Senin etikette kaç para yazıyor?
“Nasıl biri” diyorum. “Avrupa Konseyi’nde çalışıyor” diyor. Sorduğum karakteri, neşeli mi sakin mi gibi. Onu sevip sevmediği, yanında iyi hissedip hissetmediği. “Biraz stresli işinden ötürü. Üst düzeyde kişilerle ilişkide tabii.” Üstelemiyorum, demek insan ellilerine gelse de, yalnızlıktan ölse de, hayatına girecek kişiyi değil de çalıştığı yeri çekici bulabiliyor. Diğer alternatifleri çoktan eledi. Doktora yapanla, bir şirkette orta kademe yönetici olanı.
Bir avuç şehirde aylarca aradığı kadını bulduğu için çok mutlu. A, mükemmelin de ötesinde. Haftada iki gün koşuyor, hafta sonları dağlara tırmanıyor, iki gün boks yapıyor, bu yüzden bir elinin kemiğinde deformasyon var. Üç dil konuşuyor. Havalı bir semtte oturuyor, çok kazanıyor ve isimleri dünya basınında anılan kişilerle arkadaşlık ediyor.
“Bugüne kadar hiç evlenmeyi düşünmedim, ama onunla evlenebilirim” diyor. Ondan bahsederken o kadar çok konsey lafı ediyor ki, sormak zorunda hissediyorum. “Evlenmek istediğin A mı, Avrupa Konseyi mi?”
Yakın bir zamanda A gidecek. Özel yeteneklerim olduğundan değil, kadın olduğumdan değil, gerçekleri görmeyi reddetmediğimden bunu görebiliyorum. O, A’nın sahip olduklarını seviyor. Ama unutuyor, A da onun sahip olduklarını sevmek istiyor ve ne yazık ki sunabilecekleri A’yı etkileyemeyecek derecede sınırlı. Kendisi sadece anadilini konuşuyor, kentin kalbinde oturuyor ama ondan az kazanıyor. Ancak ev arkadaşından aldığı kiraları ev sahibine ödemezse A’ya yetişebiliyor. Arkadaşları iyi insanlar fakat ünlü değiller.
İki ayın sonunda A gidiyor. Nazik bir dille söylediği çok net: Entelektüel olarak bana yetmiyorsun, ama arkadaş kalabiliriz.
İşte böyle. Sen birine etiket yapıştırırken onun da sana etiket takabileceğini unutuyorsun. Bu yapışkanın özelliği, fiyatını belirlemesi. Bazen pahalı geliyorsun, bazen ucuz.
Etiketin, kartvizitin. Kısa kullanım kılavuzun, sadece üzerinde son kullanma tarihin yok. Ama bir son kullanma tarihin var. Biraz Nasreddin Hoca’nın kürküne benziyor. Gönderilen o hediyeler, çiçekler, davetler sana değil, hep kürküne. Herkese kürk biçtirmek pahalı olduğundan, şirketler çalışanlarına bu kâğıt parçalarını veriyor.
Kabul, kendini ifade etmeye ihtiyacın var. Bu okullar, diplomalar, işler, kâğıt parçaları filan hep bundan herhalde. Ama sadece bunlardan mı ibaretsin? Bir yağmur yağsa hepsi şeker gibi eriyip gitse hiç arkadaşın kalmaz, kimse seni sevmez mi?
A gidince dünyası karardı. Çünkü onunla beraber bir çevreden oldu. Haftalarca ayrılıkları üzerine akıl yürüttü. “Bütün sebepleri görüyorsun, sonucu neden kabul etmiyorsun?” dedim. “O zaman devrimci olamam” dedi. Sıradaki soru “Bugüne kadar ne devirdin?” Ama her sorunun bir vakti var.
Konusu açılana kadar nerede ne yaptığını söylemeyen, çok mecbur kalırsa elini vesikasına atan arkadaşları olsun insanın. Hatta mümkünse onsuz gezen, başkalarının vesikasını da çok gerekirse soran. Hayatını da kürk sevmeyenlerle paylaşsın.
YORUMLAR