Hafta sonu evdeydim. Sabah erkenden kalktım. Hep bu hafta içi alışkanlığı. Her pazartesi yatağımdan uyanırken “Bu hafta sonu uyuyacağım” diye kendime söz veriyorum. Ama nerdeee! Cumartesi, pazar gelmeye görsün, sözümü hep unutuyorum. Cama güneş vurunca kurulu saat gibi bu ben, aydınlanmış gökyüzü gibi açıyor gözlerini.
Günlerden pazar, annemin kahvaltı hazırlama telaşına eşlik eden tabak, çatal sesleri ile “Çayı koydum!” seslenişi kulaklarıma eşlik ederken kendisi belirdi.
- Gü-nay-dıınn
- Ay, benim ton ton annem, sana da günaydın.
Yavaş yavaş yataktan kalkıp kırışmış pijamalarımla bir adım attım yüzümü yıkamaya. Masam... Aman Allahım, bu ne dağınıklık! Sanki başkası... Söylenmeleri duyan annem mutfaktan kızgın sesini takınmış, “Nedir oraların hali? Koca kız oldun!” diye devam ediyordu ki “Tamam anne, ben şimdi sen kahvaltıyı hazırlayana kadar toplarım” diyerek lafını kesiverdim.
Yüzümü yıkayıp apar topar mağrurluğumla geçtim iş başına. Kalemler kalemliğe. Notu alınıp yapılmış işlerin kağıtları çöpe. “Aa, bu çorabım!” Geçen sabah çekmecemdeki diğer eşine soruyordum kendisini. Okunup biten kitapları da ayırdım. Son kitabı elime aldım ki arasında birkaç fotoğraf... Köşesi gözüküyor sayfaların arasından. Merak edip çektim ve öylece kaldım. 4 ya da 4,5 yaş hallerim, ayakkabılarım kırmızı rugan, üzerinde kurdele var ama ayakkabının rengini görene aşk olsun çamurdan! Çoraplarım beyaz ama beyazı sadece aralarda çünkü bir su birikintisi yapmıştı her şeyi. Ah, o günler! Bir su birikintisi görmesin gözlerim. Atlardım içine, “Üstüm kirlenmesin” demez zıplardım, zıplardım... Etrafa yayılan çamurlu sularla öyle eğlenirdim ki zaman dururdu. Eteklerimden akar o çamura karışmış sular yüzüme sıçrardı da yine güler, döne döne yürüyüp kendime bakardım. Biten su birikintisini fark edince yüzümü buruşturup üzülürdüm. Annem, o bazen kızar bazen de kahkahalarla eğlenirdi. Bu fotoğraf da eğlendiği günlerden kalmış. Komşumuzun oğlu çekmiş günbatımında.
Yedinci yaş günümden bu kare, kucağımdaki bebek de kuzenimin. Nasıl da severdi. Turkuaz pantolunu üzerine turkuaz puantiyeli beyaz gömleği vardı. Vardı diyorum. Çünkü o bebek yok. O bebeği kuzenim ile ben bir bayram akşamı yıkamaya karar verdik. Leğene su koyduk. Bebeğin başını bir güzel şampuanladık. Sonra lifle kollarını bacaklarını ve vücudunu güzelce sabunladık. Kuzenim bir ara “Burcu bebek yıkanırı mı?” dedi. “Ama biz yıkanıyoruz o niye yıkanmasın? Hem pis olmuştu“ dedim. Biz bebeği bir güzel duruladık. Hatta babaannemin bizi duştan çıkarmadan önceki sözünü bile söyledik. “Sular aşağı kızlar yukarı”. Tam o esnada babaannem banyonun kapısını açtı ve bizi gördü. “Hiç bebek yıkanır mı?” diyerek söylene söylene bebeği alıp bahçenin ipine astı. Biliyor musunuz? İki bayram arası o ipte kaldı da kurumadı. Galiba babaannem çareyi atmakta buldu. Bana da elimdeki bu fotoğraf kaldı.
Aa, Emre Abim! Kırmızıları giymiş, elimi de tutmuş, bizim eski evin terasındayız. Üzerimden en sevdiğim elbiselerimden biri: Ekoseli, cepli, kısacık. Gözüm, üç tekerlekli mavi bisikletimde. Saçlarımın bir kısmı alnıma düşmüş, aslında at kuyruğu yapılıp iki yanıma da tokalar tutturulmuş. Dizimde yaramazlığın izi yara. Emre Abim de ise fotoğraf çekilmenin ciddiyeti. Dimdik durup gözlerini kısmış, ah, benim canım abim. Aynı anlarda çekilmiş bu fotoğrafın devamında Emre Abim’in kardeşi Nevra, onda bisiklete binme telaşı, “ileride bineceğim” tavrı ile taşıyor. O an fotoğraf ile ilgisi yok. Üçümüzde de bambaşka renkli haller.
Bir sürü çocuk yumak olmuş; kim çekti acaba bunu? Bütün mahallenin çocukları burada. Yumak olmuşuz çemberin içinde. Topumuz, ismi söylenenin yakalaması telaşı ile göklerde salına salına süzülüyor. Kimimiz topu bekliyor, kimimiz makinaya bakıyoruz. İnci gibi minik dişler ile mutluluk simgeliyoruz. Şimdi de topu göklere atsam, özlediğim tüm o günlerdeki arkadaşlarımın isimlerini tek tek saysam, topu yakalayıp bana getirseler... Şöyle bir hasret gidersek.
Keşke! Keşke geri getirsek bazı anları. Oysa nasıl özlüyoruz öyle değil mi? İçimizde nasıl yaşıyoruz ki hayat işte, “sabah sabah” demiyor, böyle derleyip toplayıp yüzleştiriveriyor bizi. Aman iyi ki dağıtmışım, yoksa nasıl bulurdum sizi?
“Burcu, kahvaltı hazır!” Bu annemin sesi. Ay, ben burada anılarda kaybolup onu unuttum. Off, burası da kaldı böyle dağınık... Neyse, kahvaltıdan sonra. Şimdi gitmeliyim.
- Burcuuuuu!
- Tamam anne, geliyorum hemen!
Burcu Süerkan
YORUMLAR