Ortadoğu kaynıyor. Çok yakınımızda savaşlar yaşanıyor. Ne yazık ki biz de neredeyse her gün, cenaze görüntüleriyle karşı karşıyayız ve ilan edilmemiş bir savaşı izliyor gibiyiz. Büyük kentlerde ya da Anadolu'nun herhangi bir kentinde, kasabasında, köyünde acılı anneler, eşler, çocuklar...


Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi'nin cenazesindeki anne ve kızının görüntülerini, bu duygularla izliyorum. Kızının feryatları yüreğimi dağlıyor...


Kadınların özellikle habercilik içinde temsil problemi olduğunu düşünüyorum. Temsil edildiklerinde de şiddet, taciz ve tecavüz nedeniyle haber konusu ediliyorlar.


Gözü yaşlı anne ve eş

Son zamanlarda ise ya asker ve polis ya da kim vurduya giden yakını; ya mülteci ya da sağlık sorunları yaşayan çocukların ebeveyni şeklinde medyada yer alıyor kadın. Hep anne, hep eş ve gözü yaşlı... Tabutlara sarılan, çerçevelenmiş fotoğrafları öpüp gözyaşı akıtan ne kadar da çok kadın var, son zamanlarda. Türkiye'de kadın ve medya ilişkileri sorunlu. Hep de sorunlu oldu, ama ülkedeki kan ve gözyaşının daha da arttığı bugünlerde kadın odaklı haberciliğin geldiği nokta, ne yazık ki üçüncü sayfa haberciliğinden sıyrılamıyor.


Kaldığı devlet yurdunda tacize uğrayan genç üniversiteliler... Suriye'deki acımasız savaştan kaçıp şişme bota atlayıp kucağında çocuğu, Avrupa hayaliyle denize savrulan kadınlar... Fatih'te sığındığı ahşap evinde çıkan yangında ikizlerini ve kendini can havliyle sokağa attıktan sonra, küçük oğlunu alevlere kurban bıraktığını fark eden ve feryat eden yine Suriyeli bir anne. Duran kalbi ikinci kez tekleyen ve acilde uyutulan 12 yaşındaki kızının hemen kalp nakline ihtiyacı olduğunu anlatan gözü yaşlı başka bir anne. Gittiği dişçide verilen penisilinli şuruba allerjisi olan kızının, artık yürüyemediğini, sağ elinin tutmadığını ağlayarak anlatan anne. Anne mikrofona konuşurken hayırseverlerden hem maddi hem de manevi yardım istiyor ve ekliyor, "Bir de laptop’u olsa kızım çok mutlu olacak."


Tüm bu haberler, dün akşam bir TV kanalında gösterilen kadınların görünür olduğu haberlerden bazılarıydı.


Toplumsal cinsiyet

Bu haberleri izlerken; bu ayın başında Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu'nun İstanbul'da düzenlediği sempozyuma konuk olan Banu Karaca'nın anlattıklarını hatırladım. "Uluslararası Toplumsal Cinsiyet ve Estetik: Sanat, Film ve Edebiyat" başlıklı sempozyumun açılış konuşmasını yapan misafir öğretim üyesi Banu Karaca, tam da bu konuya değindi. "Savaş, Toplumsal Cinsiyet ve Görsel Okur Yazarlık" başlıklı sunumunda Karaca, savaşın bizim için uzak bir ihtimal olmadığını, Ortadoğu’da bir savaş yaşandığını, bizim de her gün gelen ölüm haberlerine dayanarak bir savaş yaşadığımızı ifade etti.


Savaşın görselleştirilmesinde kadınların nasıl kurban olarak gösterildiğini çeşitli örnekleriyle anlatan Karaca, kadınların da aslında savaş zamanlarında seferber olduğuna dikkat çekti. Kadınların bu zamanlarda savaş alanlarında ve fabrikalarda var olduğunun altını çizen Karaca, “Savaş biter bitmez toplumsal hayattan soyutlanır. Onların deneyimi susturulur ve görünmez kılınır. Hiçbir zaman savaşçı olarak görülmez, eş ve anne olarak tasvir edilir” dedi.


Savaşı meşrulaştırmak için kadın kullanılıyor

Karaca'nın anlattıklarına göre; savaşın görselleştirilmesinde/meşrulaştırılmasında kadın ve çocuklar hatta yaşlılar kullanılıyor. Örneğin Afganistan'daki peçeli kadınları kurtarmak gibi. Çünkü savaşın nedeni, bu kadınları kurtarmak olarak gösterilmişti. Afgan kadınları peçeleri arkasında kurban olarak gösterildiler. Ve bunun için de National Geographic'te 1985 yılında yayınlanan Afgan kızı fotoğrafı, buna çok iyi bir örnekti. Bu haberde Afgan kızın ismi belirtilmemiş, sadece buğulu bakışlı yeşil gözlerine vurgu yapılmıştı. Steve McCurry'nin fotoğrafı 2002'de yeniden kullanılmıştı.


Time Dergisi ise Fransız sömürgesi Cezayirli kadınların çok trajik öykülerine yer verdi. Kimlik alabilmek için çarşaflarını çıkarmak zorunda kaldıkları anlatılıyordu.


Hırvatistan’da tam savaş öncesinde güzel ve genç kadınların üniforma ile gösterilmesi savaş çığırtkanlığı olarak görüldü.


Öte yandan Marie Claire Dergisi 2014 Eylülünde PYD savaşçılarını, Wall Street Journel Nazi Kampı'ndan kurtulan dört kadını ve Kadın Barış Kampı'nı haberleştirdi. Türkiye'den Cumartesi Anneleri'nin medyadaki aktivist ve protest duruşları da dikkat çekici.



Sabancı Üniversitesi Misafir öğretim üyesi Banu Karaca, Karaköy Minerva Palas’ta gerçekleşen sempozyumun açılış konuşmasını yaptı. Sempozyum boyunca; “Feminist Bilginin Felsefesi”, “Toplumsal Cinsiyet ve Ulusların Kurgu Edebiyatı”, “Edebiyatta Erillik”, “Sınıf ve Tür Ekseninde Toplumsal Cinsiyet ve Cinsellik” “Arzunun Estetiği”, “Edebiyatta Kadın Sesleri” ve “Toplumsal Cinsiyeti Yeniden Üretmek” başlıklı paneller düzenlendi.

Görsel düzenlemeler yapılıyor

Banu Karaca, terörizmle savaş denen şeyi imajlar üzerine savaşların yarattığını vurgulayarak Afganistan ve Irak savaşlarında görsel alanlarda düzenlemeler olduğunu söyledi:


"Cesetlerin dönüş görüntüleri hiç gösterilmedi. Çünkü bu tarz görseller, Vietnam Savaşı sonrasında, savaş karşıtları tarafından kullanıldı. Savaş geçmişte ve bugünde en direnilmez resim türüdür.”


Karaca'ya göre görsel okuryazarlık, görsel temsilin neler yapabileceği ile yakından ilgili. Bu nedenle önemli bir uyarıda da bulundu: "İmaj yaratmanın bir karşılaşma etiği ile ele alınması önemli. İmajların çok canlı olmasından ise kaçınılmalı.” Çünkü “Savaşların neticesinde, merkezinde toplumsal cinsiyet bulunan, sosyal ve politik bir karmaşa olur.”


Toplumbilimcilere kulak vermekte yarar var.




Hayriye Mengüç

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.