Bir kadın olarak nefes almak ve büyük başarılara imza atmak şartlar nedeniyle zor olmasına karşın, kadınlar tüm sıkıntıları omuzlarına yükleyerek hiç aldırış etmeden yollarına devam etmişlerdir. Bu bağlamda; ataerkil baskısını çoğu zaman öteleyen kadınlar, farkındalık yaratmak adına özgüvenli duruşlarını bozmayıp ortaya güzel eserler bırakmışlardır. Çiçekler kadar güzel kokan kadınlara herhangi bir yaptırım uygulanmadığı takdirde, içlerindeki sinerjiyi her daim dışarı çıkaracaklarını biliyoruz ve her türlü desteği vermeye devam ediyoruz. Bağımsızlık bayrağını açarak hep beraber daha güzel bir geleceğe kadeh kaldırıyoruz!


8 Mart Dünya Kadınlar Günü kadınların hak, özgürlük ve adalet adına savaş vermelerinin bir sonucu olarak doğmuş ve yıllarca önemini korumuştur. İkinci sınıf olarak görülen ve düzen altında ezilen kadınlar, bugün birçok vasfa sahip olmakla beraber, ‘liderlik’ kavramının altını çizerek, siyasi güçlere sahip olmuşlardır. Siyaset ve politika ile de yakından ilgilenen kadınlar disiplin ve otorite nasıl sağlanır sorularının yanıtlarını, ortaya koydukları işlerle göstermişlerdir. Var oluşlarını başka alanlarda da gösteren kadınlar, özellikle sanatta çok başarılı projelere imza atarak tekdüze olmadıklarını, başarılı olabilmek için, var güçleriyle çalıştıklarını kanıtlamışlardır. Özverili oluşları bunu doğrular niteliktedir. Pasif bir pozisyondan aktif pozisyona geçen kadınlar, cesaretli duruşlarıyla dünyayı daha iyi bir hale getirebilmek için eşitçilik anlayışını benimseyip, birlik ve beraberlik ile dans etmeyi tercih etmişlerdir.


Peki, Dünya Kadınlar Günü’nü nasıl ortaya çıkmış ve kök salmıştır?

8 Mart 1857’de ABD'nin New York kentinde, 40.000 dokuma işçisi emeklerinin sömürüldüğü gerekçesiyle tekstil fabrikasında greve başlar. Polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi nedeniyle çıkan yangında, 129 kadın işçi can verir. Buradan hareketle, 26- 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, yangında ölen kadın işçilerin hakkını adalete teslim etmek için 8 Mart’ın Dünya Kadınlar günü olarak literatüre geçmesini talep eder ve böylece Kadınlar Günü kutlanmaya başlanır.


Türkiye’de Dünya Kadınlar Günü ve kutlanışı

Türkiye'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlanır, ta ki 12 Eylül 1980 Askeri Darbesine değin… 1984’te son bulan darbe sonrası her yıl kadın örgütleri tarafından Dünya Kadınlar günü kutlanılmaya devam edilmiştir ve bugün hala önemini aynı şekilde korumaktadır.


Çoğu zaman feminist akımın öncüsü olarak damgalanan kadınlar, ortaya koymuş oldukları işlerle anılmak yerine her zaman tek bir bakışın ve önyargının krallığında zorluklarla mücadele ederler, çünkü piyasada hep ‘kadın gözüyle yaptı’ inanışı vardır. Bu inanış her zaman doğru değildir, ama net bir gerçek vardır ki, o da kadınların duygularıyla hareket ediyor oluşları. Onlar için adalet sistemi kilit noktadır ve temeli onun üzerine inşa ederler, geriye kalan şey ise sadece teferruattan ibarettir.


Yazının girizgahında bahsettiğimiz kadınların sanatla olan dayanışması özellikle sinema alanına sirayet etiği için, kadınlar çok başarılı filmlere imza atmışlardır. Türkiye’nin ilk kadın yönetmeni olan Bilge Olgaç’ın senaryosunu kendisinin yazdığı 33 filmi vardır ve Türkiye'nin hem ilk, hem de en çok film çeken yönetmenidir. Gurur kaynağımız olan Olgaç ayrıca birçok ödülün sahibidir.




Dünyanın ilk kadın yönetmeni

Hiç şüphesiz yüzyıllardır erkeklerin yaptığı işleri kadınların da yapmaya başlayıp neticeye ulaşmaları bazı dengeleri değiştirmiştir. Bu konuya karşı inancı tam olan ve 1896 yapımı kısa filmiyle dünyanın ilk kadın yönetmeni unvanını elde eden Fransız ALİCE GUY-BLACHÉ ölene dek toplam 1000 film çekmiştir. Dönem şartlarına göre renk kullanımı ve ses senkronizasyonuna detaylı bir şekilde eğilen kadın yönetmen ne yazık ki, dünyada çok büyük bir iz bırakamamıştır lakin Fransız hükümeti şeref madalyası vererek hakkını teslim etmiştir.


Birinci Dünya Savaşı sırasında kadınlar savaşta görev almazken, Dorothy Arzner savaşta ambulans şöförlüğü yapmıştır. Kendisini sinemanın efsunlu dünyasına hapseden kadın yönetmen, çektiği 14 sesli, 3 sessiz filmiyle Amerika Yönetmenler Birliği’ne girmeyi hak eden ilk kadın olmuştur. Leni Riefenstahl ise 2.Dünya savaşı sonucu haksızlığa uğradığı için ancak 2 filmiyle sinema arşivine kayıt olmayı başarmıştır.


Diğer önemli yönetmenlerden biri olan, İranlı Samira Makhmalbaf ise İranlı kadınlara yol gösterici olmayı kendisine ilke edinmiş ve kadınlar için aydınlık çağ için sonuna kadar savaşmıştır.





Günümüzün kadın yönetmenleri

Geldik günümüze… Günümüzün popüler kadın yönetmeni olan ve Hollywood piyasasına damga vuran ödüllü Kathryn Bigelow renk kullanımı ve kompozisyon yeteneğine sahip ender yönetmenlerdendir ve erkek yönetmenler kadar takdire şayan işler yapmıştır. İşin içinden çıkılmayan zor mizansenleri cesur bir yüreklilikle çeken Bigelow profesyonelliğinden hiçbir şekilde ödün vermez. Fotoğraf çekme konusunda yeteneği olan Bigelow o yeteneğini filmlerine monte ederek fotoğrafik filmler ortaya koyma konusunda sıkıntıya düşmez. Yalnız şu bilgiyi de vermeden geçmek olmaz: Bigelow “Avatar” filmiyle sükse yapan ve akıllara soru düşüren usta yönetmen James Cameron’un eski eşidir.


Arjantin ‘arthouse’ sinemasınının en iyi şekilde işlemesini sağlayan Cecilia Atan ve Valeria Proto çektikleri “La Novia Del Desierto” filmiyle evrensel bir yolculuğa çıkarak hedef kitlenin ilgisini çekerler ki, bu içinde bulundukları sürecin büyük ve önemli bir parçası olduklarının bir göstergesidir. Ayrıca Şili’li ünlü tiyatrocu Paulina Garcia ile çalışan yönetmenler, filmlerinde kadın dayanışmasına vurgu yapmışlardır.





Dünyaya değerli projeler bırakan kadın yönetmenler nasıl ki iyi bir vizyon sundularsa, Türk sinemasından da Yeşim Ustaoğlu aynı şekilde Türkiye’ye güzel projeler teslim edip, derin bir iz bırakmıştır. En son çektiği “Tereddüt” filmiyle birçok ödülün sahibi olan Ustaoğlu kadının yaşamındaki arzu nesnesi olgusunu, psikolojik döngüleri, içsel savaşları, kâbusları, şiddeti, otoriter ve faşist baskıyı merceğine yerleştirerek hikâyeyi onların gözünden anlatır. Kadınlara duyduğu kıskançlık nedeniyle karşı cinsin yaşadığı öfkeyi ve narsist tavırları beyazperdeye yaftalayan Ustaoğlu, psikolojik açıdan değerlendirerek filme derinlik katar ve zaman zaman kadınların isteklerini uzun sekanslar halinde gösterir. Körelen duyguların açtığı hezeyanların kadınlar üzerindeki etkisini tartışan Ustaoğlu, her şeyin samimiyetle çözüleceğine inandığı için çoğunlukla içsel seslere yer veriyor. Parçalanan hayatların tamirinin kolay olmayacağını dile getiren yönetmen, zamanın en büyük ilaç olduğuna ışık yakıyor.


Sonuç olarak; “Erkekler Mars’tan, Kadınlar Venüs”ten lafını doğrulayan filmleri seyircinin huzuruna çıkartan kadın yönetmenler, sığ bir bakış açısına sahip olmadıkları için, filmleri tekdüze olmaz ve gerçekleri ajite etmeden hikâyenin içine serpiştirirler. Kafalarının içindeki dünyayı aynen hikâyeye döken kadın yönetmenler, yaşamış oldukları travmaları gün yüzüne çıkartarak seslerini duyurmaya çalışıyorlar ve bunu yaparken de neden-sonuç ilişkisini araştırarak etki-tepki konusuna eğiliyorlar. Kendilerine göre bir tez geliştiren kadınlar, metalaştırma ve cinsellik sorununa dem vurarak yanlış emellerin büyük bir risk teşkil ettiği konusunda hemfikirler… 8 Mart Kadınlar Günü’nün kutlanması hem iyi bir izlenim bırakmak hem de özgürleşmek adına oldukça önemli.


Yazı: Arzu Çevikalp




YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.