”

“Neden?”

“Sonuç alamazsınız.”



Spor eğitimi almış, bir spor dalıyla meşgul, formlarıyla insanı onlar gibi olmaya özendiren koçların hazırladıkları programları uygularken kan ter içinde kalıyor, tükeniyordum. Biraz kilo verdikten sonra belediye veterinerinin aşısını yiyen kedi gibi arkama bakmadan kaçıyor, bir daha semtlerine bile uğramıyordum. Toparlanan vücudum kısa sürede kendini tekrar salıyor, tekrar eski kiloma kavuşuyordum!


Yıllar sonra anladım, koçsuz, programsız, umuma açık aletleri kullanırken. Bisikletin beşinci derecesi baldırlarımı ağrıtınca üçüncü dereceye inerken... Kollarım için dört, sırtım için dokuz kiloluk ağırlıklarda karar kılarken... Ağırlıkları, bedenim alıştıkça artırırken. İki değil, bir saat spor yaparken... Koçlarla spor yapanları izlerken, neler hissettiklerini, yorgunluklarını dinlerken...


Sorun bende değil, spor salonlarındaydı! Sorun bende değil, koçlardaydı.

Standart bir programları vardı. Toplam yarım saat, kırk beş dakika kardiyo, sonra aletli egzersizler. Sadece aletlerin ağırlıkları değişiyordu, o da yaşa, boya, kiloya göre, hissettiğine göre değil. Program ağır mı geldi, hafifletmek mi istedin, değişiklik mi talep ettin, kızıyorlardı ve bir alternatifleri yoktu. Halbuki hayatta her şeyin bir alternatifi var.


Bugün anlıyorum ki, spor koçları spor salonlarına gelenleri tam anlamıyor! Bu evrensel düzeyde, coğrafi ve kültürel değişikliklerin değiştirmediği bir gerçek.


Spor salonlarında koçluk yapan bu kişiler, yıllardır spor yapan insanlar. Sürekli hareket halindeler ve bedenlerinin sınırlarını zorlamaktan zevk alıyorlar. Ve ne yazık ki karşılarına gelen kişileri de zorluyorlar. Genellikle umurlarında değil: Bu insan günde kaç saat çalışıyor? Ayakta mı duruyor, masasında mı oturuyor? Sakin biri mi, yoksa çok mu hareketli? Doğal hayatına bırakıldığında hareket etmek için hangi yolu, meselâ yürümeyi mi, yüzmeyi mi, yoksa ip atlamayı mı tercih ediyor?


Bütün bunlar, o kişi hakkında insana bir fikir veriyor Koçlara da verebilir. Yerinde duramayan birine aktif programı dayayabilirler, ancak fevkalade sakin ya da halihazırda fizik yoğun bir iş yapan birine belki o programın yarısını uygulamalılar.


Karşılarına “Ben spor yapmaya geldim, kendimi size teslim ediyorum” diyen kişiyi bence dinlemiyorlar, dinleseler de anlamıyorlar. Gelen beden zaten ham. Üzerine o bedenin sahibi “Yoruldum” diyorsa, programı hafifletmeliler. Ve yavaş yavaş yoğunlaştırmalılar. Yoksa geleni kaçırıyorlar.


Belki spor salonlarının sahipleri durumdan memnunlardır. Al-kaç, vur-kaç tekniği. Bir kere üye olsun, ödesin, bir-iki gelsin sonra ayağını kessin. Halbuki üye olsa, ödese, hep gelse, öyle memnun ve mutlu olsa ki, eşini, dostunu, çocuğunu, arkadaşını, akrabasını da getirse, patron da sürümden kazansa, yeni yeni salonlar açsa... Üye olan da üye olanı çalıştıran da sahip de kazansa... Daha iyi olmaz mı? Mantıklı olsa da işin ticari kısmından çıkıyorum şimdi.


Fakat bir konuda çok ısrarlıyım. Spor salonuna üye olanların en az yarısı, aslında sporu hayatının bir parçası haline getirmek istiyor. Ancak ağır programların kasıklarına sapladığı ağrıdan, nefes nefese kalmaktan, aşırı yorgunluk yüzünden daha baştan yılıyor.


Keşke koçlar, aslında çok iyi donanıma sahip olan bu eğitmenler, programları hazırlarken bu kişileri dinleseler. Bedenlerini çalıştırmak için geldiklerini anlasalar, sınırlarını zorlamak için değil. Kendileri gibi onların da bedenlerinin çağrısına uyduklarını, herkesin bedeninin farklı olduğunu, bu sese kulak verince türlü alternatifler üretmenin mümkün hale geldiğini hatırlasalar.



Özlem Kartal

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.