Kafeye vardı ğımızda randevu saatine daha 15 dakika var. Oysa o çoktan gelmiş, kahvesini yudumluyor. Randevu saatine hep geç kalan ünlülere alışık olduğumuzdan Hakan Gerçek bizi şaşırtıyor. Ama o her yere erken giden mükemmeliyetçi insanlardan... Bir o kadar da duygusal ve hayatla derdi olan biri. 35 yıldır sahnede. Tiyatrodan ayrı kaldığı zaman yok! Kendi kurduğu Tiyatro Gerçek ile sürekli üretme, yaratma, oynama halinde... Gerçek, şimdi de Show TV’nin sevilen dizisi ‘Kalp Atışı’nda Doktor Sinan olarak kötü bir karakteri canlandırıyor. Rolünü çok sevdiği için ‘kötü karakter’ olarak bahsettiğim yerlerde bile beni düzeltti; “Kötü karakter demeyelim, kötü huylu diyelim.” Dr. Sinan ile başladığımız sohbetimiz 8 yıldır sahnelediği Van Gogh’a ve Gerçek’in yaşamına uzandı.
Babasının gölgesindeki Doktor Sinan, her oyuncunun oynamak isteyeceği tarzda bir kötü karakter...
Sizdeki potansiyeli parça parça alıp oyunculuğunuzla seyirciye iletiyorsunuz. Yüreğiniz ve aklınız kadar oyuncusunuz. Bu dizide kötü karakter olması daha doğrusu kötü huylu adam olması hoşuma gitti. Bu tip rolleri severiz. Ona ben “Kötü huylu adam” diyorum, çünkü kötü bir doktor değil. Hırslarının ve babasının etkisinde. Güçlü gibi gözükse de zavallı. Yönetmenlere “Bu adamda başka noktalar bulup masum hale getirelim, bir nedeni olsun” diyorum.
Yine de kıyamıyorsunuz...
Evet, çünkü hayatta kötülük taşıyan karakterlere inanasınız gelmiyor.
Şu an kötü huylu adamı canlandırırken siz nasıl bir ruh halindesiniz?
Sanatla uğraşan insanlar olarak biz, hayatı çok normal algılayıp yaşayabilen insanlar değiliz. Bir sürü çatışmamız var. Oynadığım karakter olarak söylediğim bir sözü bir meydanda söylesem “Deli” derler. Oyunculuğa böyle yaklaşmak bizim için büyük nimet. Sakin gibi görünürüm ama içim fırtınalıdır. 8 yıldır tiyatroda Van Gogh oynuyorum. Orada da Hakan’ın içindeki Van Gogh çıkıyor ortaya. Böylece içselleştiriyorsunuz ve karakter gerçek oluyor. Büyük şans bu. Nereden bakarsanız bakın terapi.
Sakalımı uzatınca Feridun Düzağaç’a benziyorum’
Feridun arkadaşım, kuaförlerimiz de aynı, karşılaşıyoruz. O da “Gerçekten benziyoruz” der. Çok değerli bir insandır. O, taksiye binince “Dizi yok mu abi?” diyorlarmış. Rock bara gittiğimde “Feridun gelmiş” diyorlar. Sakalımı uzatırsam benzemeye başlıyorum o yüzden kısa kullanıyorum.
Yer aldığınız projelerde koşulsuz kendinizi teslim eder misiniz?
Yönetmenlerimiz çok genç ve taze beyinler. Sinemaya, televizyona farklı bakıyorlar. Kendimi yönetmene teslim etmeyi severim. Bana uymayacak şeyi tartışırım. Dizi, sinema daha çok yönetmen işi, tiyatro daha oyuncu işi.
Oyuncu olarak farklı meslekleri canlandırmak zevkli de doktor olmak nasıl?
Ambulans gördüğümde müdahale edesim geliyor. Doktorluğu tam tadında yaşayamıyorum çünkü kendini ticarete dökmüş bir adamı oynuyorum. Ama geçenlerde bir ameliyata girdim, hayat kurtardım. Çok keyifliydi.
Kızınız 20 yaşında ama doğumuna girmiş miydiniz?
Hayır, giremem ki, kan tutuyor, kan şekerim düşüyor. Eskiden hastanelere hiç giremezdim.
İyisi ve kötüsüyle oyuncu olmaya karar verdikten sonraki süreç nasıldı?
Konservatuvara tiyatrocu olmak için girdik. Bu macerada Müşfik ve Yıldız Hoca ile çalış- mak, Kenter Tiyatrosu’na girmek benim için müthişti. Fakat 12 Eylül sonrasıydı. Zor şartlarda okuduk ve dublaj yaparak para kazandık. Bizim kuşak, yokluğu da iyi bilir. Her şey çok daha masumdu. Oysa şimdi bakmayı, dokunmayı, hissetmeyi unuttuk, korkunç bir şey.
Bu anlamda kendinizi yalnız hissediyor musunuz?
Kendimi güçsüz, aciz hissettiğim oluyor. Ama mükemmel bir iş yaptığımı da biliyorum. Kendi tiyatromda ilk yaptığım Van Gogh oyunu 8 sene oynamış. Demek ki insanlar geliyor. Yeterli mi, hayır. “Tiyatrolar kapanmasın” diyoruz da, sen en son ne zaman tiyatroya gittin? Gitmezseniz kapanır, sonunda birer ticari işletmedir orası.
Hayatı çok ciddiye alır mısınız?
Çok. Huylu huyundan vazgeçmiyor. Bu bir yaradılış meselesi. Bir şeyler yansa umurunda olmayan insanlara hayranım. Randevularıma herkesten önce gidiyorum, yaşamsal konularda çok dikkatliyim. Mükemmeliyetçiyim. İşimde çok disiplinliyim ve işini iyi yapmayan insanlardan hiç hoşlanmıyorum. O yüzden sinirleniyorum. Çünkü hayal kırıklığına uğruyorum. Böyle yaşamanın cezasını mı çekiyorum bilmiyorum.
‘35 yılın nasıl geçtiğini anlamadım’
Müşfik Kenter’in asistanlığı, onlarca tiyatro oyunu, sahne dersleri, seslendirme, okuma geceleri ve kendi tiyatronuzu kurmanız... Bu kadar projenin ardında nasıl bir mücadele var?
Başlarda çok çaba, zor şartlar. Ailemin katkısı çok büyüktü. Tiyatroda boş durduğum bir sene yok. Sevmediğim hiçbir şey yapmadım. 35 sene olmuş. Nasıl geçtiğini anlamadım.
Van Gogh’un en çok hangi tablosunu seversiniz, oyundaki en sevdiğiniz replik nedir?
‘Patates yiyenler’, hikâyesi de çok güzel. Bu resmi neden yaptığını anlatırken “Bu patatesi yetiştiren ellerin gücünü duyun, bunu istiyorum. Odadaki odun kömürünün dumanını, patates kokusunu duyun istiyorum. Bu tabloyu aşkla, inançla çizdiğimi bilin istiyorum” diyor. Oyundaki repliklerden birinde de “Bir yüzden sevgi çıkartılabilir mi ya da bir yüze sevgi eklenebilir mi?” diyor. Bunun üzerine çok düşündüm. Kendi söylediğim sözleri bulabileceğim metinleri arıyorum.
Ekin Türkantos
YORUMLAR