Gün içinde yüzlerce karar veriyoruz. Bazen basit, bazen de büyük konular için karar vermemiz gerekiyor fakat bazı kararları vermek zor oluyor. Neden kararsızlık çekiyoruz?

Karar vermek aslında gün içinde çok sık yaptığımız bir şey. Günlük ihtiyaçlar, sabahtan akşama kadar hızlıca aldığımız ve hemen uyguladığımız kararlar. Genelde otomatik olarak, gündelik rutinlerde yaptığımız şeylerde çok fazla zorlanmıyoruz ama önemli kararlarda biraz fazla vakit harcıyoruz. Küçük işlerde bile hemen karar verip uygulamaya koyabiliyorken bir “kahve mi, çay mı içsem?” sorusuna bile epey vakit harcayabiliyoruz.


Karar vermekte zorlananlar için öneriler

“Ben neden bu kararı vermekte bu kadar zorlanıyorum?” diyoruz ve orada bir tuhaflık olduğunu seziyoruz.

İnsan bunu sezer. Çünkü kendi rutinini bilir ve bu tip şeylerde bu kadar vakit harcamadığını bilir. Çünkü önemli, hayatımızın önemli olaylarıyla ilgili karar verirken vakit harcamak zaten beklenen bir şeydir, normalin dışında değildir ve garip de karşılanmaz. Ancak bu tip küçük seçimlerde çok vakit kaybediyorsak “Bende bir şey var. En küçük şeyde bile karar veremiyorum” diye fark ederiz. Küçük şeylerde bile karar verememek bize bir mesajdır. En küçük şeyde bile karar verememeye başladıysak aslında kökleri çok derinlere giden, benliğimizle ilgili, özümüzle ilgili yolunda gitmeyen bir şeyler olduğuyla ilgili derin bir mesajdır.


“Buzdağının görünen kısmı” demiştin. O nedir?

Buzdağı bize bir mesaj olarak iç dünyamızdan iletiliyorsa, karar vermenin bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Ufak tefek kararlarda değil ama büyük kararlarda zaten o süreci yaşarız, an be an algılarız. İçimizdeki değerlendirme sürecini takip edebiliriz. Küçük kararlarda bu hızlıca olur ama önemli kararlarda – örneğin iş görüşmesi döneminde, eş seçimi gibi önemli bir karar döneminde- hayatımızı uzun süre etkileyecek bir karar vermeden önce, içsel değerlendirme sürecimizi kendimiz takip edebiliriz. Karar vermek bir süreçtir. Sürecin sonunda yapılan bir eylemdir. Süreci genel olarak “içsel değerlendirme süreci” olarak adlandırabiliriz.


Peki, karar vermek için gereken içsel değerlendirme sürecinin aşamaları nelerdir?

Karar vermek için elimizde bir malzeme olması lazım. Bir konudan bahsediyorsak, elimizde o konuyla ilgili veriler olması gerekiyor. Değerlendirme süreci, öncelikle bu verilerle başlıyor. Bu verilerin zihnimize nasıl ulaştığıyla ilgili küçük bir algılama sürecimiz vardır. Algılamak, çok önemlidir. Karar vereceğimiz konuyla ilgili gerçekleri, olanakları, bizim kendi becerilerimizi, yeteneklerimizi yani bu ortam koşulları diyeceğimiz şeyleri iyi algılamış mıyız, bunları artık değerlendirmeye alabilir miyiz? Bizim eksik bıraktığımız bilgi, bize gelmeyen bir veri var mı? Kararsızlık yaşadığımızda, veriler eksiksiz gelmiş mi, verileri eksiksiz işlemiş miyiz diye karar verme aşamalarına geri dönüp bakarsak, algılamadan başlamamız lazım. Elimizdeki veriler diyelim ki tam. Bütün verilerimizi, çevre koşullarını, kendi yeteneklerimizi, yapabileceklerimizi, her şeyi net bir şekilde algılamışız ve diyelim ki tüm veriler tam. Şimdi artık, içsel değerlendirme sürecine başlarız. Jürinin değerlendirmesi gibi düşünebiliriz.


Karar verme sürecinde öncelikle, insan doğasına uygun olarak, konunun bize getirilerini ve bizden götürebileceklerini düşünmeye başlarız. Yani bize faydaları ne olur, zararları ne olur diye, vereceğimiz kararla ilgili seçenekleri ayıklamaya, kategorize etmeye başlarız. Bu seçenekler yararlarına ve zararlarına göre, bizim elimizdeki imkânlara göre biraz şekillenmeye başlar. Bunların arasından bir seçim yapmamız gerektiği zaman, işte burada özümüz, benliğimiz dediğimiz şey devreye girer. Çünkü bu seçenekler arasından aslında bize en çok hitap edeni seçmek durumundayızdır. Sağlıklı karar vermek böyle olur. Özümüze hitap edeni seçmeliyizdir fakat burada, karar verme konusunda en çok takıldığımız aşama burası diyebiliriz. Özümüz ile elimizdeki verileri, çevre şartlarını, imkânları ve bütün bunları uyuşturma aşamasında biraz zorlanıyoruz.



“Elalem ne der?”

Veriler kısmını biraz açalım mı? Sanırım içinde yaşadığımız toplumun koşullarıyla da çok bağlantılı. Bir insan neden kararsızlık çeker? “Elalem ne der?” gibi, karar verirken duyduğumuz iç ses ve dış ses ayrımları mı oluyor?

Mutlaka oluyor ancak konuya göre de değişir. Karar verirken ayağımıza takılan şey, hangi konuyla ilgili karar vermeye çalıştığımızla da ilgilidir. “Elalem ne der?” ya da dışsal faktörleri çok dikkate aldığımızı fark edersek yani vereceğimiz kararda kendi içimizde yükselen seslerden çok dışarıdan gelen sesleri dikkate alıyorsak, verdiğimiz karar çok da yapmak istediğimiz, içimize sinen bir karar olmaktan çıkar. “Şunu yapmam gerekiyor, bunu yapmam gerekiyor” deriz. Gereken bir kararmış gibi ortaya koyarız ama bunun tam tersi yani sağlıklı karar nasıl olmalıdır? Dediğim gibi, içimizden gelen, özümüzden gelen sesler vardır. Bunları dikkate almak zorundayız çünkü kendi gibi olmak, kendi gibi yaşamak bunu gerektirir ama elimizde sadece bu veri yok. Bir toplumun içinde yaşıyoruz.


Aslında içimizden gelen ile bugüne kadarki hayat tecrübemize göre çevremizin bizden beklediği, beğenilen, sevilen, takdir edilen, saygı gören insandan beklediği şeyler o sırada farklılık gösterebilir. İnsan olarak biz de beğenilmeyi, takdir edilmeyi, sevilmeyi isteriz ama içten içe şunu da biliriz; Bizim içimizden gelen ses buna pek de uymayan bir şey istiyor. Aslında bir karar vereceksek çok içimize sinen karar bu yöndeki olur fakat karar verirken zararını ve yararını da hesaba katarız. Eğer zorlanacağımızı düşünürsek yani bu iş bize yarardan çok zarar verirmiş gibi öngörürsek ve hissedersek, o zaman daha çok, beklenilen eyleme yönelik kararlar vermeye başlarız. O zaman da ikilem olur.


İkilem belki de asıl zararı göreceğimiz, içimizde çatışmaya sebep olacak şey olabilir, değil mi?

Burada önemli kararlardan bahsediyorum ama aslında bu kararları sıradan konular için de uygulayabiliriz. Günümüz şartları çok değişti. Canımızın istediği yöne doğru çok da hareket edemiyoruz. Basit bir örnek üzerinden gidelim. Diyelim ki sabahları uyanınca henüz bir şey yemeden kahve içmeyi seven bir insansınız ancak son zamanlarda kahvenin zararlarıyla ilgili yazılan-çizilen, kulağınıza gelen birtakım şeyler de var. Aile alışkanlıkları da var, evde hazır çay var, evdekilerden duyulabilecek eleştiriler var, artı bu duyduklarınız var. Kahve içecekseniz kendinizin yapması gerekiyor. Çok küçük ve saçma bir konu gibi görünüyor ancak şunu düşünüp karar vermeye çalışırken bile insanların kıvranması söz konusu olabiliyor. “Yorgunum, acelem var, evde hazır çay var, canım kahve istiyor ama uğraşamayacağım, çay içeyim” diyorsunuz.



Kendiyle bağlantıda olma egzersizi

“Kendine bir kahve yapıp çıkıyorsun” diye eleştiri de duyabilir. İnsanlar orada bile kendi olmakla ilgili bir ikilem yaşayabiliyor. Bunlar derin meselelerle ilgili ipuçları barındırıyor ama bu tarz basit örneklerden gitmek çok faydalı.

Gerçekten basit şeyler yaşıyoruz, günlük şeylere baktığımızda… Oralardan ipucu alabilirsiniz. Kendinizle bağlantınız ne kadar güçlü, bu anlarda bunu ölçebilirsiniz.


Kendimizle bağlantımızı nasıl ölçebiliriz? Kararsızlık anları yaşadığımızda, karar verememekle ilgili ikilem etrafımızda hiç kimse yokken de yaşanabiliyor. Dış ses ya da öğrenilenlerle baş başa kaldığımızda, o zorlanmayı nasıl aşabiliriz?

Burada en kolay yapılabilecek şey, karar verme süreci diyorsak, “bir kararın eşiğindeyim” diyorsak, en azından iki seçeneğimiz var demektir. İlk yapacağımız iş, o seçenekleri masaya yatırmak olabilir. “Bu seçeneği neden istiyorum?” diye sorulmalı. Burada mutlaka kendiyle bağlantısı güçlendirmek isteyen herkes için söylüyorum, “gereklilik” kelimesini lugattan biraz çıkarmak gerekiyor çünkü “gereklilik” çok kullanıldığı zaman hayatınızın her alanına yayılabilir ve sizin içinizden gelenleri, özünüzden gelen sesi zaman içinde susturur. Her şey “Bunun yapılması gerekiyor, bunun söylenmesi gerekiyor, böyle davranılması gerekiyor” haline dönüştüğü zaman artık “Ben böyle istiyorum” kalıbından çıkarsınız, ortamın gerekliliğine göre bir hayat yaşamaya başlarsınız.


Fedakarlıklar, kendini ezip geçmeler, kendinden vazgeçmeler…

Topluluk içinde yaşıyoruz. Tabi ki bazı yerlerde taviz vererek yaşayacağız. Her zaman gönlümüzden geçeni yapma özgürlüğümüz de yok. Kişisel tercihlerde, çaylarda-kahvelerde sıkıntı olmayabilir, kendi tercihlerimizi uygulayabiliriz ama özellikle birkaç kişi içinde bir şey yapacaksak biraz uyum sağlama becerimizin de gerekmesi lazım fakat uyum sağlama becerisiyle özümüzü çiğneyip geçmek arasında çok narin bir denge var. Ona çok dikkat etmeliyiz. O yüzden seçenekleri gözden geçirmek lazım ve o her seçeneğiniz içinde birbiri ardına gelen sorular sormak lazım, bıkmadan ve usanmadan. Bu bir egzersiz. Bir sonraki kararınız, çok önemli bir şey de olsa hemen karar vermek zorunda değilsiniz. Gerçekten bilinçli bir şekilde çalışmanız lazım. “Neden istiyorum?” diye sorun ve bir cevap verin. “Peki onu neden istiyorum?” “Bunu neden istiyorum?” diye tekrar sorun. Diğer seçenek için de aynı şeyi yapın. Bu “Neden istiyorum, neden istiyorum?” sorularının sonunda, mutlaka özünüzden gelen bir kaynağa ya da dışarıdan gelen bir kaynağa ulaşırsınız. Elinize çok somut bir veri mutlaka gelir. Ondan sonra da “Peki, bunun bedeli nedir?” diye sormalısınız. Önemli soru budur.


Seçeneğin özünüzden geldiğini ya da dışarı kaynaklı olduğunu bulduktan sonra, diyelim ki dışarı kaynaklı seçeneği seçmezseniz, kendi özünüzü seçerseniz neler olabilir diye bakmalısınız. “Şöyle olursa ne olur, böyle olursa ne olur?” diye karar vermeyi denerseniz zaman içinde, otomatik olarak özünüze uygun “yine olsa yine yaparım, hiç pişman değilim” diyebileceğiniz şekilde karar verme beceriniz de gelişmiş olur. Bu belki küçük örneklerde yapılamayabilir ama günlük olarak, okul ödevi gibi yazarak da çalışabilirsiniz. Bu “Kendiyle bağlantıda olma egzersizi” yani “Neden, neden istiyorum, neyi göze alıyorum, buna hazır mıyım?” egzersizini yaptıkça kendinizle bağlantınız güçlenir, iç sesiniz de güçlenir. Cılızlık yerine daha güçlü, daha kendini duyuran ama mecbur kalırsa da yapmak gerçekten gerekiyorsa da tavizleri de bilerek ve isteyerek verebilecek güçlü bir iç benlik yaratırsınız.



Güçlü bir “Evet!”

Orada risk olarak görünen şeylerin de belki bir önemi kalmaz. Bütün riskler gerçekleşecek diye bir durum da yok. Bütün seçenekleri gözden geçirdiğini bilen ve buna göre karar aldığını bilen bir insan olmak güç duygusu getirir, değil mi? Kararı neden aldığını bilmek, kararı alırken kendi değerlendirmesini yaptığını bilmek, konuşurken bile insana güç veriyor.

Bu şekilde alınan karar, sağlam temelli karar oluyor. En sağlam, en kalıcı, siz siz olduğunuz sürece asla pişman olmayacağınız karar, güçlü bir “Evet” ile verilen karardır. Neye “Evet”, “Yine olsa yine yaparım. Çünkü ben böyle bir insanım. Başka türlüsünü yapamam, yaparsam da rahat edemem” diyoruz.


Diyelim ki başka türlüsünü yaptık. İçimizden gelen sesi duyduk ama bazı şeyleri göze alamadık, bazen gerçekten de deneyimsel olarak da sonuçlarını biliriz ve diyelim ki göze alamadık, dış etkenlerin daha çok etkili olduğu bir karara vardık ve o seçeneği uygulamaya koyduk.


Ama bunu zorunlu olarak yapmadık…

Hiçbir zaman hiçbir şey yapmaya zorunlu değiliz zaten. Göze alamadık demek daha doğrudur. Sonucunu bir şekilde kestiririz. Aslında gerçekten kaçınamayacağımız tek son, ölümlü canlılar oluşumuzdur. Yaşamımız o ya da bu şekilde sonlanacak. Sonsuz bir algımız da yok. Kabul etmemiz ve “mecburum” diyebildiğimiz tek şey bu olmalı. Diğer hiçbir şeye gerçekten mecbur değiliz ama sonuçlarını yaşam tecrübemize dayanarak aşağı yukarı kestirebiliriz. Tabi yaşam tecrübesi biriktirmek için işin içine biraz cesaret de giriyor. Bugüne kadar bilmediğimiz şeylerde cesaret etmek lazım. Her şeye rağmen o kararı verip denemek lazım. O da size bir deneyim olarak geri döner. Olumlu ya da olumsuz ama yine de bir kazançtır. Bir sonraki karar sürecinize de faydası olur.


Dediğim gibi, karar verme sürecine elimizdeki verilerle başlıyoruz. Geçmiş deneyimleriniz de bu önemli değerli verilerin arasında olur. Karar sürecinin içine onları da katarsınız ama bilinçli ve farkında olarak karar vermek bir zaman sonra gerçekten sizin bir beceriniz, otomatik gelişen bir süreciniz olduğu zaman hep kendinize, benliğinize uygun kararlar verdiğiniz için hem yaşamınız daha otantik olur. (Otantik dediğim, sizden kaynaklanan, özünüzden kaynaklanan, size özel bir yaşamınız olur.) Hem de pişmanlıklarınız, hayal kırıklıklarınız çok daha az olur çünkü sonucu kötü bile olsa, beklemediğiniz bir şey bile olsa bilerek ve isteyerek her şeyi değerlendirmiş bir şekilde, vicdanınız rahat olarak karar verdiğiniz için –vicdan önemlidir- içinize sinerek karar vermişsinizdir. Hani olur ya “Kaç paraysa vereceğim” deriz, o şekilde bir göze alma ile cesaretle, güçlü bir “Evet” ile yola çıktığınız için sonuçları sizin için “Olsun, bu da deneyim oldu” deyip dağarcığınıza, heybenize koyarsınız.


Kişinin kendi kararını aldığı bir sonuca vardırıyor. Geriye dönüp bakıldığında da “Ben böyle bir insanım, ben kararı veriyorum” derken bunu aslında bencilce değil, bütün seçenekleri değerlendirmiş, içinde bulunduğu çevreyi de göz ardı etmemiş, sadece “ben öyle istiyorum” dememiş, her şeyi ölçüp bitmiş ve kendi kararını vermiş bir insanın “Evet”i, değil mi? Umarım ki içimizden ve dışımızdan güçlü bir “Evet” ile başımızı yastığa koyar ve ertesi gün bunun verdiği duygularla uyanırız.


Bu, büyük bir huzurdur.


Röportaj: Senem Fırat Tahmaz


"Karar verdim ama uygulayamıyorum" diyorsanız, sohbetimizin devamı bu bağlantıda!





Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.