Alışkın olduğumuz bir rutinle geçirdiğimiz bir günün sonunda saate bakıp zamanın nasıl geçmiş olduğuna hayret edebiliriz. Hatırladığımız bir zaman diliminin süresi, gerçekte ne kadar zaman geçmiş olduğunu göstermez: Örneğin belirli bir otobüs yolculuğunun aslında 3 saat sürdüğünü biliriz ancak hem yolculuk sırasında, hem de daha sonra bu deneyimi hatırladığımızda, yol bize her nasılsa 6-7 saat sürmüş gibi gelebilir.


Zamanın psikolojisi üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar, zaman algısının kişiden kişiye değişebildiğini, hatta tek bir kişide de çeşitli durumlarda zamanın farklı algılanabildiğini açıkça ortaya koyuyor.


Araştırmalar ayrıca yaşlandıkça da zaman algımızın değiştiğine dair de kanıtlar sunuyor. Beyinde sinir hücreleri arasındaki belirli iletişimleri sağlayan bir nörotransmitter olan dopamin, haz ve ödül mekanizmalarımızdan sorumlu olmakla birlikte, yaş aldıkça daha az salgılanmaya başlıyor. Araştırmacıların bulduğu üzere, bu da yaşlandıkça zamanın daha hızlı geçtiğini düşünmemizin temel sebebi.


Uzun yıllardır ABD Houston’daki Baylor College of Medicine’de zaman algısı üzerine araştırmalar yöneten nörobilim uzmanı Dr. David Eagleman, zamanın öznelliği meselesini bir fıkra ile açıklıyor: “Bir kaplumbağa kasaba polisine gidip 3 salyangoz tarafından saldırıya uğradığını söylemiş. Polis memuru neler olduğunu anlatmasını istediğinde, “bilemiyorum, her şey çok hızlı gerçekleşti!” diye cevaplamış.”


Zaman algısı üzerinde çalışmalar yürüten deneysel psikolog Dr. Ruth Ogden ise, Liverpool John Moores Üniversitesi’nde yaptığı araştırmalarda(*), pandemi sürecinde yaşanan zamanla ilgili çarpıklıkların küresel bir fenomen haline geldiğine dair veriler sunuyor. İngiltere, Arjantin ve Irak’ta pandemi döneminde insanların zamanla ilişkisini inceleyen Ogden, tüm dünyada zaman algımızın değişmiş olabileceğini açıklıyor.


Rutinlerimizden uzaklaştık

Dr. Ogden, zaman algısının dünyanın çeşitli yerlerindeki insanlar tarafından benzer şekilde değişmiş olmasının, öncelikle rutinlerimizin değişmesiyle ilişkili olabileceğini söylüyor. Aynı zamanda ruh halimiz de zamanın akışını algılama şeklimizi etkiliyor. Mutlu ve uyarılmış haldeyken zamanın nasıl geçtiğini anlamayız ama mutsuz ve depresifken, zaman bir türlü geçmek bilmez.


Pandemi sürecinde hem mutsuz ve endişeliydik, hem de gündelik rutinlerimiz ve alışkanlıklarımız baştan aşağı değişmişti. Sabah, öğlen ve akşam yaptıklarımız birbirine karışmıştı, birçoğumuzun uyku düzeni bile sokağa çıkma yasaklarından ve diğer yeni korunma kurallarından etkilenmişti.


Dr. Ogden, zamanı gündelik biçimiyle algılamamızı sağlayan rutinlerimize dikkat çekerken, Dr. Eagleman ise her gün aynı şeyi yapmanın da zamanı yavaşlatabileceğini söylüyor. Hem alışkanlıklarımızdan uzakta kalmak, hem de her gün birbirinin aynısıymış gibi yaşamaya başlamak, dünyanın her yerinde insanların zamanı olduğundan farklı algılamasına neden oldu.


Anılarımız birbirine karıştı

Yazar Julia Ries, HuffPost’taki makalesinde soruyor: “Virüsün Çin’den yayılmaya başladığı zamanı düşündüğünüzde, bu ne kadar zaman önceymiş gibi geliyor? Yıllar önce? Aylar önce? Muhtemelen söylemesi zor.”


Ogden’in araştırmaları, beynimizin zamanı anılar yoluyla da algıladığını ortaya koyuyor: “Eğer bir sürü anımız varsa, ‘çok uzun zaman önce olmalı’ deriz fakat belirli bir zamana dair sadece birkaç anımız varsa, bunların kısa bir zaman içerisinde gerçekleştiğini zannedebiliriz.”


Pandeminin ilk zamanında günlerin, haftaların birbirine karışmasının nedeni, anılarımızın da alışıldığın çok dışında bir şekilde dizilmeye başlamış olması. Evde oturup neler olacağına dair merak içerisinde beklerken, zaman akmak bilmiyordu. Ancak elbette, milyonlarca yıldır yaptığımız gibi, adapte olmayı öğrendik ve yeni anılar biriktirmenin de bir yolunu bulduk. Yine de, pandemi sürecinde geçen zamana dair anılarımız alışıldığın oldukça dışında olduğundan, zamanla ilgili hislerimizin de şaşırtıcı hale gelmesi tamamen normal.


Yeni normal, yeni zaman

Her şeyin eskisi gibi olmasını beklerken, yolun yarısında hiçbir şeyin aynı olmayacağını anladık ve “yeni normal” denilen kavram sıkça tartışılır oldu. Zamanla ilişkimiz, pandemi sonrası dünyada değişen sayısız durumdan sadece biri.


Uzmanlar, yapılan araştırmalardan ve pandemi sürecindeki gözlemlerden edinilen derslere göre, yeni hayatlarımızda rutinlerimizi eskisinden daha çok önemsememiz gerektiğini vurguluyor.


Dr. David Eagleman, dünya aynılaştıkça zamanın yavaşlayacağını hatırlatıyor. Çocukken yaz mevsimi bitmek bilmezdi ancak şimdi yetişkinler olarak 3 ayın nasıl geçtiğini anlamıyoruz bile. Uzmanlar bunu, çocukken hayatta deneyimlediğimiz hemen her şeyin yeni bir hikaye olmasıyla ilişkilendiriyor. Yeni heyecanlar azaldıkça, beynimiz de zamanı farklı algılamaya başlıyor; daha da hızlanıyoruz ve zaman tükenip gidiyormuş gibi hissettirmeye başlıyor.


Zamanı doya doya yaşayabilmek için, Dr. Eagleman “bir çocuk gibi” olmamızı öneriyor. “Saatinizi bir günlüğüne diğer kolunuza takın. İş yerine bu sefer farklı bir yoldan gidin. Yeniliğe, heyecana açık olun.” Bu sayede zaman, tıpkı çocukluğumuzdaki gibi salına salına akmaya devam edebilir.



Kaynaklar: (*) Dr. Ruth Ogden’in araştırmaları:

http://researchonline.ljmu.ac.uk/id/eprint/14300/

https://researchonline.ljmu.ac.uk/id/eprint/16665/

https://researchonline.ljmu.ac.uk/id/eprint/14842/


Dr. David Eagleman’ın konuyla ilgili konuşmasını buradan izleyebilirsiniz.






Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.