Ferzan Özpetek yeni filmi “Kemerlerinizi Bağlayın” ile yine pek çok kalbe dokundu ve sorular sordurttu. Bense filmden öte Ferzan Özpetek’in filmi hakkında söylediği bir cümleye vuruldum.


Filmde asla bir araya gelmeyecek iki kişinin birbirine tutulmasını anlattığını söyleyen Özpetek, filmi kurarken “benim başroldeki kadın oyuncum böyle bir adama aşık olmaz, bu herifin bir kusuru olması lazım ki kadın ona vurulsun” demiş.


Bu soru bana hayatımızdaki insanları neye göre seçtiğimizi düşündürdü. Milyonlarca insan içinden neden gidip o kişiyi seçeriz. Tesadüf müdür? Kader mi? Neye göre severiz, kimi severiz en çok?


Cevap aslında çok şaşırtıcı değil. Bize öğretilen kadar, öğrendiğimiz kadar severiz, gördüğümüz, bildiğimiz kadar, o insanla karşılaşıncaya kadar ne yaşadıysak, ne biriktirdiysek, kendimiz hakkında sevgiyle ilgili ne karar verdiysek öyle severiz. Ondandır çoğu zaman farklı kişilerle aynı şeyleri yaşayışımız.


Ve hiç farkında olmadan kendimizi sevdiğimiz ve sevildiğimiz kadar severiz. Kendimizce severiz, kendi doğrumuzca. Ve istediğimiz gibi, istediğimiz kadar ve istediğimiz şekilde sevilmek isteriz. İstediğim gibi baksın, arasın, söylesin isteriz. İşte sorunlar orada başlar. Çünkü tek bir doğru yoktur ve biz “kendimizce” sevdiğimizi unutmuşuzdur. Seçtiğimiz kişinin bize göre doğru olmayan her davranışı, onu size getiren geçmişi, aslında tastamam kendi oluşu bile rahatsız eder zamanla. O da “ben” olsun isteriz. Ben gibi olsun. Doğrularımızla yanlışlarımız aynı olsun. Olmadıkça o ilk zamanlar “doğru” olan adam ya da kadın “yanlış” damgası yer.


Hayat eksik taraflarımızı karşımıza çıkartır, direnç gösterdiğimiz insanlara aşık oluruz en çok. Bir yandan ona aşık olurken bir yandan onu değiştirmeye çalışırız. Aşk belki de bu yüzden çok karmaşıktır. Güçlü, özgüvenli, fıkır fıkır bir kadına aşık olan erkek, tercih ettiği bu kadın üzerinde zamanla baskı kurar, her hareketini eleştirir kadının. Erkeği tarafından sahiplenilmek isteyen, kıskançlıklara aşk diyen kadın, böyle bir durumla karşı karşıya kaldığında baş kaldırır, erkeği suçlar.


Aslında hayatta direnç gösterdiğimiz şeylerle sevdiğimiz şeyler hep iç içedir.


“Hayatta herkesin karşısına eş olarak kendisi çıkarmış. İnsanlar kendi problemleri ile yüzleşmekten korktuklarında bu sorunu ilişkide oldukları insanlarda görerek kendilerini rahatlatırlarmış”. Çok haksız bir cümle değil.


Boşlukları doldurmayı sever aşk. Ne boşluğunuz neye zaafınız varsa oradan doldurur kalbinizi. O boşluklar sizin boşluklarınızdır. Sevgi, güven boşluğu, bağlılık, sadakat boşluğu. Karşınıza çıkan kişi tıpkı bir puzzle parçası gibi gelir hemen tamamlar sizin boşluğunuzu. Siz de onun boşluğunu tamamlarsınız farkında olmadan.


Sen kendi içinde bir bütün olmadan, o boşluğun oldukça birileri gelip hep oraya dokunacak. Boşluğun güvensizlikse, birileri gelip hep senin güvenini sarsacak, sen hep gidip yüzlerce insan içinden en sadakatsizi seçeceksin. Hatta işin komik tarafı belli bir süreden sonra sadık olduğuna emin olduğun kişileri hayatından çıkaracak ya da hayatına almayacaksın. Çünkü o boşlukla yaşamak alışkanlık haline gelen bir durum olup çıkacak. Sen ne zaman ki güvenmeyi öğrenecek, bunun senin değil karşındakinin problemi olduğunu kabul edeceksin işte o zaman güvenilmez insanı ara ki bulasın. Sen neye hazırsan o da sana hazır her zaman.


Karşımızdaki insanı suçlamak kolay. Peki ben neden bunları yaşıyorum, neden hep aynı olaylar gelip beni buluyor diye soruyor musun? Şimdi sor kendine… Boşluğun ne? Ve gelip biri doldurmadan SEN doldur.


Unutma doğru adam ya da kadın diye bir şey yoktur. Senin doğruların vardır sadece…


Yazı: Gökçe Dölek

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.