Amazon ormanlarındaki yangınlarla başlayan, Avustralya orman yangınlarıyla içimizi dağlayan ateş, aslında yeni değil. Dünya uzun zamandır yanıyor. Sanayi Devrimi’nde fabrika bacalarından tüten duman, insanlığı güç dengelerini değiştiren savaşlara kadar ulaştı, yaktı kavurdu. Yeniden yapılanan medeniyetler bu sefer güçten düşmemek için, en güçlü olmak için daha çok çalıştı, paraya sıkı sıkıya tutundu. Para, en merkezdeki değer oldu. Para merkezinden yayılan güç, mıknatıs gibi herkesi kendine çekti. Hâlbuki merkezde, paraya en az ihtiyaç duyan ama zenginliklerine zenginlik katmak isteyenler vardı. Sonunda ne oldu; dünyanın şirazesi kaydı… Buna rağmen yaşama tutunmak, yeni dengeleri örmek, yoğurmak gerek.


Avustralya coğrafyasında aslında “su” da bize epey zamandır bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Dünya denizlerinin en büyük yaşam kaynaklarından biri olan Büyük Bariyer Resifi, su sıcaklığındaki artıştan dolayı canlılığının yaklaşık yarısını kaybetti. 2019’da “Yılın rengi” ilan edilmiş olan mercan, mercan kayalıklarından silinmeye başladı. Su da söyledi, rüzgâr da, ateş de… Şimdi ateş bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Ateş hep vardı ama bu günlerde ateşle olan şeyler de dinlemeye değer.


Ateş çok güçlü… Çok hızlı yayılıyor. Ateş bazen kendisi halinde değil, yok etmek için kullanılarak da yayılıyor.


Ateş yakıcı… Öyle olunca dinlemeden durmak nihayet zor hale geliyor. Ateşle durulmuyor. Ateşi dinlemek ve ateşi dönüştürmek gerek…


Yangınlarla ortaya çıkan 350 milyon tonluk karbon salınımının ağaçlar tarafından geri dönüştürülmesi için 100 yıl geçmesi gerektiği açıklandı. Bir yandan toprak ananın çocuğu Greta’nın sesi rüzgârla savrulurken artık o sese karışmak gereği, önümüzdeki ekranlardan bize bakar hale geldi.


Bu ateş yeni değil… İnsanlığın içindeki kullanılmaya ve bazen adeta zapt edilmeye ihtiyaç duyan ateş aslında yaşam ateşi. Ama onu doğru kullanmak gerek. Denge gerek… Yuvadaki ateşi koruyan ve bir parçasını erkeğe verip dışarı gönderen kadın bilgeliğinin, ateşi tekrar kullanmasına fırsat vermek gerek.


Ateş, hava, su, toprak… Bütün bunların birleştiği ve bunlar ayrıştığında kalan boşluk... Kadim öğretilerde, varoluş felsefelerinde diğer dört elementi barındıran ve aynı zamanda varoluşlarına alan tanıyan boşluk…


Şimdi boşluk elementine kendimizi bir bırakalım. Bir an… Olan biteni telaşla takip edip sonra unutmak yerine bir an durup gözlerimizi kapatalım. Kendi içimizde yanan ateşi neye dönüştürebileceğimize bir bakalım. Kendi ateşimizle, suyumuzla, havamızla, toprağımızla dengeye kavuştuğumuzda, ateşimizin ışığa dönüşmüş olacağını bir hissedelim.


Dünyada sadece Amazon ormanları yanmadı. Dünyada sadece Avustralya ormanları yanmadı. Kendiliğinden oluşan orman yangınlarının bile doğanın dengesinin bir parçası olduğu söyleniyor. Ateş de bazen yapması gerekeni yapıyor, acı olsa da… Ne var ki insanlığın aşırılıkları doğanın dengesini de bozdu. Normalin üzerinde görülen sıcaklıklar ve kuraklık, tüm yaz aylarında yaşanan yangınları çığırından çıkardı. Sadece hayvanlar ve ağaçlar değil, bizzat insanlar da insanlığın aşırılıklarıyla hep yandı. Geçmiş çağlarda doğaya yakın yaşayan kadınlar “cadı” diye yakıldı. Şairler yakıldı. Bu dünyada çok canlı, insan denen canlı tarafından doğrudan veya dolaylı olarak yakıldı…


Ne mutlu ki yağmurlar başladı. Yağmurlar da bitince ortalık dinecek. İşte o zaman savaş filmlerindeki gibi sahneler daha da fazla gözler önüne serilecek. Ama öncelikle sükûnet gerek… O boşluk oluştuğunda tekrar içimizdeki toprak anamıza dönüp bir tohum ekmek gerek. Bu zamanda doğduysak, ateş bizi de kavuruyorsa, bir şeyler yapmak istiyorsak; kendi toprağımızda, kalbimizde bir tohum yeşertmek elimizden geliyorsa o boşluğa tohum serpmek gerek. Yıkıcı gücü sevenler çığırtkanlığı da sever. Biz o boşlukta sevgi tohumunu ekmeye odaklanmazsak, çığırtkanlar ortalığı karıştırmaya fırsat bulacak. Panikle değil, merkezimizdeki tohumu gözeterek hareket edelim. Biz hep merkezimizde kalalım, merkezdeki güç sevgi olsun. Önce kendimize, sonra en yakınımıza bakalım. Çocukluğumuz, çocuklar, yardım bekleyen kadınlar… İşsizler, yurtsuzlar, yardıma ihtiyaç duyanlar… Bir yandan da dua gönderelim en uzaklara. Hepsi birleşir ve bir ışık ağı örer. Bir masalcı ninninin battaniyesi gibi tüm çığırtkanların, korkanların üzerini örter…


Dünya uykudan uyandığında tohumlar yeşermiş olacak. O günleri görecek olsak da olmasak da tohumları serpmiş olmak bize huzur verecek. Psikoloji alanında mutlulukla ilgili 80 yıldır süregelen en uzun araştırmada, Harvard’lı bilim insanı Robert Waldinger, insanın sosyal bağlar ile ayakta kaldığını söylüyor. Çığırtkanlar her zaman olacak. Güç dengeleri değişirken, paranın değil onarıcı ilişkilerin, yardımlaşmanın merkezde olduğu ekonomi tekrar toprağın altında kalan tohum gibi yeşerirken çığırtkanlar daha da fazla panik ortamı yaratmaya çalışacak. İşte bu noktada, nefesin doğal ritminde kalmak, kendi “en” halin olarak kendi en dengeli halinde kalmak faydalı bir yol gibi görünüyor. Tıpkı bize güzel görünen bir çantayı almak isterken “Ne faydası var?” diye sormak gibi kendimize “Bunun bana faydası ne? Bunun kolektife faydası ne? Kendime ne faydam olabilir? İnsanlığa, yer yüzüne faydam ne olabilir?” diye bilinçle sorarak anlık dürtü ve isteklerin ekseninden çıkıp bir durmak, iyi bir pratik olabilir.


Kalpten olan ilişkiler, kalbe dokunan şeyler zaman ve sınır tanımaz. Tıpkı yaralı bir koala görüntüsünün kalbimize dokunması gibi…


“Son nehir kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.” diyen Kızılderili atasözünde söylendiği gibi…


Paranın, metanın da sınırı vardır. Başka bir maddeye dönüşür ama değere dönüşemez. Değere dönüşmüş gibi görünse de bu geçicidir. Dünya çok değişimler görmüştür ve yine görecektir. Gerçek değerler elle tutulan şeyler değildir. İşte bu noktada Dalai Lama’nın ünlü sözü akla geliyor: “Bu dünyanın daha fazla başarılı insana ihtiyacı yok. Aksine bu dünyanın acilen ve her türden fazlaca barışçı, iyileştirici, onarıcı, hikâye anlatıcı ve sevgi dolu insanlara ihtiyacı var.”


Zor dönemlerde korku tacirleri ortaya çıkar. Gücü kaybetmemek için son çırpınışlardır bunlar. Ama güç aslında kalptedir ve kalpten yapılanlar birleşme yeteneğine sahiptir. İnsanlık uzak galaksileri keşfederken yanı başındaki toprağa sahip çıkmayı unuttuysa, adına yaşam dediğimiz bu şeyi tekrar yeşertmek gerek. Yapay ve yok edici olmadan, yaşamayı tekrar öğrenmek gerek. Kadim bilgilerle yoğrularak, yaşamı yeniden ilmek ilmek örmek gerek.


Niyette, tavırda ve yaşamın genelinde daha iyiye hizmet etmek dönüşümü sağlayacak. Haydi, hep birlikte!


Senem Tahmaz

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Okudugum en guzel yazi butun hayatin ozeti
    CEVAPLA
  • Misafir çok teşekkürler... sevgiyle...
    CEVAPLA
  • Misafir Ne kadar güzel ifade etmişsiniz elinize sağlık
    CEVAPLA
  • Misafir çok teşekkür ederim... sevgiyle...
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.