Aralık hissi
Bir yılda üçüncü taşınma. Biraz yorgun hissediyorum. İlk defa eşyalarımı naylon torbalara koyup bisikletin iki yanından üzüm salkımı gibi sarkıtarak taşıdım. Havalı değil, fazla şansım yoktu. Bazı şeyler yolda düşmüş. Telefonu bulamıyorum. Kırmızıydı, seviyordum.
Beş adım odanın ortasında hayatım poşetlerin içinde oturuyorum. Her gün birer ikişer açıp yerleştiririm diyorum. Zaten dolu ve zaten küçücük bir eve yerleşmek için biraz büyücü olmak lazım. Deneyeceğim.
Temizlik takıntım yok, ama hareket ettiğimde toz topları bana eşlik edince köpek görmüş kedi gibi tepki veriyorum. Bir yılın üzerine sıcak bir eve girdim. Çıplak ayak yere basabilmek istiyorum. Bir sopanın ucuna takıp evde gezdireceğin püskül ne pahalı. Dükkândan çıkarken Banker Kastelli çarpmış gibi hissediyorum.
Poşetleri toplu halde oradan oraya taşıyıp evi süpürüyorum, siliyorum, pencereyi açıyorum havalansın diye, çocuklar gibi seviniyorum. Arınma hissi ne güzel. Sanki evin, üstün başın kirliyse aklın da kirli şeyler üretiyor. Tersi de geçerli. Aklın temiz değilse sürekli bir pislik hissi.
İlk kez duvarlara büyük, renkli, gülen resimler asmak istiyorum. Fotoğraf değil, resim. Biri zamanı dondurup saklamak, öteki hayal etmek. Son bir buçuk yılda fazla fotoğraf biriktirdim herkesle beraber, gülümseyen hayaller kurmaya ihtiyacım var herkes gibi. Sürekli radyo açık, klipler değil. Akıp gitsin hayat, bekleme yapmasın, tıkanmasın diye. O esnada arkadaşlarım güvende olduklarını bildiren mesajlar yazıyorlar.
Hiç bugünlerdeki gibi hissetmemiştim. Sanki ayaklarım buz gibi suyun içinde, ellerim sıcacık.
Ateş yakınına düştüğünde, dahası yanı başına düşme ihtimali artarken hayatın gerçekten ne kadar kısa ve boş olduğunu kavrıyorsun.
Sevdiğim kim varsa daha çok göreyim, daha çok yanında olayım istiyorum. Dün gece telefonda sesini duyduğum, öğle üzeri mesajlaştığım biri yarın olmayacak diye çok korkuyorum. Onların da aynısını benim için hissettiklerini biliyorum.
İlk defa insanın neden uyuşmaya ihtiyaç duyduğunu anlayabiliyorum, yine de uyuşmak istemiyorum. Şuursuzluk iyi bir şey değil, başkalarına zarar veriyorsun.
Bazen bilen mi ağzı olan mı konuşuyor tam anlamıyorum. O zaman açıp iki satır hikâye okuyorum. Aslında edebiyat, sanat filan bayağı ağır, politik şeyler. Hepsi insan doğası, mayası. Gerçekleri doğrudan kafana vurmuyor da enjekte ediyor.
Ayazda ellerim ceplerimde büzüşmüş yürüyorum. Nefes alırken burun deliklerim yanıyor. İnsan soğukta sanki daha bir küçülüyor, yüzü de fazla gülmüyor. Kuzey insanını şimdi daha iyi anlıyorum. Başkalarını ancak onların yaşadıkları koşullara
maruz kalınca anlamak ne tuhaf. Kim bilir henüz tatmadığımız için bilmediğimiz ne çok duygu var.
Şikâyet etmek huyum değil, alışıyorum, aidiyet duygumu yitirirken alışıyorum. Nerede olursan ol iki seçeneğin var. Deveyi gütmek, diyardan gitmek. İkisi de senin değil. Bir bunu öğrensen yeter.
Yıl bitiyor. Aralık hep dilek ayı. İster istemez daha iyisini umut ediyorsun. Jinekologlar doğurmanın insan olmanın gereği olduğunu söylüyorlar, bir yerde ekmek kapıları, belki ondan. Bence insan olmanın gereği önce umut etmek. Çünkü o olmasa insan yaşayamaz.
Şu ara kendime iyi davranıyorum. Başkalarına da. Hayatın kibrit çöpü gibi olduğunu hâlâ anlamadıysam ne zaman anlayabilirim ki. Tarçınlı hamur işi ve kahveyle küçük aydınlık alanlar yaratıyorum kendime. O arada hayatın mucizeleri de olduğunu kendime hatırlatıyorum.
Evi temizledim. Püskülü attım gitti, çok kirlenmişti. Kastelli’nin de alacağı olsun.
YORUMLAR