Benden tiyatrocu olmazdı. Sadece denemek istemiştim. Benim için hiç tanımadığım bir yere gitmek, tadını bilmediğim bir yemişi tatmak gibi bir şeydi. Muhtemelen bir-iki provadan sonra bırakırdım.


Her zamanki gibi önce anneme gittim. “Okulda tiyatro kulübü var. Ben de katılmak istiyorum. Provaları bazen akşam geç bitiyormuş. Oyun için de turneye çıkıyorlarmış.”


On sekiz yaşında, üniversite ikinci sınıf öğrencisi bir kızdan daha net cümleler beklenirdi, evet. Gelgelelim annemden herhangi bir şey için izin istemek hiç kolay değildi. Ezilip büzülmemden, duvara tavana yere bakarak, yutkunarak konuşmamdan bir talebim olduğunu anlayıp baştan kaşlarını çatardı. Ya ben daha lafımı bitirmeden “Yok, olmaz” diye kestirip atar, ya da ağzını büzüp gözlerini devirerek kısa bir an düşünüp “Hayır” derdi.


O gün, ikisini de yapmadı. Yatak odasında ayaktaydık. Otuz saniyeyi geçmemiştir diyaloğumuz. “Babana söyleyelim” dedi. Oturma odasına geçtik. O konuştu: “Okuldaki tiyatro kulübüne girmek istiyormuş. Gecelere kadar prova yapacaklarmış. Turneye çıkacaklarmış, şehir şehir gezeceklermiş.” Babam hiçbir şey söylemedi. Ama hiç sıcak bakmadığı yüzünden belliydi. Konu kendiliğinden, açıldığı hızla kapandı. Akşam yemeğini yiyip uyuduk.


Şimdi anlatırken gülüyorum. Ama aslında hiç komik değil. Senin için önemli şeyleri ayaküstü söylemek, ayaküstü dinlenmek, “ayaküstü insan” hissetmene sebep oluyor. Evin dışında başkalarının da sana aynı muameleyi etmelerine, fark etmeden de olsa izin veriyorsun. Hak ettiğin herhangi bir şeyi suçluluk duyarak istiyorsun, hep reddedileceğine inanıyorsun. İsteklerinin zaten önemsiz bulunacağını sanıyorsun, onları dile getirmekte zorlanıyorsun.


İzin verselerdi ne olurdu? Topluluk önünde konuşmaktan kaçan, doğal hayatında daha ziyade dinleyen pek konuşmayan, -mış gibi yapmaya kendini bildi bileli direnen ben, sahne tozunun bana alerji yaptığını görür, üçüncü provaya gitmezdim bile. Ne olamayacağımı anlamam, ne olabileceğime yardım ederdi belki.


Fakat annemle babamın, o güne dek kimsenin bir kere dönüp de “Sen ne arzu edersin?”, “Ne olmak istersin?”, “Ne yapmak istersin?” demediği iki insanın, doğurdukları çocuğun ne istediğini düşünmelerini beklemek elbette abesti. Bunu şimdi, bugün anlayabiliyorum. İsmi anne, baba olan kimselerin, kendilerine yapılanları, öğretilenleri sorgulamadıkları müddetçe değişme şansları, dolayısıyla çocuklarına bildiklerinden başka şekilde davranma şansları yok.


Onları bugün anlamam neye yarıyor? Şuna: Önüme kurdukları her barikat için annemle babama öfkelenmeyi bırakıp, olanca gücümü onlara bu barikatları kurduran öğretileri değiştirmek için kullanmama. Nasıl mı? Ben de bana öğretilenleri gözden geçiriyorum, yanlışları ayıklıyorum. Dilimdeki sözden davranışlarıma değişiyorum.


Bunu yapmam, hangi taşı kaldırsam altından annemin çıktığı gerçeğini değiştirmiyor. Taşları kaldırmaktan vazgeçmiyorum. Çünkü her birinin altından yeni bir ders çıkıyor.


2. bölüm 16 Ocak 2019 Perşembe www.hthayat.habertruk.com’da....

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Ah anneler!...İnsan yavrusu büyütmek o kadar özen isteyen bir olgu ki. Bir konuda ihtisas yapar gibi tüm ayrıntıları ince ince inşa ederek büyükmek gerek ama bizler nasıl büyüyoruz? İki arada bir derede. Hayatımı etkileyen bir konuda annemi eleştirirken kendisinin bana söylediği şey " ben senin yanında değildim ki"denişti. Yani seni engellemedim demek istiyordu. Evet yanımda değildi ama beynimin içinde bir ur gibi düşünceleriyle ördüğü kozanın içindeydi. Şimdi bırakın çocuk büyütmeyi, kendimi büyütmenin, tamir etmenin, gerçekleştirmenin derdindeyim...
    CEVAPLA
  • Misafir koca kadın oldum, ben o urdan kurtulamadım; ama inatla hala savaşıyorum.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.