Bir kısım bilim insanları; “İnsanlar belirli yılları yaşamakla yaşlanmazlar. Yaşlanmak, hayata bakış açısının, tutum ve davranışların değişmesidir. Bir görüş, düşünce, anlayış değişikliğidir” diyorlar. Öğrenme arzusu ve heyecanını kaybettiğiniz zaman yaşlanırsınız. Hayaller kurmaktan, geleceğe umutla bakmaktan, planlar yapmaktan uzaklaştığınız zaman yaşlanırsınız. Yeni hobiler, yeni dostluklar, yeni heyecanlar geliştiremezseniz her gün biraz daha köhneleşirsiniz. Dans etmeyi, şarkı söylemeyi, eğlenmeyi düşünmediğiniz zaman yaşamın neşesinden koparsınız, artık yaşlanıyorsunuz demektir. Ruhsal değerlerinizin aydınlığı içinde iyi yaşamanız gerektiğini ve buna layık nitelikte bir insan olduğunuzu kabul etmez, inanmaz ve bu yolda azimle yürümezseniz yaşamınız anlamını kaybediyor demektir.
Bir insanın kendine karşı iyi davranmasının en önemli ölçüsü kendine değer vermesi, kendini hor görmemesi, güçsüz ve yeteneksiz bulmamasıdır. Özellikle biraz yaş aldıktan sonra kendini yaşlı hisseden, kendi hakkında olumsuz yargılarda bulunan, kendini gençlere özgü şeylere layık görmeyen, yaşlılık kompleksine kapılan, cinsini ve cinselliğini unutan veya bu duygularından utanan insanlar vardır.
Yaşı ne olursa olsun, her insanın yaşamına katabileceği her lezzete, her güzelliğe, her sevgiye hakkı vardır. Ahlak ve erdem ilkeleri içinde istek ve arzularına göre yaşayabilecek gücü kendinde bulmalıdır. Kendilerine özen göstermeleri, kadınsa kadın gibi, erkekse erkek gibi olmaları, giyinmeleri, davranmaları, kendilerine gösterdikleri özeni renkle, aksesuarla, kokuyla tamamlama arzusu duymaları diğer insanlara ve kendilerine olan saygının ifadesidir.
Tanıdığım bir çiftin her ikisi de 80 yaşını aşmışlardı. Yaptığımız bir sohbette; artık evden fazla çıkmadıklarını, evdeki yaşamlarının ise ne büyük bir güzellik ve lezzet içinde geçtiğini anlatıyorlardı. Sözü biri bırakıp diğeri alıyor ve heyecanla konuşuyorlardı. “Biz kendimizi hiçbir gün yaşlı birer emekli gibi görmedik. Geçmişinde çok lezzetli, unutulmaz anıları olan ve gücü nispetinde onlara bağlı kalan iki insan olarak yaşadık. Heyecanımızı, aşkımızı ve sevgimizi hiç kaybetmedik. Eskiden el ele tutuşmanın bu denli güzel olduğunu hiç fark etmemiştik. Birimizin elini diğerinin tutması, akşam sofrasında yakılan bir mum, televizyonu kapatıp çalınan romantik bir müzik, sürpriz şekilde yanağa kondurulan bir öpücük, hiç düşünmediğin bir anda dudakların birleşmesi, çapkın bir bakış, şuh bir espri bizi hep mutlu etti...” Anlattıkları, her yaşta, 80’de, 90’da hatta daha ilerilerde insanın kendine verebileceği ne büyük ödüller ve yapabilecekleri ne büyük cömertliklerdir.
Aşk, her yaştaki insanın yaşaması gereken bir yüceliştir. Bu yüceliş içinde ve ruhsal değerlerinin aydınlığında yaşayan bir insanın yaşı ne kadar ilerlerse ilerlesin, yüzü her gün biraz daha güzelleşir, yüzünü nurlar aydınlatır, içindeki coşku ise gözlerini parlatır. İçinizde kin, kıskançlık, hasislik varsa, hayatınız monotonlaşmışsa, coşku ve heyecanınız kalmamışsa güzellikler biter. Kendinize özen göstermiyorsanız, kadınlığınızı, erkekliğinizi unutmuşsanız, başka insanları, hayvanları, doğayı sevmiyorsanız, yalnızca kendinize ve kendi çıkarlarınıza odaklanmışsanız siz farkına varmasanız da biliniz ki, çirkinleşiyorsunuz demektir.
YORUMLAR