Başkalarını yargılamanın diğer adı: Öznefret

Sivri dilliler sevilir. Çoğunun aklından geçirmekle yetindiğini söyledikleri için dobra, hakiki, samimi, cesur, eğer mizah duyguları da fena değilse eğlenceli bulunurlar. Ağızlarından ok gibi çıkan her söz dikkatle dinlenir, yörüngesi takip edilir, saplandığı kişide nasıl etki bırakacağını görmek için beklenir. Bu hal, mezarlıkta kabre uzak düşenlerin yavaşça yarım adım sağa, yarım adım sola gidip gelip gömülme anlarını görmeye çalıştığı sahneleri andırır. Hâkim duygu «o ben değilim»dir.


Sivri dillilerle yakınlık kurma arzusu uyandıran, bu muafiyet duygusudur. Ne var ki bir yanılgıdır. Çünkü dil sivrildikçe sınır gibi hedef de tanımaz. Uzaktakine değdiğinde «tatlı eleştiri» gibi hoş gelen laf, şahsına yöneldiğinde «yargılama» olduğunu acıtarak fark ettirir. Bu nedendendir, sivri dillilerin dönemlik yakın arkadaşı bol olur, ömürlük dostu olmaz. En açık örnekleri, gürültülü kavgalarıyla basın ve televizyon dünyasında yer alır.


Yargılayanların, başkalarını yargılamayı var olma biçimi olarak benimsemelerinin iki temel sebebi var. İlki, anne-baba ya da yetiştiren kişinin eleştirilerine maruz kalarak büyümek. İkincisi, ilk sebebin doğal sonucu olarak kendini yeterince sevmemek.


Her şeyden önce yargılamak, «değersizleştirme» çabası içeren bir eylem. Anne-babasının «Benim için bir hayal kırıklığısın» mesajını doğrudan veya davranışlarıyla vererek eleştirdiği kişi, hissettiği değersizliği ilerleyen yıllarda başkalarına yansıtıyor. Yansıttığı, anne-babasının istediği gibi biri olamadığı için kendisine duyduğu öfkeden beslenen bir değersizlik duygusu. Psikolog Yolande Gannac-Mayanobe, «Başkaları hakkındaki olumsuz gözlemlerimizin, çoğu zaman kendimizin yansıması» olduğunu söylüyor. «Yansıtma olarak isimlendirilen bu bilinçsiz çaba, kendini savunma mekanizmasıdır: Kişi, kendisini ilgilendiren gerçeğin bulunduğu yerde «aynanın diğer tarafına geçmeyi» reddeder, psişik açıdan yüzleşmeye tahammül edemediği gerçekle doğrudan karşılaşmaktan kaçınır.»


Yargılama, yargılayan için cezalandırma anlamı taşıyor. Bu da bizi yargılamanın ikinci temel sebebi «kendini yeterince sevmemeye» götürüyor. Eleştirilerek, onaylanmayarak yetiştirilen kişi yanlış, hatalı, kötü, eksik olduğuna ve anne-babasının sevgisini hak etmediğine inanıyor. Farkında olmadan bu inancı genelliyor: «Ben sevilmeyi hak etmiyorum.» Yansıtma ilkesi gereği, bu kez başkalarına sevgisizliğini yansıtıyor. Her defasında söylediği şu: «Yanlışsın!», «Eksiksin!», «Hatalısın!», «Kötüsün!» Aldığını verirken -eleştiri-, alamadığını -sevgi- vermiyor. Anne-babası onu nasıl sevmeyerek cezalandırdıysa, o da başkalarını sevmeyerek cezalandırıyor. Bu sevgisizlik, kişi durumunun farkına varıp önlem almazsa öz nefrete dönüşerek güçleniyor. Psikolog Charles Rojzman’ın ifadesiyle «Aslında hayal kırıklığına uğrayarak tam tersine dönüşmüş bir sevgi» söz konusu.


Başkalarını yargılamaktan vazgeçmek mümkün mü? Kişi farkındaysa ve bu alışkanlığından vazgeçmek istiyorsa evet. Ancak bu çocukluk yıllarına dönmesini ve bu dönemde yaşadığı incinmeleri, aldığı yaraları, yani kendisi ve anne-babası ile ilgili gerçekleri kabul etmesini gerektiren uzun bir süreç. Bir kısmını bastırdığı, bir kısmının ise farkında olmadığı bu gerçeklerle karşılaşmak için psikolojik açıdan hazırlanmaya ihtiyacı var. Durumunun farkında olup başkalarını yargılayarak yaşamaya devam edenlerin önündeki en büyük engel bu. Bir diğer engel ise, basın ve televizyon dünyasında sık görüldüğü üzere, yargılamanın hayatını kazanma biçimi olması.



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.