Bu yazıyı bir araştırma yazısından ziyade, deneyimlerimizi aktardığım bir yazı olarak yazmaya karar vermemin nedeni gerçekten eşekten düşenin halinden yine eşekten düşen birinin anlayacağına inanmam oldu.


Uzay ve Gece iki yaşına gelmeden birkaç ay önce evimizde birtakım direnişlerin, darbe arzularının ayak seslerini duyuyorduk ve fena halde önemsiyorduk. Çünkü hem arkadaşlarımızın çocuklarından gördüklerimiz hem de okuduklarımız bizi o “Korkunç İki”ye hazırlanmak zorunda hissettiriyordu.


İlk önce – sanırım 22.aydı- uykuları bozulmaya başladı. Uyku eğitimi verdiğimiz, akşam yedide yatıp sabah yedide kalkan çocuklarımız uyumak bilmiyorlardı, yatakta kriz geçiriyorlardı ve o kadar uykuları gelmiş oluyordu ki “Tamam uyumasınlar” diyemiyorduk, çünkü bizim için uykusuz çocuk da başlı başına bir kabustu. Bundan bir on beş gün sonra yeme alışkanlıkları değişmeye başladı. Bizimle birlikte zeytinyağına brokoli banarak yiyen çocuklarımız makarna, köfte, patates dışındaki her şeye burun kıvırıyor ve yeseler bile ölmeyecek kadar yiyorlardı. Tok evin aç kedisi olmazdı. Ne de olsa yiyeceklerdi.


Sonra evde her saniye yankılanan o “Hayır!”la tanıştık. Parka gitmeye, yemek yemeye, banyo yapmaya, sevilen sevilmeyen her şeye verilen cevap aynıydı “Hayır!”.Bu “Hayır”ların tonları birbirlerinden farklıydı, sadece bize söyleniyor gibi değillerdi. Birbirlerine hiç bakmadan bir işaret fişeği atıyor gibilerdi. Bu gerginlik sadece iki yaşında çocuklar ve ebeveynleri arasında değil, iki tane iki yaş sendromundaki çocuk arasında da yaşanıyordu.


Şimdiye kadar birçok mücadelelerine tanık olmuştuk ama belli ki bu farklıydı. Tam da bu noktada Uzay ve Gece’nin iki farklı insan olduklarını ve bu “Hayır”ın ikisi için de başka anlamlara gediklerini fark ettik. Uzay’ın genel olarak baskın karakterli oluşu, Gece’ye bir özel alan çizme gerekliliği hissettirmiş olacak ki kendi alanıyla ilgili her konuda hepimize karşı çılgınca bir tutum sergiliyordu. Uzay ise alanını daha da genişletmek ve hepimizi himayesine almak ister gibiydi.



Bu savaştan hem kendimizi hem çocuklarımızla olan ilişkimizi hem de çocuklarımızın aralarındaki bağı koruyarak çıkabilmek istiyorduk ama aynı zamanda uykusuz, yorgun ve öfkeliydik. Kitaplardan, uzmanlardan ve ikiz-üçüz ebeveyni olan ana babalardan aldığımız tavsiyelerle kendimize bir rota çizdik ve bizim için tahminimizin çoook ötesinde bir ferahlıkla atlattığımız bir dönem oldu.


• İnatlaşmadık, bu çocuklar şımarık olacaklar diyenlere hiç kulak asmadık. Yemek istediklerini yediler ama mama sandalyelerini bırakıp aile sofrasına geçiş yaptık ve bu işleri değiştirdi. Çünkü istedikleri şey bağımsızlıktı, bağımsız olduklarını hissettikleri zaman bir yetişkin ne yiyorsa onu yemeye karar verdiler. Bu tabii ki hemen olmadı ama aylarca da sürmedi.


• Uyku saatleri konusunda taviz vermedik ama ben “Çocuklarla birlikte yatmayacağım” kararımdan iki yıl sonra vazgeçtim. Zaten huzursuzdular ve bu huzursuzluğun en iyi ilacı daha çok dokunmak yan yana olmak ve birlikte güvende hissetmekti. Ben onlarla yatmaya başladım ve uyku düzenleri yeniden eski haline geldi. Hem de hemen. Uykularını aldıkları için nazaran daha sakin oldular.


• Çocuklarla ayrı ayrı zaman geçirmeye başladık, düzenli olarak değişim yapıyorduk. Yani gün içerisinde ikisi de hem benimle hem babalarıyla oynamış oluyorlardı. Böylece bize kanıtlamak istedikleri bağımsızlıkları için bir de ikizlerinin sesini bastırmakla uğraşmalarına gerek kalmıyordu.


• Dışarda daha çok vakit geçirdik, park bahçe, deniz kenarı orman demeden hep açık havada olmaya gayret ettik. Fiziksel yorgunluk, bu zihinsel gerginliği inanılmaz azaltıyordu. Yorgunluğun ertesine sıcak banyo rutini ekledik, suyla temasın bebeklerde ve çocuklarda çok etkili bir sakinleştirici oluşuna sığındık.


• Öfke krizi anlarında birbirlerinden fiziksel olarak ayırdık. Çünkü iki çığlık sürekli birbirini tetikliyordu ve ortam asla sakinleşemiyordu. Ama ayrı odalara geçersek ya da birini açık havaya çıkarmak mümkün olursa işler daha çabuk çözülüyordu.


• Yine kriz anlarında bir şey anlatma çabasından vazgeçtik. Sadece kucağımıza alarak sarılıp yürüyor ve çok sevdiğimizi anlatan uydurduğumuz bir ninniyi söylüyorduk. Uysallaştıklarında çok basitçe açıklama yapıyor ve hızlıca konuyu değiştiriyorduk.


Daha çok sarıldığımız, hatta sarılmakla çocukları şaşırttığımız bir dönem oldu ve beklenenden epeyce kısa bir sürede geçip gitti. Bize krizleri nasıl yöneteceğimizle ilgili de çok şey öğretti. Sonrasında kendi aramızda bunu çok konuştuk, biz de yetişkin olarak bu kadar gergin bir süreç yaşıyor olsaydık kabullenilmek ve sarılmak isterdik. Saçmalıyor bile olsak bununla ilgili bir şey duymak değil, hoş görülerek sakinleştirilmek isterdik.


İkizlerle yaşamın en zor dönemlerinden biriydi iki yaş, ama sadece geçip gitsin denilecek bir hastalık gibi değildi. Ebeveynliğimizin de yaş aldığı ve çok şey öğrendiğimiz bir dönem olarak hatırlıyoruz.


Yazı: Ilgın Sayıcı


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.