Bcc Turkey kurucu ortağı Duygusal Zeka mentoru ve Endüstri Psikoloğu Banu Koç, duygusal zeka hakkında bilgiler verdi.
Duygusal zeka nedir? Doğuştan gelen bir özellik midir?
Duygusal zekayı şöyle tanımlayabiliriz hem kendimizin hem de başkalarının duygularını tanıyabilmek, anlayabilmek ve bu bilgileri düşüncelerimizi, davranışlarımızı planlamada ve ilişkilerimize yön vermede kullanabilmektir. Aslında tanımından da anlaşılacağı üzere duygusal zeka yaşamlarımızda merkezi role sahip bir zeka türü. Bu rolü ise duygusal zekanın içerdiği önemli kavramlardan geçiyor. Bunlar kişinin öncelikle kendisini ve karşısındakini doğru anlaması, duygu ve düşüncelerini özgün şekilde ifade edebilmesi, etkin kararlar alabilmesi, olumlu olmayan durumlarda kendisini yönetebilmesi ve ilişkilerinde güçlendiren bir kişi sahip olması. Yani ilişkilerimizde gözlerimizin hep aradığı kişilerin özellikleri olan güvenilir olmak, empati kurmak, maskesiz gerçek davranabilmek, dayanıklı, esnek olabilmek ve ilişkilerinde güç veren kişi olmak, bunların hepsi duygusal zeka becerileri. Öte yandan, duygusal zekanın IQ’dan en önemli farkı geliştirilebilir bir zeka türü olmasıdır.
Çocuğun duygusal zekası nasıl gelişir?
Duygusal zekanın küçük yaştan itibaren çocuklarımızla tanıştırılması gerektiğiniz düşünüyor ve özellikle eğitim kurumlarına önemli bir rol düştüğünü ileri sürüyoruz. Kuşkusuz ev ortamında da çocuğun kendisini ifade etmesine, muhakeme kurmasına yardımcı olarak duygusal zekayı geliştirmek mümkün. Ancak akademik ortamda da devamı gelmeli. Elbette her çocuğun akademik becerileri edinmesinde kendi içinde bir hızı olduğu gibi duygusal becerilerin edinilmesinde de kişisel farklılıklar vardır. Okulların en temel amacının zaten çocukları hayata her yönüyle hazırlamak olması nedeniyle bu amaç doğrultusunda belirlenmiş müfredatlar ile hedeflenen kazanımlarla belirlenmiş olması konusunu çok önemsiyoruz. Biz biliyoruz ki duygusal öğrenme akademik gelişimi de destekler, yaşamda başarı ve mutluluk için vazgeçilmez bir unsurdur. Okullarımızda öğretmenlerimizin her ders içeriğinde kazandırmayı hedefledikleri kendini tanıma, kendini ifade edebilme, başkalarını anlayabilme, sosyal duygusal muhakeme yapabilme, etkin karar alabilme gibi beceriler duygusal zekanın yapı taşlarını oluşturur. Okullar bunları ders ayırmaksızın bütüncül bir yaklaşımla ele almalı ve kendi uzmanlıkları çerçevesinde çocukların gelişimini temelden desteklemeli. Bu noktada okullarda hizmet veren psikolojik danışma ve rehberlik bölümlerinin de belirlenmiş bir müfredat çerçevesinde her yaş seviyesine uygun olarak gerçekleştirdikleri duygusal öğrenme aktiviteleri olduğunu biliyoruz. Akademik başarı ve sosyal duygusal gelişim birbirlerinden ayrı düşünülemez. Örneğin bir matematik dersinde çocuğun edindiği "eldeki verilerden bir sonuca, çıkarıma ulaşma" becerisi karar verme ve muhakeme gücünü bütünüyle destekler. Okul yaşamı gündelik yaşamın içinde önemli bir zamanı kapsıyor. Okullar zaten doğaları gereği sadece akademik beceri kazandırmakla sınırlı olmamalı diye düşünüyoruz. Öğrencinin okulda geçirdiği her saat ve dakika okullar ve öğretmenleri için duygusal muhakeme, kendini kontrol edebilme, empati yapabilme, etkin karar alma gibi tüm duygusal zeka becerilerini yaşamın içinde desteklemelidir görüşündeyiz. Ebeveynlerin de öğretmenlerimizin de bu konuda rolü büyük. Öğrencilerini doğru tanıması, duygularını anlaması ve iletişimlerini ona göre kurması çok önemli.
Stresli ve yorucu geçen iş saatlerinden sonra ebeveynlerin çocuklarıyla iletişimi etkileniyor mu? İşyerinde yaşanan stresin ev yaşantısına yansımaması için anne babanın kendisini nasıl beslemesi gerekiyor?
Stresli ve yorucu bir iş ortamının ardından eve gelip çocuklarla sağlıklı bir iletişim kurmak aslında gayet kolay olabilir. Ancak bunun için ebeveynlerin öncelikle kendi ruh hallerinin farkında olmaları gerekiyor. Kendi duygu durumunuzu bilmek, çocuğunuzla olan iletişiminizi bilinçli olarak yönetebilmek için yapmanız gereken ilk şeydir. Duygu ve düşünce kalıplarımız çocuklarımızla olan iletişimin temel girdilerdir. Bilinçsiz bir öfkeli duygu durumu içindeyken - başka bir zamanda sizde en güzel duyguyu uyandıran - çocuğunuzun ‘anne’ diye seslenmesi bile bardağı taşıran son damla olabilir. Bunun için kendi duygularınızın, daha doğru bir ifadeyle iletişim kurmadan önce kendi ruh halinizin farkında olmanız çok önemli. Sonrasında yapmanız gerekenler ise duygusal zeka yetkinliklerinizle ilgilidir.
Çalışan anne babalar çocuklarıyla nasıl iletişim kurmalı?
Günümüzde ebeveyn olanların yetişkinler “kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma” telkinleriyle büyüdü. Oysa bu bakış açısının iletişimlerimizde büyük bir tuzak olabileceğini düşünmedik. Örneğin siz üzüntülü durumlarınızda sevdiklerinizin sizin yanınızda olmasını isteyebilirsiniz, onlarla birlikte ‘iyileşmek’ isteyebilirsiniz. Oysa çocuğunuz belki de zor zamanlarında toparlanma gücünü dışarıdan değil de kendisinden almak istiyor olabilir. İşte tam bu noktada, okuldan canı sıkkın gelen çocuğunuzun sürekli yanında olmayı istemeniz, ona sürekli sorular sormanız, her ne kadar çok iyi niyetli olsanız bile onunla olan iletişiminizi anlamlandıramayacağınız düzeyde olumsuz etkileyebilir. Unutmayın, çocuğunuz sizden ayrı bir birey. Onun nelerden hoşlandığını, neleri sevmediğini, zorluklarla nasıl mücadele ettiğini bilmeniz ve bu doğrultuda davranmanız gerekir. Sağlıklı bir iletişim kurmak için kişinin öncelikle kendini yönetme becerisine sahip olması gerekir. İster çocuğunuzla olsun, ister yetişkinler arasında olsun ilişkiyi iyi yönetmenin önemli koşulu kişinin kendisini yönetmesidir. Yıkıcı duygu ve düşüncelerinizi yönetememeniz, sonrasında pişman olacağınız davranışlar sergilemenize sebep olabilir. Bazen işler içinden çıkılmaz hale gelebilir. İş yaşamında çalıştığımız anne babaların fazla stres nedeniyle zor zamanlarını yönetme konusunda destek almak istediklerine tanık oluyoruz. Bu durumu şaşırtıcı bulmamakla birlikte, bilişsel davranışçı psikoloji biliminin bize sunduğu olanaklarla bu zor durumlarla baş edebileceklerini söylüyoruz. Kendinizi yönetmek için üç etkin yöntem önerebilirim. İlki çocuğunuzla bir çıkmazın içerisine girdiğinizde başka bir odaya geçmeniz. Beynimiz düşünce ve duygularını içinde bulunduğu ortamla eşleştirir. Siz değişikliğe gittiğinizde ortada size tehdit gibi görünen durum algınız da değişecektir. Bu durum sizin olumsuz duygu-düşünce sarmalından kurtulmanızı, daha sağlıklı ve yapıcı düşünmenizi ve çocuğunuzla doğru bir iletişim kurmanızı sağlayacaktır. Bir başka önemli yöntem sarılmaktır. Çocuğunuza sarılın. Yapılan araştırmalar fiziksel acı eşiğinin dahi güvenli ilişkiler kurduğumuz anda yükseldiğini gösteriyor. Birine sarıldığınızda vücudunuzdaki stres hormonlarının mutluluk hormonlarıyla yer değiştirdiğini fark edeceksiniz. Çocuğunuzla yaşayabileceğiniz bir çatışmada ona sarılmanız, annelerde doğum sonrasında en yüksek değerlerde çıkan ve anne bebek arasındaki bağı oluşturan ve ‘bağlılık’ hormonu olarak bilinen oksitosin hormonlarının salgılanmasına yol açar. Unutmayın, fiziksel ve psikolojik sistemlerimiz birlikte çalışır. İlişkilerimizde bunu fark etmenin önemi tahmin edilenden çok daha fazladır. Bir diğer yöntem ise derin nefes alıp vermektir. Olumsuz duygu ve düşünce durumları nefes alışımızı hızlandırır. Oysa sakin anlarımızda derin nefesler alıp veririz. Nefes düzeyinizi dengeleyerek beyninize ‘olumsuz durum yok’ sinyali gönderin. Beyniniz böyle bir sinyali aldığında hormonal sisteminizi dengelemek üzere harekete geçecek ve içinde bulunduğunuz duygu ve düşünce sisteminiz de olumlu yönde değişecektir. Davranışlarınız da siz fark etmeseniz de değişime uğrayacaktır. İlişkilerde gözden kaçırılan önemli noktalardan biri de kişinin karşısındaki insanı yönetebileceği düşüncesidir. Çocuğunuz dahil olmak üzere kimseyi yönetmeye kalkmayın. Bunun yerine aranızdaki ilişkiyi yönetmeye odaklanın. Özellikle çocuğunuzu kendi öznel benliğini kazanmasını önemsiyorsanız - ki bunu kim istemez - bu konuya dikkat edin. Onu kendi benliği ile her durumda sevdiğinizi ve saydığınızı söyleyin, davranışlarınızla belli edin. Temel sınırları belirleyin. Yanı sıra sizin de bir anne baba olarak onların ‘iyi olmaları’ için fikirleriniz olduğunu ve bunları düşünmelerini istediğinizi söyleyin. Onları duygu, düşüncelerini fark etme ve paylaşmaları ve yönetmeleri konusunda destekleyin
Araştırmalar duygusal zekası yüksek olan kişilerin yaşamda hem başarılı hem mutlu olduğunu ortaya koyuyor araştırmalar. Sizin bu konuda düşünceleriniz nelerdir?
İnsan ihtiyaçları uzun yıllardır çeşitli disiplinler tarafından çalışılıyor. Tüm disiplinlerin neredeyse ortak noktaya geldiği Maslow ihtiyaçlar beklentisi, işyeri dinamiğinde de geçerli. Yani insan temel fizyolojik ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra bulunduğu ortamda anlaşılmak, sevgi görmek, ait hissetmek istiyor. Duygusal zeka temelde kişinin kendisinin ve iletişimde olduğumuz kişilerin duygu, düşünce ve davranış yapısını anlayabilme becerisi katar. Bunun da ilerisine giderek bu durumu yönetmemizi de sağlar. Bunu yaptığınızda ise karşınızdaki kişiyi kendisini anlaşılmış, değer verilen hissettirirsiniz ve kişi ihtiyacına hizmet eden bu ortamlarda bulunmayı tercih eder, daha mutlu ve etkin çalışır. Konuyla ilgili yapılan araştırmalar, kendisini işyerine ait hisseden ve önemsenen çalışanların tamamına yakınının şirketlerine bağlı olduğunu gösteriyor. Rakamsal bir araştırma sonucu vermek gerekirse, CA Global tarafından yapılmış araştırma duygusal zekayı %18 yükseltirseniz, karlılığın %150 arttığını ortaya koyuyor. Ve yine başka bir araştırma da çalışanların sözünü ettiğim ihtiyacına işaret ediyor. Gallup 2018 araştırmasına göre dünya çapındaki çalışanların sadece %15'i işe bağlı ve en öncelikli beklentileri fark edilmek, ait hissetmek ve güçlendirilmek. Bu önceliklerin sunulabileceği yol onları fark edilen, değerli ve “onlar için düşünülüyor” hissiyatına getirmektir. Bu da bize duygusal zeka yetkinliklerini işaret ediyor.
YORUMLAR