Yakınımızda diye en büyük mülteci veya göçmen problemi topraklarımızdaki sanıyoruz çoğu zaman. Amerika sınırını geçen Latinlerin yaşadığı ayrımcılık tanıdık gelmiyor. Yine aynı şekilde sosyal medyadan dahil olmaya çalışsak bile ‘Black Lives Matter’ hareketine kendi topraklarımızda hemen her gün sosyal medyada, gazetelerde ayrımcı dil ve nefret söylemiyle barış içinde yaşamamız gereken toplulukların hayatlarını zorlaştırdığımızı unutabiliyoruz. İkinci sınıf görülmenin işlendiği hoşuma giden filmlerden derleme yaptım:

Aşkın Krallığı

Siyahların beyazların kullandığı kapıları, girişleri kullanamadıkları, daha vahşi, daha aşağılık görüldükleri günlerde İngiltere'de başlayan beyaz kadın - siyah erkek aşkını dönem dinamikleri üzerinden ele alan bir film. Film 1947'leri işlese ve artık hemen her topluluk 'Her insan eşittir' fikrinde mutabık olsa da cahilce gelen siyah - beyaz ayrımcılığı yerini mülteci - vatandaş, homoseksüel - hetereseksüel gibi birçok etikete bıraktığından filmden güncel dersler de çıkarabiliyoruz.

Genelde siyah - beyaz ayrımcılık konularını işleyen filmler ve diziler Amerika'da geçse de bu film İngiltere'yi ve İngiliz politikalarının etkilediği bir toplumu anlatıyor.

Filmin gerçek bir hikayeden esinlendiğini bilmek konuyu ve işlenen duyguları daha dokunaklı yapıyor. Filmden etkilenip kendi içimize döndüğümüzde; evet siyah - beyaz ayrımına denk gelmemiş, AB'nin eşitlik politikalarının kutsal kabul edildiği dönemlere denk gelmiş olsak da göç meseleleri sonucu doğan ötekileştirmenin bizim de payımıza düşeni verdiği gerçeğini değiştirmiyor.

Örneğin; medya izleme yöntemleriyle 2019 Mayıs - Ağustos aylarında 1313 köşe yazısı ve haberin incelenmesi sonucu 264 içerikle en çok Suriyeliler hakkında nefret söylemine rastlanmıştır. Bir sosyal platformdaki yorumumuzla, okuduğumuz gazetedeki köşe yazısıyla toplumsal kutuplaşmayı besleyebiliyoruz; teknoloji ile bu çok daha hızlı ve kolay olduğundan 1940'lardan daha kolay ayrımcılık yapabiliyoruz. O yüzden filmde işlenen konuyu 'İngilizlerin tarihindeki bir ayıp'tan daha detaylı düşünmenizi tavsiye ederim.

Diğer taraftan Latinleri ele aldığımızda; ekonomik yokluk, kadın cinayetleri, uyuşturucu baronları ve kaçırılan binlerce insandan haber alınmamasından bıkan Latinoların Amerikan Rüyası için çıktıkları yolculuklara biraz yabancı kalıyoruz. Onlar; tecavüz, kaçırılma, paralarını alıp sınıra varmadan yarı yolda bırakan insan kaçakçılarının oluşturduğu tehlikeli yolculuğu arkalarında bıraktıklarında bu sefer travmalar, kültür çatışmaları gibi problemler patlak vermeye başlıyor.

Spanglish

Kızını tek başına yetiştiren Meksika kökenli bir anne, kızının çevresinde gördükleri ve sahip olmak istedikleriyle kültürü ve ekonomik kapasitesi arasında sıkışıp kalıyor. Sinirli bir anında ‘Biraz mesafeye ihtiyacım var’ diyen kızını Amerika'nın soğuk dişlileri arasına kapırdığını anlaması ve hislerini ekrana yansıtmasını çok beğendim. Küçük kızın annesine İspanyolca çeviri yapıp, işverenlere İngilizce’ye çeviri yaptığı sahnede de küçüğün oyunculuğu iki dilde ziyafet sunuyor.

A Better Life

Filmin adı, göçmenlerin o çileli yolculuklara çıkma amaçlarını ‘Daha İyi Bir Hayat’ arzularını anlatmaya yetiyor. İşlenen hikaye ise bulduklarını gözler önüne seriyor. Herhangi bir sorunla karşılaştıklarında kaçak olan Latinoların resmi otoritelere sınırdışı edilme korkusuyla başvurmamaları, potansiyel hırsız ve çete üyesi bakış açısıyla karşılaşmaları...

Kendimizi ayrımcı olarak nitelendirmesek bile toplumsal alışılmış dil eşliğinde bazen birçok topluluktan dostumuzun kalbini kırıyoruz. Amerika’da bugünlerde gerçekleşen hareketle birlikte kendi kendimizi ve çocuklarımızı eğitebileceğimiz birçok online kaynak erişime açılmıştır. Vakit yaratıp, sonradan öğretilen kötü huylarımızdan kurtulmamız dileğiyle...