Koç Üniversitesi Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Ayşe Altıntaş, “Multipl Skleroz’un tedaviyle kontrol altına alınabileceğini” belirtti. Fakat Multipl Sklerozu (MS) tam olarak tedavi edip sonlandıracak bir tedavinin henüz mevcut olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Ayşe Altıntaş, son 20 yılda MS tedavisinde pek çok yeni ilaç seçeneğinin hastaların kullanımına sunulduğunu ve ülkemizde bu tedavi seçeneklerinin hemen hemen tümünün ulaşılabilir durumda olduğunu vurguladı. Altıntaş, “Tedaviyi planlamadan önce, mutlaka ’Multipl Skleroz’ teşhisinin doğruluğundan emin olunmalıdır. MS, tanısı zor konan bir hastalıktır ve pek çok başka hastalıkla kolaylıkla karışabilir. Tecrübeli merkezlerde bile yanlış tanı oranı azımsanmayacak düzeylerdedir,” dedi. Prof. Dr. Altıntaş, MS hastalığının genellikle 20-40 yaş arasında başladığını ve bu dönemin kadınların “doğurganlık dönemi”ne denk geldiğini, bu süreçte gebelik planlamasının nasıl olması gerektiğini ve tanının konmasından sonraki tedavi süreciyle de ilgili bilgi verdi.


“Multipl Skleroz (MS), genelde genç erişkinleri ve daha çok kadınları etkileyen, ataklarla seyreden, bağışıklık sisteminin fonksiyonlarındaki bozukluğunun rol oynadığı, süreğen bir merkezi sinir sistemi hastalığıdır. Genetik olarak kalıtılan ya da bulaşıcı bir hastalık değildir. Süreğen (kronik) bir hastalık olduğundan, tanı konduktan hemen sonra tedavi seçenekleri hastayla birlikte gözden geçirilmeli, doktor ve hasta hemfikir olacak şekilde tedavi protokolü oluşturulmalıdır.


Tanının konmasından sonra tedavi 3 farklı amaca yönelik olarak organize edilmelidir:

Birinci tedavi amacımız; atakların tedavisi şeklindedir. Bu amaçla en sık kullanılan tedavi, damardan (IV) yüksek doz kortizon tedavisidir. Bu tedavi, ataklarda 3 ila 10 gün süreyle uygulanabilmektedir. Tedavi mutlaka sağlık hizmeti verilen bir kurumda uygulanmalıdır. Kortizona cevap vermeyen hastalarda plazma değişimi dediğimiz tedavi de etkili bir seçenektir. Unutulmaması gereken nokta; atak bulgularına enfeksiyon tablosu da eşlik ediyorsa, önce enfeksiyonun tedavi edilmesinin gerektiğidir. Ateş ve enfeksiyon tablolarının MS’te “alevlenmelere” ve “yalancı ataklara” yol açabileceği hep akılda tutulmalıdır.


İkinci tedavi amacımız; MS’i kontrol altına almayı amaçlayan, gelecek atakların sıklığı ve şiddetini azaltmaya yönelik ilaçla tedavidir. Bu amaçla kullanıma sunulan ve halen kullanımda olan ilk ilaçlar, enjektabl ilaçlardı. Ardından oral ve IV infüzyon tedavileri de MS tedavileri içinde yerlerini aldı. Bu ilaç seçeneklerinin kullanıma girmesiyle beraber, hem hastalık progresyonu hem atak sayısı hem de radyolojik lezyon yükünün kısmen de olsa kontrol edilebilmesi mümkün olmaktadır. Bu ilaçlarla yapılan çalışmalar erken tedavinin hastalar açısından avantaj yarattığını ortaya koymaktadır. Ancak akılda tutulması gereken önemli bir diğer nokta; yeni kullanıma giren MS ilaçlarının bazılarının bir beyin iltihabı olan progressif multifokal lökoensefalit’e (PML) yakalanma riskini artırdıkları bilgisidir. Bu beyin iltihabı, JC virüs adlı bir virüsün aktive olup hastalık tablosu oluşturmasıyla ortaya çıkmaktadır. Maalesef bu hastalığın bilinen bir tedavisi bulunmamaktadır.


Kullanıma yeni giren MS ilaçlarının, enfeksiyon ya da az da olsa malignite riskini artırabildikleri bildirilmektedir. Bu konularda hem hastayı izleyen doktorun hem de hastanın dikkatli/özenli olması gereklidir. İlaç kullanımı sırasında doktorunuzun önerdiği şekilde periyodik kontrolleri aksatmamak büyük önem taşımaktadır. Üçüncü tedavi amacımız; MS’in yol açtığı, hastanın günlük yaşamını etkileyen bulgulara yönelik “semptomların tedavisi”dir. Bu amaçla daha çok yürümeyi düzeltmeye yönelik ilaçlar, spastisite dediğimiz kaslardaki katılaşmaya yönelik tedaviler, idrar kaçırma ya da cinsel fonksiyon bozukluklarının tedavisine yönelik ilaçları kullanmaktayız. Tedavilerin başlanması ve sürdürülmesi sırasında doktor ve hastanın yakın işbirliği içinde olmasının, tedavinin başarılı olması ve en uygun tedavinin seçilmesi konusunda büyük rolü olduğu unutulmamalıdır.”


MS hastalığı kadınların doğurganlık dönemine gelirse:

MS hastalığının genellikle 20-40 yaş arasında başladığını ve bu dönemin kadınların “doğurganlık dönemi”ne denk geldiğini vurgulayan Prof. Dr. Ayşe Altıntaş, “MS tanısı alan kadınlar, tanı sonrası gebe kalmayı planladıklarında pek çok soru akıllarına gelmektedir. Bu soruların yanıtlarını kendilerini izleyen nörologla birlikte bulmaları en uygunudur,” dedi. Gebelik için hangi zamanın en uygun olduğu konusunda Prof. Dr. Altıntaş, sözlerine şöyle devam etti: “Gebelik planlaması için ideal zaman, hastanın klinik ve radyolojik olarak inaktif olduğu, ataklarının gözlenmediği dönemdir. Ancak, hasta MS açısından ilaç kullanıyorsa, gebelik döneminde bu ilacın kesilmesi önerilmektedir. Bu nedenle, gebelik planlamadan önce ilaç kesilmesinin hasta açısından büyük bir risk oluşturup oluşturmayacağı değerlendirilmeli, zamanlama buna göre planlanmalıdır.”


MS’in gebelik sırasında nasıl seyredeceği konusunun altını çizen Prof. Dr. Ayşe Altıntaş: “Bazı hastalarımız gebeliğin MS atakları ve seyri açısından koruyucu olup olmadığını sorarlar. Özellikle vurgulamak isterim ki, gebelik ‘MS için koruyucu bir çözüm/yöntem’ olarak düşünülmemelidir. Gebelik döneminde, özellikle de 3. trimesterde MS atakları belirgin olarak azalmaktadır, ancak lohusalık döneminde atak olasılığı artmaktadır. Gebelik ve lohusalık döneminde atak gelişirse, kortizon tedavisinin uygulanabileceği akılda tutulmalıdır. Emzirme döneminde bile belirli koşullara uyularak, MS’li anneye kortizon tedavisi uygulanabilir. MS’in bebek üzerinde olumsuz bir etkisi ya da önemli/ağır fetal anomalilere sebep olma gibi bir etkisi bildirilmemiştir. Bebeğin MS olma ihtimali de önemli bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. MS, genetik olarak kalıtılan bir hastalık değildir. Ancak, hastalığın oluşumunda genetik faktörlerin de rol oynadığı açıktır. Bu nedenle, anne ya da babası MS’li olan çocuklarda ileride MS gelişme riski, MS olmayan anne-babadan doğan çocuklardan biraz daha yüksektir. Eğer hem anne hem baba MS’li ise, bu risk oranı %20’ye çıkmaktadır,” diye konuştu. MS’li annenin bebeğini emzirmesinin hastalık üzerinde nasıl bir etkisi olduğu konusunda bilgilerin net olmadığını belirten Prof. Dr. Ayşe Altıntaş, “Hastaların sağlık durumu ve hastalığın seyri imkân veriyorsa emzirmeleri önerilebilir. Ancak, hastalık aktifse ve doğum sonrası erken dönemde tedavi başlanması gerekliyse, emzirme arzu edilen şekilde sürdürülemeyebilir” dedi.


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.