21 Haziran, ABD’de Alzheimer’s Association tarafından Alzheimer Farkındalık Günü olarak ilan edilmiş olan bir tarih. 21 Eylül'ün Dünya Alzheimer Günü olması da hesaba katıldığında hastalığın önemi dikkat çekiyor. Dr. Sevda Sarıkaya da ABD'de Alzheimer hastalığı konusunda çalışan bir uzman. Kendisiyle Alzheimer ve diğer demans türlerinden korunma yolları ve beyin sağlığı konusunda bilgiler aldık.
Alzheimer ve diğer tür demanslar üzerine çalışmalarını Seattle, Washington’da sürdüren Nöroloji Uzmanı Dr. Sevda Sarıkaya'yı özellikle hasta yakınları yakından takip ediyor. Başlattığı “Alzheimer Okulu” ve “Alzheimer Melekleri” gibi sosyal sorumluluk projelerinin yanı sıra sosyal medya hesaplarında da hasta yakınlarının bilgi ihtiyaçlarına yanıt veren Dr. Sarıkaya, kadın beyni ve erkek beyni arasındaki farklılıkları ele alan bir kitap hazırlığı içinde. Geçtiğimiz günlerde nörobilim alanında eril dilin hâkim olduğunu ifade eden Dr. Sevda Sarıkaya’ya beyin sağlığında kadın-erkek farklarını sorarak başladık.
Alzheimer olma korkusu stresle ilişkili
Pandemide ön plana çıktığı için stres konusunu özellikle sormak istiyorum. Stres insan beynine neler yapıyor? Nörobiyolojik açıdan stresi nasıl yorumlamak gerekir?
Stresin insan beyni üzerine etkilerini çok yönlü ele almak gerekir. Stres, anskiyete bozuklukları ve depresyon gibi psikiyatrik hastalıkların görülme sıklığını artırmakla birlikte, hem doğrudan hem dolaylı olarak beyin hücre ölümünü tetikleyerek Alzheimer hastalığı gibi beyin hücre ölümüyle seyreden hastalıklara da zemin hazırlıyor. Normal koşullarda stres durumlarında kortizol hormonu gerekli düzenlemeleri sağlamak için belli bir miktarda salgılanır. Ama kronik stres durumlarında kortizol olması gerekenin üzerinde bir seviyeye gelir ve beyinde istemediğimiz etkilere yol açar. Nöronların (beyin hücreleri) birbirleri ile temas halinde oldukları, aralarındaki iletişimde temel rol oynayan sinaps adı verilen bölgelerin fonksiyonunu sekteye uğratır. Zamanla beyin hücrelerinin ölümüne hatta beyin hacminde küçülmeye neden olabilir. Beynimizin korku/endişeyle ilgili en ilkel bölgelerinden olan amigdalanın boyutunun büyümesine sebep olup, stresin etkilerini potansiyelize eden(artıran) bir mekanizma ile kısır döngüye neden olurken, beynimizin üst düzey fonksiyonlarının önemli bir bölümünü üstlenen prefrontal alanı atrofiye uğratarak(küçülterek) zihinsel potansiyelimizin düşmesine neden olur.
“Beynin cinsiyeti yoktur.”
Sağlıklı beyni ele alınca, “kadın ve erkek beyni birbirinden ne kadar farklı?” sorusu akla geliyor. Kadın ve erkeğin stresle baş etme şekilleri arasında farklılıklar göze çarpıyor. Nörolog Dr. Sevda Sarıkaya, beyin sağlığı için kadın ve erkeklerin dikkat etmesi gereken şeylerin farklı olup olmadığına yönelik sorumuza şöyle cevap veriyor:
Sağlıklı beyni ele alırsak, kadın beyni ve erkek beyni birbirinden ne kadar farklı? Sanki kadın ve erkeğin stresle baş etme şekilleri arasında farklılıklar var gibi. Beyin sağlığı için kadın ve erkeklerin dikkat etmesi gereken şeyler farklı mıdır?
Kadın-erkek beyni konuşmalarına başlamadan önce kısa bir açıklama yapmak istiyorum. Beynin cinsiyeti yoktur. Herkesin beyni aynı imzası gibi eşsizdir. O halde kadın ve erkek beyni derken ne kastediliyor? Yapılan çalışmalarda bir zihin fonksiyonu ortalama olarak kadınlarda daha güçlü ise kadın beynine atfediliyor. Erkekler için de bu böyle. İngiliz nörobilimci Simon Baron-Cohen kadın ve erkek beyni için empathizer-systemizer tanımlamasını yaparken bile kadınlardan daha iyi empati yapabilen erkekler, erkeklerden daha iyi sistematize edebilen beyine sahip kadınların da olduğunu özellikle belirtmiştir. Yani biz sadece ortalamalardan bahsediyoruz. Yapılan çalışmalar kadın beyninin empati yapabilme, karşısındaki kişiyi daha iyi anlayıp ona uygun rahatlatıcı davranabilme özelliklerinin ortalamada daha yüksek olduğunu gösterse de ‘kadın beyni’ özellikleri taşıyan erkekler ve ‘erkek beyni’ özeliği taşıyan kadınların sayısı da oldukça fazla.
Dr. Sarıkaya, kadınlar üzerindeki stres faktörlerinin kadın beynini daha dayanıklı olmak üzere evrimleştirdiğine dikkat çekiyor.
Ayrıca çok daha önemli bir şey var ki; acaba bu zihinsel fonksiyonlar evrimleşirken toplumsal cinsiyet rollerinden ne kadar etkilendi? Bilimsel çalışmalar üzerinden kullanılan eril dil, aslında yüzyıllar boyu kendi elimizle yarattığımız bir konseptin sonucu mu? Çünkü beyin plastik bir organdır. Daha açık konuşursak beyin plastisitesi denilen beynin kendini değiştirebilme, koşullara uygun hale getirebilme özelliği ile ‘kadın’ verileni mi almış? Çok uzun konular bunlar. Şimdi eldeki verilere dönelim.
Kronik stresle baş edebilme yetisinin kadınlarda daha üstün olduğunu düşündüren çalışmalar var. Bazı fare çalışmalarında dişi fare beyinlerinin uzun süreli streste kendisini korumak için bazı önlemler aldığı, erkek farelerin ise nörotoksinlere karşı daha duyarlı hale gelip, daha savunmasız kaldıkları tespit edilmiş. Yani kadınların süreğen strese karşı daha dayanıklı olduğu düşünülüyor. Ama yine tekrar ediyorum; toplumsal cinsiyet rollerinin kadınların üzerine ne kadar ağır yükler koyduğu aşikâr değil mi? Plastik bir organ olan beynin zamanla buna uyum gösterip kendini koruması beklenen bir durum. En sonda kadın ve erkeğin dikkat etmesi gerekenler farklı mı sorunuza gelelim. Evet mesela daha az kadın cinayeti işlenirse kadınların üzerinden bir stres faktörünü almış olmaz mıyız?
“Demans aynı zamanda kültürel bir hastalıktır”
Alzheimer ve diğer demans türleri özel çalışma alanınız. Kadın ve erkeklerde Alzheimer ve diğer demans türleri farklı seyir mi izliyor?
Alzheimer hastalığı kadınlarda erkeklere oranla iki kat daha fazla görülüyor. Bu uzun yıllardır bilinen bir istatistik sonucu. Bu ay içerisinde ABD’de düzenlenen birkaç Alzheimer konferansında belirtilen yeni bir sonuç da; kadın demanslıların erkek demanslılardan daha uzun yaşadığı. İlginç bir bilgi, neye yarar bilemiyorum. Seyir açısından kadın ve erkek hastalar için ayrı bir tanımlama olmasa da 20 yıldır bu hastalarla ilgilenen bir hekim olarak bazı tecrübelerimi paylaşabilirim. Öncelikle demans aynı zamanda kültürel bir hastalıktır. Türkiye’deki bir demans hastasının düşünce bozukluklarının içeriği ile ABD’deki hastanın aynı değil. Türk kültüründe kadının ezilmişliği hastalıkla birlikte farklı bulgulara da neden oluyor. Yıllar boyu sürekli ezilen kadın, demans olduktan sonra beynin fren mekanizmasının ortadan kalkmasıyla bilinç dışı düşünceleri korku ya da hezeyan olarak ortaya çıkabiliyor. Aynı şey sürekli dominant rol üstlenen Türk erkek hastalar için de geçerli. Aynı durumu devam ettirmek istiyor.
Alzheimer neden kadınlarda daha çok görülür? Hormonal değişimlerin veya stresi yaşama biçiminin payı var mı?
Net olarak bunun nedenini bilmiyoruz. Ortalama kadın ömrünün erkekten uzun olmasının etken olabileceği düşünülse de tek başına bununla açıklanması pek mümkün görünmüyor. Aslında östrojenin Alzheimer hastalığından koruyucu rolü var. Menopoz sonrası elbette östrojen miktarı düşüyor ama hiçbir zaman bir erkekteki kadar düşük olamaz. Bununla da açıklayamayız. Alzheimer hastalığının şu an için net nedeni bilinmediği için bu tür istatistiki farklılıklara yanıt bulmak da bu aşamada zor.
“Cinsiyete değil bireysel farklılıklara özel tedavi gerekiyor”
Tıpta ve ilaç sektöründe yapılan birçok çalışmanın erkekleri baz aldığı yönünde eleştiriler duymuştuk. Nörobilimde de bu durum söz konusu mu? Bunu sorma sebebim özellikle şu; Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada eril dilin ağırlıklı olduğundan bahsetmiştiniz. Bunu biraz açar mısınız? Eril dilin baskın olması nelere yol açıyor?
Evet, elbette. Bu durum nörobilim çalışmalarında da tartışma konusudur. Çalışmalarda erkek fareler kullanılır. Çünkü dişi farenin menstrüel siklusunun çalışmayı etkileyeceği düşünülür. E etkiliyorsa da bilmek gerekmez mi? Çıkan sonuçlar tüm insanlık için kullanılmıyor mu? Eğer hormonal durum tedaviye etki edecekse bunu bilmek gerekir. ABD’de gender-spesifik tedavi yani cinsiyete göre tedavi konusunda yapılan bazı çalışmalar var. Özellikle beyin hastalıkları için yapılıyor. Aslında bana sorarsanız (sadece ben değil, benim gibi düşünen başka bilim insanları da var) ‘kişiye-spesifik tedavi’ gündemde olmalı. Düşünün bir antidepresan kullandınız. Arkadaşınız 50 mgda tık demezken siz 10 mgda yere serildiniz. İşte bu kişisel farklılıktır. O yüzden cinsiyetlerden ziyade kişiye özel tedavi üzerinde çalışmak lazım. Zaten eğer gender konusuna girersek hiç çıkamayız. Şu an burada çok gündemde olan bir konu bu. 76 tane farklı genderdan bahsediliyor. O yüzden cinsiyetten ziyade kişisel farklılıkları ele almak daha doğru.
Bilimin birçok alanında olduğu gibi nörobilimde de eril dil hakim. Çünkü akademide kadın sayısı çok az. Erkekler ise kendi hakimiyetlerini korumak adına biraz da bilinç dışı olarak kendi dillerini oluşturuyorlar. Biliyor musunuz yapılan çalışmalar cinsiyet ayrımcılığının en fazla yapılan şeklinin bilmeden yapılan olduğunu göstermiş. Kitapta bu çalışmalarla ilgili birçok detaydan bahsedeceğim. Gerçekten çok şaşıracaksınız ve kendinizi bile gözden geçirir bulacaksınız. Ben yaptım açıkçası. Bakınız televizyonları açtığınızda ‘kadın beyni şöyle, kadın davranışları şöyledir’ diyen birçok tartışma programına rastlarsınız. Dikkat ettiğinizde konuşanların birinin dahi kadın olmadığını görürsünüz. Türkiye’de hiç mi kadın nörobilim uzmanı yok? Ben Türkiye’deyken hiç davet almadım mesela. Artık dünya küçük, buradan da birçok programa online bağlanabiliyoruz. Neden bu tür tartışma programlarında kadın bilim insanları yok da sürekli kahvehane ağzıyla kadın davranışlarını aşağılayan erkek ‘nörobilim profesörleri’ var?
Cinsiyet konusu toplumsal yaşamda şekil değiştirirken tıp ve nörobilim de bu değişime ayak uyduruyor mu? Gözlemlerinizi almak isteriz.
Toplumsal yaşam tıp ve nörobilimi değil, tıp ve nörobilim toplumsal yaşamı yönlendirir. Olması gereken budur. Ama bazen bilimsel gerçeklikler toplumun yüzyıllardır süregelen inançları ile örtüşmez. O zaman da yapılabilecek en kolay şey, bilimi reddetmektir. Covid döneminde başka bir boyutta bunun örneklerini görmedik mi? Bilim, adı üzerinde ispatlı gerçekliklerdir. Bu nedenle bir kişinin normal koşullarda bilimi reddetme lüksü yoktur. Bilimsel çalışmalar tartışılabilir fakat defalarca ispatlanmış gerçekleri reddetmek, dünya düzdür demekle eşdeğer. Hele ki konu cinsiyet olunca, tarihler boyu ayrımcılığın en çok yaşandığı konulardan birisindeki fosilleşmiş düşünceleri değiştirmeniz çok zor. İlmek ilmek işlemeniz gerekir. Özellikle bilimin bir gruba ayrımcılık yapmak için çarpıtılmasına asla izin vermemek gerek.
Zamanında nörobilim ırkçılığı legalize etmek için de çarpıtıldı. Kafatasının biçimine göre zekâ hakkında yorumlar yapıldı. Hatta neden zencilerin beyazlar kadar zeki (!) olmadığı ile ilgili araştırmalar yapıldı. Yıllarca köleleştirip hiçbir imkân vermediğin bir grubun zekasını her türlü imkânı olan ve farklı koşullarda yetiştirilen bir grupla kıyaslayamazsınız. Aynı durum kadın beyni-erkek beyni tartışmaları için de geçerli.
Erkek hastalar ve kadın hastalara yönelik yaklaşım farkları var mıdır, olmalı mıdır?
Az önce de belirttiğim gibi cinsiyetlere göre değil, kişisel özelliklere göre farklı yaklaşımlar olabilir. Cinsiyet çalışmaları belki sadece kabaca bir fikir oluşturabilir. Ama başka açılardan düşündüğümüzde, cinsiyetçi bakmanın zararı faydasından çok daha fazla. Hormonların beyin üzerindeki etkisinden bahsedebiliriz ama mümkün olduğunca ‘kadın beyni, erkek beyni’ söylemlerinden uzak durmak gerektiğine inanıyorum. Bu durum yüzyıllar boyu kadınlar aleyhine kullanıldı, halen de değişmedi. Cinsiyetçi söylemlerden olabildiğince uzak durmak gerek.
“Demans hastalarıyla iletişim ustalık ister”
Bu hastalıkları çok daha erken yaşta yakalamanın çok şey değiştirebileceğinden bahsetmiştiniz. Erken dönem tanı koymak bir standart haline getirilebilir mi? Bunun için neler gerekir?
Erken yakalamak her zaman için önemli bir adımdır ama kesin tedavisi bilindiğinde hayati bir hale gelecektir. Alzheimer ve diğer tür demanslardan bahsediyorsak, erken tanı koymak hastalığı tanımak, ilaçları erken başlamak (ki yeni ilaçlarımız da daha önemli hale geldi), davranışsal semptomların henüz oluşmadan önüne geçmek, hayat kalitenizi korumak açısından çok önemlidir. Bu hastalıkta en fazla sıkıntıyı çekenler hastaların yakınları. Çünkü bu hastalık her an aynı seyretmez. Zaman zaman tamamen normal olabilir. O zaman hasta yakınları durumu kavrayamayıp tepkilerini ayarlayamayabilir.
Hasta yakınının tepkisi, hastanın bulgularını belirleyen en önemli etkendir. Farkında olmadan hastayı ajite edebilir, sıkıntısını yine hasta yakını çeker. Alzheimer Okulu'nda yapmaya çalıştığım bu aslında. Hasta yakınlarını karşılaşacakları konusunda ve hastayla nasıl iletişim kurmaları gerektiği konusunda bilgilendirmek. Demans hastalarıyla iletişim ustalık ister, hafife alınmamalı. Bu yüzden hastalığın tanınması ve eğitimler önemli. Erken tanı koymanın standart haline gelmesi sorunuza gelirsek, özellikle çok erken tanı ancak demans üzerine çalışan nöroloji hekimlerince (1-2 psikiyatri hekimi de var bu alanda çalışan) konabilir. Türkiye’de demans üzerine uzman hekim sayısı iki elin parmak sayısını geçmez. Demans merkezlerinin sayısı artırılmalı. Bu alanda uzman hekimler yetiştirilmeli. Bu alan hem çok külfetli, tatmini ‘düşük’ (bana göre öyle değil) ve az kazandıran bir alan olduğundan tercih edilmiyor.
Biraz da bu hastalıkların geleceğinden bahsedecek olursak; yeni tedavilerde bağışıklık sistemi ve barsak florasından bahsetmiştiniz. Bağışıklık sistemini desteklemek ve bağırsak florasını iyileştirmek ne düzeyde etkili? Bunlar tamamlayıcı mıdır yoksa başlı başına tedavi olma yolunda mıdır?
Şu an için 120-130 kadar yeni molekül üzerine çalışma yapılıyor. Bunu sadece barsak florasına indirgemek doğru olmaz. Alzheimer’in tek bir nedeninin olmadığı düşünülüyor. Altta yatan birçok faktör olduğu varsayılıyor. Barsak florasını iyileştirmek immün sistem yani bağışıklık sistemi hastalıkları için koruyucu. Alzheimer hastalığının kökeninde bağışıklık problemleri de olduğu düşünülüyor. O yüzden bu alanda da çalışmalar yapılıyor. Ama tek başına buna bağlanamaz.
Alzheimer aşısı kimlere uygulanır?
Alzheimer için geliştirilen aşının çalışmaları devam ediyor. Bu aşı piyasaya sürülürse sadece belli bir geni taşıyan kişilere mi yapılır yoksa toplumun geneli için önleyici bir Alzheimer aşısından söz etmek mümkün olur mu?
Tek bir aşı çalışması yok, birden fazla çalışma var. Medyaya düşen haberleri görüyor insanlar. Geçen gün bu konuda açıklama yaptım. Çünkü ne zaman medyada bir haber çıksa, devamlı bana soru geliyor. Halbuki siz de biliyorsunuz, bir haber birden fazla medya kanalında aynı cümlelerle yer aldığında bu bir basın bültenidir. Yani ekip çıkmış, açıklama yapmıştır ya da yazılıp tüm basına gönderilmiştir. Bütün ekipler açıklama yapmıyor ki. En son İngiltere-Almanya ortak aşı çalışmasının haberi çıktı. Çünkü henüz fare deneyleri tamamlanan çalışma için klinik sponsor arıyorlardı. Lütfen medyadaki haberlere değil güvendikleri demans uzmanlarının açıklamalarını ve Alzheimer birliklerinin açıklamalarını dikkate alsınlar.
Türkiye’deki hasta ve yakınlarını çok iyi anlıyorum çünkü açıklama yapan bir birlik yok, onlar da medyadan öğreniyorlar. İngilizcesi olanlar ABD’nin Alzheimer’s Association sayfasını takip etsinler. Her türlü yeni gelişmeyi oradan bulabilirler. Sorunuza gelirsek eğer bir aşı geliştirilecekse çok erken evre hastalar ve henüz hastalık çıkmamış genetik riski yüksek bireyler için olacaktır. Toplum geneli için bir aşı şu aşamada olmaz.
Alzheimer Okulu, hasta yakınları için 2018 yılında Türkiye'de başlattığı bir sosyal sorumluluk projesi. 2019 yılından itibaren Seattle/Washington'da çalışmalarına devam eden Dr. Sarıkaya, Alzheimer Okulu eğitimlerine online olarak sürdürüyor. İki ay süren bu eğitimlere başvuran her hasta yakını bekleme listesine dahil olup sırası geldiğinde yeni döneme kabul ediliyor. Dr. Sevda Sarıkaya’ya özellikle hasta yakınlarını ilgilendiren konularda sorularımızı yönelttik.
Türkiye ile ABD’yi karşılaştırdığınızda, bu hastalıkla ilgili yapılan çalışmalar nasıl bir aşamada? Örneğin Covid öncesinde ABD’de en çok bütçe ayrılan çalışmaların Alzheimer’a yönelik olduğundan bahsetmiştiniz. Türkiye ile ABD’yi kıyaslayamazsınız çünkü Türkiye’de bu konuda yapılan kayda değer herhangi bir çalışma yok. ABD çalışmaların merkezi durumunda. Avrupa’dan da epey önce, lider konumunda. Özellikle benim bulunduğum eyalette bu anlamda büyük bütçeler ayrılıyor. Çünkü Bill Gates burada yaşıyor ve özellikle Alzheimer hastalığının tedavisinin bulunması konusunda çok istekli, her türlü maddi desteği veriyor. Biliyorsunuz yaklaşık 18 yıl sonra ilk defa Alzheimer için yeni bir ilaç geçtiğimiz haziran ayında FDA onayı aldı. Bu ilacın özelliği hastalığın direkt patogenezine etki eden ilk ilaç olması. Amiloid plakları üzerinden etki ediyor. Onay aşaması biraz sıkıntılıydı.
Birkaç handikapı var. Birincisi çok pahalı olması ve sigorta şirketlerinin ödemek istememesi. Yıllık maliyeti bir hasta için 50 bin dolar civarında. Diğeri de bazı yan etkilerinin sıkıntılı olması. Beyinde kanama yapabiliyor. Uygulama şekli de damardan olduğundan takip gerekli. Türkiye’den çok hastam bana soruyorlar. Şu aşamada ben hastalarıma önermem. Burada henüz 100-120 civarında hastaya uygulandı. Klinikteki gidişatı biraz gözlemlemeden önermek istemem. Zaten şu an Türkiye’de bu ilaç yok. Tabi bu onayın önemi diğer çalışmaları da hızlandırması. Yakın zamanda onay alacak başka ilaçlar da var. Ben yakın gelecekte güzel gelişmeler olacağından oldukça ümitliyim.
Alzheimer hastalarına nasıl davranılmalı? Hasta yakınlarının birçok konuda bilgi ihtiyacı oluyor. Özellikle duygusal destek hem hasta hem de yakını için gerekli görünüyor. Örneğin, Alzheimerlı birey hastalığın ilk evrelerinde bazen her şeyi net hatırlıyor, hatta basit bir soruya cevap veremediğini fark edebiliyor. Hastada gelişen tepkiler nasıl yönetilebilir? Hasta yakınları öfke gibi tepkiler karşısında nasıl davranmalı?
Sizin bu sorunuz benim Alzheimer Okulunda anlattığım 2-3 dersin direkt konusu. Kısaca anlatmam zor ama en azından birkaç temel prensibi söyleyeyim. Öncelikle hasta yakınları bunun bir hastalık olduğunu, hastanın hiçbir şeyi bilerek yapmadığını kabullenmeliler. Hastalar unuttuklarını fark ettiklerinde çok öfkelenirler. Bu öfkeyi hasta yakınına yansıtırlar. Hastaya ‘söylemiştim ya bunu daha önce, yine unuttun’ gibi bir tavır çok yanlıştır. Öfkesini iyice alevlendirir. Unuttuğunun üzerinde çok durmamanız ve onu daha çok strese sokmamanız gerekir.
Öncelikle aceleci olmasınlar. Hastayla iletişim kurarken sabırlı olsunlar. Çünkü cevap süresi uzayacaktır. Aceleci bir tavır, daha çok unutmalarına neden olur. Hastaların dikkatleri çok kolay dağılır. Bu durumu, problemleri çözmek için lehinize kullanın. Strese girdiğini fark ettiğiniz anda konuyu değiştirip hoşlanabileceği başka bir başlıktan söz edin. Bir de hastalarla inatlaşmayın. Söyledikleri yanlış olabilir. Bunu bilerek yapmıyorlar. Sizin göreviniz onları gerçek dünyaya uyandırmak değil. Onların yarattığı gerçeklik içerisinde yer alabilmeniz sizi iletişimde başarılı kılacaktır.
Alzheimer Melekleri projesi nedir? Alzheimer ve demans hastalarına ve onların yakınlarına ne gibi destekler sağlanıyor?
Alzheimer Melekleri projesi hastaların ve yakınlarının yalnız olmadıklarını onlara hissettirmek, sosyalleşme olanakları kısıtlı olan hastaya sosyalleşme olanağı sağlamak, kendine vakit ayıramayan hasta yakınına biraz olsun zaman sağlamak için geliştirdiğim bir proje. Bir gönüllü topluluğu oluşturdum. Çoğunluğu psikoloji, gerontoloji, yaşlı bakım mezunu ya da öğrencisi ya da eski hasta yakınları. Kendi çevrelerinde olan ve yardıma ihtiyacı olan hastalara zamanları el verdiğince gidip birlikte zaman geçirecekler. Beraber aktiviteler yapacaklar, sohbet edecekler. Şu an proje bekleme aşamasında. İki nedeni var. Birincisi Covid dönemi olması (hem gönüllü hem de hasta ve yakınlarının aşılı olma şartı olmasına rağmen biraz beklemekte fayda görüyorum), diğeri de bu projenin tüm Türkiye’de uygulanabilmesi için bakanlık onayı gerekmesi. Gerekli yerlere ulaşıldı, yanıt bekliyoruz. Henüz bir yanıt gelmedi. Geldiği anda çalışmaları yoğunlaştıracağız.
Hem ben, hem günüllü ekip hem de hasta yakınları bu konuda çok heyecanlıyız. Alzheimer ve demans hastalarına maalesef ki yeterli bir destek sağlanmıyor. Yıllardır aynı şeyi söylüyorum. Her bölgenin bir Alzheimer destek merkezi olmalı. Kreş gibi hastaların gidebileceği, yakınlarının da okul gibi faydalanabileceği merkezler olmalı. Bu konuda da Türkiye’de olduğum dönem çok çalışmalar yaptım ama yayılamadı. Umarım bir gün olur.
Röportaj: Senem Tahmaz
YORUMLAR