Polonya ve Türkiye ilişkilerinin 600. yıldönümü gereği şehirde Polonyalı punk gruplarının konserlerinden sergilere muazzam canlı bir etkinlik programı var. Mateusz Borowiak da geçtiğimiz çarşamba bu kapsamda İstanbul’da müzikseverlerle buluştu. Organizasyonunu Prof. Dr. Evin İlyasoğlu’nun yaptığı, “Chopin’in Ülkesinden Bir Yıldız” konseri öncesi, Borowiak’la piyanistin, günümüz müzik dinleyicisiyle besteci arasında köprü kurma görevini konuştuk. Dürüstlüğünü keyifli ve “sarsıcı” bulduğum Borowiak’la klasik müziğin yüksek bir kavram olarak korunması gerektiği konusunda uzlaştık.


İstanbul’umuzu nasıl buldunuz?

Böyle muhteşem bir salonda, Polonya’yı temsil ediyor olmak büyük bir onur. Aynı zamanda bugüne dek hakkında çok şey işittiğim Türkiye’yi de ilk kez kendi gözlerimle görme fırsatı buldum. Hayran kaldım.


Konser programınızda Polonya-Türkiye ilişkilerinin 600. yılı gereği, Chopin’den Szymanowski’ye kronolojik bir Polonez seçkisi var. Repertuvarınızı nasıl belirliyorsunuz?

Genellikle bilindik isimleri seçmeye özen gösteriyorum. Kronolojik, milli veya tür olarak bağlantılı bestecilere yer vererek aynı konunun çeşitli bakış açılarından işlenişini göstermeyi seviyorum.


Yüzlerce yıl önce yaşamış bestecilerin eserleri aracılığıyla günümüz seyircisiyle iletişim kurmak zor değil mi?

Bütün bu saydığım besteciler bizden farklı değiller. Konuştuğumuz konular, okuduğumuz metinler ve müzikten aldığımız haz aynı. Eseri seslendirirken bestecisinin, tarihi bir figür olarak değil de bir arkadaş, herhangi biri gibi yanımda oturduğunu ve beni yönlendirdiğini hayal ederim.


Özgeçmişinizi incelediğimde birçok prestijli yarışmaya katıldığınızı gördüm. Bu yarışmaların kariyerinizin gelişimdeki etkisi ne oldu?

Yarışmalar, kazandığınızda yeni konserlere davet edilmeniz ve network imkânı sağlamaları açısından önemli. Kısa vadede tanınırlık sağlarken uzun vadede kuralları sayesinde belirli bir repertuvara hâkimiyet sağlıyorlar. Mesela Barcelona’daki İspanyol müziği sınırlandırması sayesinde Albeniz ve Soler’in eserleriyle tanıştım.

Hazırlanma süreci belli bir disiplini gerektiriyor olsa gerek...

Yarışmalar aynı zamanda piyanistin disiplinini ve dayanıklılığını güçlendirmek açısından da faydalı bir eğitim süreci sağlıyorlar zira haftada dört veya beş kez konser vermeniz gerekiyor. Aslında yarışmalar diğer piyanistlerden ziyade kendinizle yarışmanızı ve yapabileceğinizin en iyisini yapmanızı sağlıyorlar.


“Sanırım Richter’in söylediği doğru”


Konser piyanistliği, disiplini ve yoğun bir bireysel çalışma gerektiriyor. Sviatoslav Richter, bir yaştan sonra bireysel çalışma mesaisinin birkaç saate düştüğünü söylemişti. Konser trafiği olan dönemlerde çalışma düzeninizi nasıl planlıyorsunuz?

Yoğun konser trafiğinde özellikle de seyahat halindeyken çalışma saatlerini belli bir rutine oturtmak imkânsız. Bazen işler kaotik bir hal alabiliyor! Ancak üç-dört haftalığına eve döndüğümde ritmimi yeniden oturtuyorum. Sanırım Richter’in söylediği doğru, gerçekten de çalışma saatleri kısalıyor; 16 saatten 12 saate düşüyor! Neyse ki yaşla doğru orantıda zekâ da arttığı için daha az çalışarak formda kalabiliyorsunuz.


Kompozisyon eğitiminizin çalacağınız yapıtlara yaklaşımınızdaki etkisi nedir?

Tıpkı 600 yıl öncesinin bestecileri gibi ben de doğaçlama yapabilmek için geniş disiplinli bir müzik eğitimi aldım. Müziğin komposizyon aşamasının nasıl işlediğini bilmek aslında nota dizilimlerinin ne kadar sınırlı olduğunu ve işin ne kadarının yorumcunun kabiliyetine kaldığını gösterdi. Komposizyon eğitimim, besteyi seslendirenin, yani “iletkenin” rolünü anlamamı beste denen denklemin kimyasını çözmemi sağladı.


Son zamanlarda neredeyse her müzisyen “dahi” yakıştırmasıyla pazarlanıyor. Bir enstrümanda kusursuzlaşmak için dâhi olmak şart mı?

Kusursuzluk asla elde edilemez. Zaten müzisyenin kendini sürekli geliştirmesini ve dönüştürmesini sağlayan şey bu kusursuz olamama durumudur. Bence bir denge olmalı, dâhi olmak işi kolaylaştıran bir durum, müzisyen doğası gereği pişmelidir.


Peki klasik müziği günümüz seyircisine siz pazarlıyor olsanız nasıl bir strateji izlerdiniz?

İnsanlar sürekli pop müziğin klasik müzikten daha popüler olmasından yakınıyor. Ben bundan gayet memnunum! Klasik müzik, anlamak için insanın kendini geliştirmesi gereken bir müzik türü. Klasik müzik kolay erişilebilir olmamalı. Salt keyif için dinlenen bir fon müziği olmamalı, insanı ruhsal yönden eğitmeli…


Çoğuna katılıyorum ama kulağa biraz iddialı ve üzgünüm ama züppe gelmiyor mu?

Ama gerçekten de bugünlerde klasik müzik konserleri telefonlarımızı kapatabileceğimiz nadir anlardan. Her şeyi aynı anda yapmayı bırakıp tek bir şeye odaklanabildiğimiz çok özel bir yer. Sadece bunları yapabilecek seviyeye gelmek için bile belli bir kafa yapısı ve zihin disiplini gerekiyor. Bunu da elitist görünmek kaygısıyla yitirirsek insanoğlunun bir parçasını öldürmüş oluruz. Normal” Sonuç olarak bence klasik müzik bize sunulan bir şey değil bizim erişmek için çabaladığımız bir şey olmalı.


Röportaj: Sırma Karasu

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.