Onu televizyonda ilk gördüğümde İkinci Bahar’da Şener Şen’e kafa tutan Ulaş’ı oynuyordu, ilkokula gidiyordum, o da 20’lerinin başındaydı. Yıllar sonra karşımda hafif ukala görünümünün altında acayip naif; sorulara düşünerek, gülümseyerek cevap veren, çok nazik, 40’larındaki Ozan Güven var. Buluşma sebebimiz, Doğuş Digital tarafından hayata geçirilen, online puhutv’nin ilk ücretsiz orijinal içeriği “Fi”de Güven’in canlandırdığı egoist karakter Can Manay... Azra Kohen’in Fi, Çi, Pi üçlemesinden uyarlanan yapımla 4 yıl aradan sonra setlere dönen Ozan Güven’le sohbet aşka, yaşlılığa ve mayısta çekimleri başlayacak yeni filmi Arif v 2016’ya kadar uzandı.


'Kısa yazmayı unutmuş yazarlar biz de kısa oynamayı unutmuşuz’


“30’larının başındayken olayı çözmüştü Can Manay, dünya bir pazardı ve herkesten alabileceği bir şey mutlaka vardı. İşin sırrı doğru insandan doğru şeyi istemekti ve tabii karşılığında da fazla şey vermemek: Alışveriş” diye başlıyor kitap. Size kendinize dair bir şey hatırlatıyor mu bu laflar?

Açıkçası tüm bunlar bir hayat görüşü olarak tamamen Can Manay’ın kişiliğiyle ilgili. Bu bana kendimle ilgili bir şey çağrıştırıyor mu? Can Manay’ı ancak anlayabiliyorum. Benimle ortak bir özelliği var mı diye düşündüğümde ise Can Manay kadar bencil olduğumu sanmıyorum, onun kadar zeki de değilim. Bu bencillik işleri biraz zekâyla orantılı gibi geliyor bana.


Kaç dakika bölümler?

Normalde 60 dakika ama ilk bölüm 75 dakika filan oldu.


E televizyondan farkı olmamış o halde?

Yaa kısa yazmayı unutmuş yazarlar, biz kısa çekmeyi, kısa oynamayı unutmuşuz.


Ne zamandır dizi çekmiyorsunuz?

3-4 yıl oldu.


Niye kayboldunuz yine?

Her sene bir şey yapamıyorum, hemen hazırlanamıyorum. 2 sene çalışıyorsam 2 sene muhakkak bir boşluk bırakıyorum. Ben kendimden de sıkılmış oluyorum, o yüzden işlerimin arasında bir es oluyor mutlaka. Bir de artık yaşlandım galiba, o kadar uzun çalışamıyorum.


Kaç oldunuz?

Mayısta 42 olacağım.


Boğa burcusunuz yani. 42 göstermiyorsunuz.

Hafta sonları göstermiyorum.


Fi’yi okudunuz mu?

Tabii ki.


Kitaptaki tüm karakterler küçük birer Sokrates gibi; herkes her şeyi çok biliyor, koca koca laflar ediyor. Ne dersiniz?

Aslında bir kişisel gelişim kitabı bu ve kitabın alamet-i farikası da bir kişisel gelişim kitabında söylenecek her şeyi karakterler üzerinden söylemesi. Bu kadar okunmasının sebebi de her şeyin tek bir ağızdan değil, bir sürü karakter tarafından anlatılması. Biz bunu bir senaryo ve bir drama haline getirirken eylemsizlikten dolayı biraz zorlandık çünkü olay bir yerden sonra herkesin birbiriyle ve belli bir entelektüel seviyenin üzerindeki bir sürü insanla sohbeti haline geliyor. Okurken böyle hissedilmese de seyredilecek bir şey yaptığınız zaman evet, hayatın sırrını çözmüş 7 karakterin oturup kendi arasında konuşması aslında. Nitekim kitapla okuyucu arasında hiç kimse giremezken şimdi bu bir diziye, dramaya dönüştüğünde seyretmek için bazı eylemlere ve sebeplere ihtiyaç vardı. Onları kurgularken biraz zorlandık ama senaristimiz Nüket (Bıçakçı) karakterlere izlenecek özellikler kattığı gibi, karakterler arasındaki neden sonuç ilişkilerini bir dramada izlenecek hale getirdi. Her bir karakteri kendi uslubuyla konuşturarak büyük bir illüzyon yarattı. Bu nedenle de; ne kitabı okuyanlar hayal kırıklığına uğrayacak - çünkü olay örgüsünde karakterlere sadık kalındı, ne de izleyenler...


Hikâye, sürekli evrende bir üst akıl olduğu vurgusu yapıyor, insanı bu kadar her şeyin merkezine koymak biraz egoist bir düşüncenin ürünü değil mi?

Bence bu kitapta herkes kendi gerçeğini yaşıyor. Bu gerçek de tek bir üst akılda toplanıyor: Kitabın yazarı olan Azra Kohen’in kendi aklı. “İnsanı nasıl hem daha iyi hem daha mutlu kılabiliriz” düşüncesinin ürünü ama hayatın gerçeğine uyarlamaya kalktığınızda işler pek de öyle yürümüyor çünkü karakterler arasında bir çatışma olması gerekiyor. İzlenecek, takip edilecek bir şey olması gerekiyor. O yüzden de evet, açıkçası zorlanıldı ama ne kitabı okuyanlara ne de izleyicilere mahçup olunmayacak gibi geliyor bana.


Dizi, kitap kadar müstehcen mi; dijital ortam sizi sansürden muaf tuttu mu?

İnternete iş yapıyoruz diye normalde o karakter orada küfür etmeyecekse “Ay bu karaktere küfür ettirelim, sigara içmiyorsa içirelim, sevişmiyorsa seviştirelim” gibi şeylere hiç girmedik, bundan özellikle kaçındık. Hikâyenin ihtiyacı olan yerlerde de hiçbirinden geri kalınmadı ama “Hadi elimize fırsat geçti, hay Allah hadi özgürlük” filan durumu da yok açıkçası.


İnternet dizilerinin alamet-i farikası ne?

Tabii bir Mozart in Jungle değil yaptığımız iş ama başka türlü bir şey olduğu kesin. Neticede bu ülkede sen ben gibi düşünen 100- 150 bin kişi var, sosyal medyada da bunu açıkça görebiliyoruz. Onlar zaten bu işe bakacaklar ama bir de televizyon oyunculuğuna, televizyon hikâyelerine alışan daha büyük bir kalabalık var, onları da yakalayabilmek için orta bir yol bulmak gerekiyordu, bu da yaptığımız işten ödün vermeden yapılmalıydı. Çok bıçak sırtı olduğu için biz de temkinli hareket ettik.





‘Ali doğduğunda 50 yaşındaydı’


“Sen nasıl takılıyorsan hayat öyle gelişiyor, bir yere girdiğini hissettiriyorsan insanlar hissediyor, hissetmemelerini istiyorsan o daha kolay” demişsiniz.

Özel hayatımda aktör, oyuncu ve meşhur biri gibi filan dolaşmak istemiyorum. Zaten öyle de oluyor, iş dışındaki birçok şey de açıkçası beni pek ilgilendirmiyor. Daha temiz kalmak istiyorum, bu işi yapıyorum diye insanların her şeyimi bilmesi gerekmiyor.


Çoğu insanın imrendiği bir hayat yaşadınız. Kendinizi mahrum ettiğiniz için pişman olduğunuz bir şey var mı?

Yoo, öyle düşünmüyorum. Hiçbir şeyden mahrum bırakmadım kendimi, yapmak isteyip de yapamadığım hiçbir şey yok özel hayatımda; oğlumla da tatile çıkıyorum, tek başıma da tatile çıkıyorum. Herkes gibi vakit geçirebiliyorum.


Ali kaç yaşında oldu?

Ali 65 yaşında bence! 13 olacak haziranda ama her dönemi daha acayip. Konuşamadığı zamanlar da acayipti, konuşmaya başladı ayrı acayip oldu. Bir ara çok konuşmaya başladı, bir ara az konuştu. Şimdi çok enteresan, “İnsan oğluyla arkadaş olmaz, mutlaka bir baba-oğul ilişkisi vardır” diye düşünürdüm kendi kafamda ama o artık bayağı abi oldu.



Tam teenager şu an, zorluyor mu sizi?

Yoo, tatlı heriftir o ya! Hakikaten biraz büyük doğdu bence o; doğduğunda 50 yaşında filandı, şimdi de 70’lerinde. O yüzden de şimdilik iyi gidiyor.


Oyunculuğa niyeti var mı?

“Bir aileye bir oyuncu yeter” diyor, hiç ilgisi yok bu işlerle.

‘Prototip bir kadın modeli çıktı’


“Bütün işler dursa, sektör tıkansa ayakkabıcılık yaparım” demişsiniz. Nedir bu ayakkabı aşkı?

Güzel gidiyor, konservatuvarda okurken başladım, hâlâ sürüyor. Çalıştığım zaman çok sık gidemiyorum tabii. İşte o yüzden o 3-4 senelik araları verebiliyorum, biraz da hayat yardım ediyor.


Bir kadın nasıl ayakkabılar giymeli sizce?

Herkes kendini bilmeli. Moda diye tek tip, prototip bir kadın modeli çıktı şu anda, erkekler de öyle. Herkes birbirine çok benzemeye başladı. Biriyle sohbet ederken kafanızı çevirseniz ve yerine başka birini koysalar fark edemeyecek duruma geldik. Moda elbette ki bir şeyleri yönlendiriyor ama insan kendini rahat ve iyi hissettiği, sırf moda diye bir şeyleri giymediği zaman tarz sahibi oluyor. O yüzden de mesela topuklu ayakkabının 1.40 boyunda bir insanı uzatmaktan başka bir işlevi yok işte.


‘20’lere geri dönmek istemem’


Parayla nasıl bir ilişkiniz var?

Günlük bir ilişkim var. Para harcanmak içindir.


“Kıskanmak saçma bir şey” demişsiniz bir seferinde. Hayatta en çok kimi ya da neyi kıskandınız?

İyi işleri her zaman kıskanıyorum. Duygusal olarak bir kıskançlık yaşamıyorum ama işimle ilgili kıskançlıklar yaşadığım oluyor.



“Arif v 2016”yı anlatsanıza biraz...

Hmm... Yıllar sonra... Yani hem ben hem Cem geçmişte çok keyif almıştık, “Yıllar sonra bunu bir daha yapalım mı?” diye konuşurken bir anda gerçek oldu, şimdi yapıyoruz, mayıs sonunda başlıyoruz. Bu sefer robot dünyaya gelip insan olmak istediğini söylüyor ve insan olmak için gezegendeki en doğru adrese, Arif’e gidiyor. Türlü türlü hikâyeler var ama aslında bir dostluk, arkadaşlık hikâyesi. Galiba yaşla birlikte biraz da duygusal olduk ve elbette çok sıkı bir komedi filmi olmakla birlikte güzel de bir dostluk hikâyesi çıktı ortaya. Bunu yapacağımız için çok mutluyum.


40’lı yaşlar hayatınızı ne hale getirdi?

Sağlık sigortasının primleri arttı. 40’tan sonra bir anda eve bir telefon geldi, özel sağlık sigortası arıyor. 40 yaşından sonra riskler artıyormuş filan, ödemeler de artıyormuş, bunları hatırlattılar bana. Ya bilmiyorum ki, hiç öyle hissetmiyorum. Bayağı sonsuza kadar yaşayacakmışım gibi geliyor. “Hayatının hangi dönemine dönüp öyle kalmak istersin” derlerse “40-45” arası derim, 20’lere geri dönmek istemem.


Neden?

Ya hiçbir şey hallolmamış oluyor, çok zor. 30’da biraz anlamaya başlıyorsun, 20’ye kadar zaten bir ömür... 20-30 arası de pek öyle çok hızlı geçmiyor, 40’tan sonrası bir anda hızlı geçmeye başladı, yani bir şeyle ilgili olması lazım... Kadınlar bunları biliyor: Merkür falan mı yakınlaşıyor?


Aşkı nasıl tarif ediyorsunuz?

Bilmem... Kimse yapamamış ki bugüne kadar, hiçbir fikrim yok!


Röportaj: Gizem Sevinç Selvi



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.