Fütürist Ufuk Tarhan, ‘T İnsan’ adını verdiği kitabında gelecekle ilgili öngörülerini paylaşıyor. Çalışma anlayışının değişeceği, aile kavramının öne çıkacağı daha sade bir yaşamdan korkmamak gerektiğinin altını çiziyor.


Ufuk Tarhan, bir gelecek tasarımcısı... Türkiye’nin ilk ve dünyanın en etkili 100 kadın fütüristi arasında sayılıyor. Fütüristler Derneği başkanı. Aslında ODTÜ’lü bir ekonomist. IT sektöründe önemli firmalarda üst düzey yöneticilik yaptı. Pek çok ödülü var. Printer’a “Yazıcı” diyen ilk kişi de ta kendisi... Ve insanlığın, tarihinin görüp görebileceği en zorlu dönüşümden geçtiğini düşünüyor. Uluslararası konferansları dinliyor, makaleler okuyor, araştırıyor ve sürekli geleceğe kafa yoruyor. Çok para kazanmayı, yemeyi, giyinmeyi çözdüğümüzü ama mutlu olmadığımızı düşünüyor. Ona göre arayışımız bitmedi, kurduğumuz düzenler sürdürülebilir değil. Bu nedenle iş ve yaşam koşullarının değişeceğinden emin. Bu dönemi screanagers yani “parmak jenerasyonu” olarak görüyor. Bu kötü bir şey değil, aksine bizi yeni yaşam koşullarına adapte edecek bir süreç sadece. Geçtiğimiz hafta Akbatı AVM’nin Yaşam Akademisi’nde konuşmacıydı. Sonrasında buluştuğumuz Tarhan ile gelecekte bizleri nelerin beklediğini konuştuk.


T İnsan’ı kurgularken neleri ön plana çıkarmak istediniz?

İnsanlık tarihinin görüp görebileceği en zorlu dönüşüm dönemini geçiriyoruz. Buna bağlı iş ve yaşam koşulları da dönüşüyor. İnsanlığın hiçbir döneminde insan ve teknoloji bu kadar birbirine mecbur olmamıştı. İnsanların gelecek fırsatların farkında olmaları ve bunlarla uyumlanarak, kayıplar yaşamadan hafif ve kolay şekilde bu dönemi atlatmaları gerek. Ortaya ‘T İnsan’ diye bir öneri attım, aslında bu 20-30 senedir insan kaynaklarında konuşulan bir terimdir. Pazarlama, strateji tespitlerindekullanılır. “Geleceğe uyumlanmak isteyen insanlar T’leşmeli” diyorum. Bunu, tasarımcı kafaya sahip teknolojik ve tedarikçi insan olmak, diye özetleyebilirim. İnsanların aklına yatacak bir model oluşturmaya çalıştım. Ne yapmak istediğimiz, dünyaya ve insanlara ne gibi faydamızın dokunacağı, hangi konularda bize ihtiyaç duyulacağı gibi konularda yorulmadan çalışabilirsiniz. Gelecekte daha yaratıcı olmak ve sürekli gelişmek gerekiyor. Başka türlü yaşama şansımız yok, yani işimiz beynimiz olacak.


Nitekim ezber bozuyorsunuz ve “Gelecekte sigortalı, maaşlı bir dünya olmayacak. Ailelerinize kulak asmayın ve kendinizi başka iş alanlarıyla ilintilendirip geleceğe yatırım yapın” diyorsunuz...

Evet. Başarılı insanlara sorduğumuzda hep çok severek çalıştıklarını söylerler. Sevgiyle bir konuyu sahiplenmek arasında direkt bir ilişki varmış. İnsanlar yetenekli oldukları alanları seviyormuş zaten. Ama gelecekte ilgilendiğiniz konuların yan dallarını da bilmeniz, uzmanlaşmanız gerekecek. Diyelim ki at nalına merakınız var. Bir gün at nalı dizayn edip ertesi gün bir dizide at sahnesiyle ilgili çalışacak ya da atların ayak sağlığıyla ilgili seminer verebileceksiniz.


Robotların insanların işlerini ellerinden alacağı konuşuluyor...

Her sektörde insanların yaptığı rutin işlerde robotları göreceğiz. Üretim ve servis konusunda öne çıkacaklar. Avrupa’da birçok hastanede karşılama hizmetlerinde robotlar çalışıyor. Bankalardaki sıra verme makinelerini eskiden insanlar yapıyordu. Rutin işler direkt onlara geçecek. 15-20 sene içinde ucuzladıkça çok daha fazla kullanılacak robotlar. Şu an iş yerlerine kartla giriyorsunuz, bir süre sonra çip takılacak belki. Bunları sadece üretmek değil altyapıları da geliştirmek gerekecek. Cep telefonlarının yaygınlaşmasından daha hızlı olacak yaygınlaşmaları. Nanoteknoloji ve yenilebilir enerjilerle üretim maliyetleri düşüyor. Ancak dünyanın en büyük sorunu, işsiz kalabalıkların nasıl geçineceğini çözmek. İnsanlar para için çalışıyor şu an. Para kazanma kaygısı olmasa çalışmak da istemiyor, istedikleri şeyleri yapmak istiyorlar. Şu an dünyada vatandaşlık maaşı verilmesi üzerine çalışmalar yapılıyor.





Uluslararası alanda ne gibi çalışmalarınız var?

Senede bir kere Dünya Fütürizm Zirvesi oluyor. Türkiye Fütüristler Derneği de 12. senesinde. Yılda bir gün “Gelecek Gün”ünü kutluyoruz. Sosyolojik, psikolojik, ekolojik, teknolojik temellerle araştırmalar, makaleler hazırlıyor ve sektörlere raporlar sunuyoruz.


‘Eşyaların kölesi olduğumuzu anladık’


Kitabınızda nanoteknolojiyle birlikte kirlenmeyen çatal bıçaklar, üşütmeyen kıyafetler çıkacağından bahsediyorsunuz. Nitekim modada artık kullanılmaya başladı...

Eşyaların kölesi olduğumuzu anladık. Büyük bir sadeleşme arzusu var. Modada akıllı kumaşlar var; ısıyı ölçen, üşütmeyen, renk değiştiren kıyafetler tasarlanıyor. Gelecekte moda tasarımcılarının elektrikten de nanoteknolojiden de anlamaları gerekecek. İşin özünde sadeleşme olacak. Kendi köyümüze, özümüze dönmek istiyoruz. Bu nedenle aile şirketleri canlanıyor mesela. Gelecekte de “tribal yaşamlar” yani kabile yaşamları öne çıkacak. Yapılan sitelerin içinden çıkmadan yaşayabilirsiniz. Sabaha kadar açık, ortak ofisler kullanılıyor. Büyük plazaların çoğu rezidanslara, sosyal alanlara dönüşecek.


Bizi “screenagers” yani ekran nesli, parmak jenerasyonu olarak tanımlıyorsunuz...

Evet, hepimiz öyleyiz. Birkaç sene önce “Nesil farklarını nasıl aşarız?” diye soruyorlardı, bunu aştık. Eğer kendini teknolojiye senkronize edersen markan ve yaşın önemli değil. Makineler arasında da nesil farkı var, eskisini atıyoruz. Bir marka kendini yenilemezse diğerine yöneliyoruz. İnsanda da böyle. 60 yaşıma geldim benim hiçbir gençle sorunum olmuyor. Çünkü parmağımı kullanıyorum ve ne dediklerini anlıyorum. Bunun için screenagers olmak lazım.


‘Aşkta da hesap yapılmalı’


“Aşk da hesap yapılmalı” diyorsunuz. Bunu biraz açabilir miyiz?

İş hayatında ne istediğini bilen yükseliyor. Bu aşk ve evlilikte de aynı. Nasıl bir hayat istediğinizi ve ne tip bir insanla anlaşabileceğinizi bilmeniz gerekiyor. Ve o tip insana rastlayabileceğiniz ortamlara girmelisiniz. “Aşk da kendi halinde olması lazım” diyenlere şunu söylüyorum: O zaman bu kadar mutsuz insan olmazdı. “Duygusuz ol” değil, aksine “Ne istediğini bil”. Mutluluğu hak etmek için bir şeylere katlanmamız gerektiği gibi bir ön kabulümüz var. Halbuki öyle değil. Makbul insan deli gibi çalışan, kahır çeken insanmış gibi algılanıyor. Oysa dünya hepimiz için her türlü şeye sahip. Mesela sosyal ağlarda özel hayatlarımızı paylaşmaya başladık. Makyajlı, makyajsız halimiz, özel günlerimiz... İnsanlar yadırgıyor bu durumu ama bu bir eğitim. Çünkü orada birbirimizi anlamaya başlıyoruz. Üç duyguyu çok önemsiyorum: Saygı, şefkat ve sevgi.


Screenagers mısınız?

  • Multitasking (aynı anda birden fazla iş yapan), kişisel uzmanlık alanları geliştiren
  • Görselleri yazıya tercih eden, düzlemsel okuyamayan
  • Hafızasında fazla şeyi tutmayan, “İhtiyacım olursa Google’a sorarım” diyen
  • Daha çok kendine odaklı, kendi başına çalışmayı tercih eden
  • Kendini bağlamaktan kaçınan, bunun için mobil cihazlardan yararlanan
  • Direkt kişisel kontaktan çok makineler aracılığıyla iletişim kurmayı seçen yani makineleri insanlara tercih eden
  • Reset (baştan başlat) nesli oldukları için hataların bir tuşa basılarak düzeleceğini düşünen
  • Dijital nesil oldukları için duyguları çabuk değişen, övgü almayı isteyen
  • Şimdide yaşayan ve az okuyanyazan, önceki nesillerden daha nümerik düşünen
  • Beyinleri üzerlerine akan binlerce bilgi ve mesajla aşırı uyarılmış, dikkatleri, algıları ve konsantrasyonları sığ
  • Daha akıllı ancak geniş çaplı düşünmeyi ve kültürel derinliği ihmal eden biri misiniz?

Röportaj: Ekin Türkantos


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.