haberturk.com


Geçen on yılda en çok eseri ortaya çıkan, tabloları en değerleri resimler listelerinde yer alan ressam Osman Hamdi Bey. Gün yüzü gören son tablosu Yeşil Cami Önü, 24 Mayıs’ta Antik A.Ş.’nin düzenleyeceği müzayedede 10 milyon TL. fiyatla satışa çıkacak.


Yaptığı resimlerin bir listesi olmadığı için, Osman Hamdi Bey’in kaç tablosunun daha kayıp olduğuna dair bir fikir yürütülemiyor. Bunların bir kısmı çeşitli belgelerle yapıldıkları kesinlik kazanan ancak hiç ortaya çıkmamış ve izi sürülemeyenler. Bir kısmının ise var olduğu biliniyor ama nerede oldukları bilinmiyor. Fakat aralarından biri var ki, konusu ve ortadan kaybolma biçimiyle diğerlerinden ayrılıyor. Zira mihraba arkasını dönüp rahleye oturmuş bir kadın ve ayaklarının etrafına atılmış Kur’an ve benzeri dini kitaplar resmettiği tablo, verdiği mesaj nedeniyle ressamın en çok tartışılacak eseri. “Mihrab” ismiyle bilinen bu resim, Aret Portakal’dan Mesut Hakgüden’e geçtikten sonra Çiğdem Simavi’nin oldu ve en son Demirbank koleksiyonuna katıldı. Ancak bankanın Tasarruf Sigorta Fonu’na (TMSF) devri sırasında ortaya çıkmadı.


Tablonun akıbetini önce Aret Portakal’ın oğlu müzayedeci ve antikacı Raffi Portakal’a sorduk. Babasının tabloyu konusu itibarıyla elinde tutmak istemediğini belirten Portakal “Simavi’den sonrası sıfır bilgi” dedi. Demirbank koleksiyonundaki “Mihrab”ın bankayla birlikte devredilip devredilmediğini sorduğumuz TMSF’nin yanıtı da kısaydı: “Kurumumuzda söz konusu tabloya ait herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır.”


Peki Mihrab’ı nasıl okumalı? Tablo neden kıymetli? Osman Hamdi’nin diğer kayıp eserleri hangileri? Nerelerde olabilirler? Ne zaman ortaya çıkabilirler? Sorular çoğalırken, “Nazlı’nın Defteri” isimli sergi açıldı. Kızı Nazlı’nın eve gelen konuklara imzalattığı defterden yola çıkarak Osman Hamdi Bey’in çevresini inceleyen serginin küratörü önemli bir isimdi. Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Edhem Eldem, Osman Hamdi Bey üzerine yoğun araştırmaları olan bir akademisyen ve ressamın kardeşi İsmail Galib Bey’in 4. kuşaktan torunu. Yazdığı katalog yazısında müzayedeye çıkacak “Yeşil Cami Önü” tablosunun adını da koyan kişi olan Eldem, Osman Hamdi Bey ve Mihrab’ı konuşmak için en doğru isimdi. Okuyacağınız, Edhem Eldem ile Osman Hamdi Bey ve kayıp tablosu Mihrab üzerine yapılmış ilk ve tek röportajdır.



"MİHRAB'IN ESAS ADI YARADILIŞ"





Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Edhem Eldem,

Osman Hamdi'nin 4. kuşaktan yeğeni.





-Nazlı’nın Defteri sergisini neden hazırladınız?

Bu serginin merkezinde olan defteri yaklaşık 10 yıl önce Nazlı’nın kızı Cenan Sarç verdi.O zamandan beri defteri ortaya, parçalarını da etrafına koyup, içinde yer alan bütün kişileri bilmek, bir tür portre galerisi yapmak istiyordum. Son 5-10 senede yoğun olmak kaydıyla, 10-15 senedir Osman Hamdi üzerine çalışıyorum. Kişiliği ve sanatıyla ilgili genel resmi tamamladıktan sonra bu deftere sıra geldiğini düşündüm. Tek bir belgeden ne kadar bilgi çıkarılabilir ve nasıl düzenlenebilir?


- Osman Hamdi Bey’le ilgili başka bir sergi planı var mı aklınızda?

Arzum, çok kapsamlı bir Osman Hamdi biyografisi sergisi yapmak. O zaman sadece resimler değil fotoğraflar, mektuplar, kitaplar da devreye giriyor. Bir insanın hayatının üç tane resimle veya o resimlere biçilen milyon dolarlarla özetlenemediğini anlatmak istiyorum. Çok ilginç, çalkantılı bir hayatı var. 1860’larda Paris’te talebe, 1870’lerde zor iş buluyor. Resimler bir kişinin hayatının sadece bir ânı. Resimler bir tarihçiye ancak sanatçının uzun vadede fikir değişimini, bir temadan başka bir temaya geçişini gösteriyor. Bir tablo gündeme geldiğinde ne zaman ve niçin yapıldığına, nerede sergilendiğine, sanatçının öncesinde ve sonrasında sergilediklerine hiç bakılmıyor. Konuşulan sadece bir obje.






Nazlı'nın Defteri sergisi 30 Nisan - 7 Temmuz 2014 tarihleri arasında Anamed'de görülebilir.



-Osman Hamdi Bey’in eserlerinin bir listesi olmadığı için kaç eserinin kayıp olduğuna dair bir fikir yürütülemiyor.

Osman Hamdi epey dağınık bir adam. Konudan konuya atlıyor. Bana hoş görünen taraflarından biri de bu. Bütün resimlerinin çetelesini tuttuğuna inanmıyorum. Bu sanat tarihçilerinin işi. Problem şu ki tarihçiler bunu yarım yamalak yaptılar. Sadece resim üzerinden gittiler, hiç belgelere bakmadılar. Mevcut olmayan ama bir belgede anlatılmış, satın alınmış tablolara hiç bakmadılar. Osman Hamdi Bey Sözlüğü’nde bunu büyük ölçüde tamamlamaya çalıştım. Ama bir liste haline de getirmedim. Yapmak niyetindeyim. Ama her gün yeni bir şey çıkıyor. Mesela Yeşil Cami Önü…


-O tablonun adı Cami Önü mü Yeşil Cami Önü mü?

Bunun doğrusu yanlışı yok. Çünkü Osman Hamdi kendisi vermiyor isimleri. Oradaki cami kapısının Yeşil Cami olduğunu biliyoruz.


-Nasıl isimlendirmemiz doğru olur?

Eğer bir tablo bir yerde sergilendiyse ve sergi kataloğunda bir isim altında çıktıysa onu gerçek kabul etmek gerekir. Bu manada Kaplumbağa Terbiyecisi aslında Kablumbağalı Adam’dır. Ama hiç sergilenmemiş, ressamın ne isim verdiğini anlamamıza imkan vermeyen durumlarda iş bize kalıyor. Onun için bana sorulduğunda Yeşil Cami Önü gibi bir isim telaffuz ettim. En azından olanı göstermek, olanı en nötr şekilde tarif etmek için. Ama bu resim için kayıptı denemez.


-Siz varlığından haberdar mıydınız?

Hayır. Söylemeye çalıştığım şu: Asıl kayıplar var olduğunu bildiğimiz ama bulamadığımız tablolar.


-Mihrab adıyla bilinen Yaradılış gibi mi?

Yaradılış kaybolsa da son derece iyi röprodüksiyonları var. Dolayısıyla tarihçi olarak benim için kayıp değil.






Eldem:"Osman Hamdi, bu tabloda kadınlığı annelik olarak dinin,

dogmanın üzerinde bir yere koymak istiyor."




"ABDÜLAZİZ İÇİN YAPTIĞI SAVAŞ TABLOSU DA KAYIP"


-Sizin kayıptan kastınız ne?

Bildiğim ama cismini, röprodüksiyonunu göremediğim dolayısıyla neye benzediğini bilmediğim tablolar. Beni asıl ilgilendiren onlar. Tabii ki yok olmasını istemem ama Mihrab bugün kül olsa da önemli değil. Ben o tablo üzerinde çalışabiliyorum. Vaktinde Mustafa Cezar’ın kitabı Sanatta Batı’ya Açılış ve Osman Hamdi için fotoğrafı çekildi. Bu belge benim için yetelidir. Ama biliyorum ki Osman Hamdi 1870’lerde Sultan Abdülaziz için bir savaş resmi yaptı. Bunu belgeden, bir anlatımdan biliyorum. Bu resmi görmedik. Nerede olduğunu bilmiyoruz.


-Hiçbir iz süremiyor musunuz?

Hayır. Osman Hamdi’nin resmettiği bir savaş sahnesi örneğini de bilmiyoruz. 1880’lerde Osman Hamdi mektuplarında diyor ki: “Saray için çok büyük bir tuval yapıyorum. Tam da peyzaj” diyor. Detayını bilmiyoruz. 1890’larda saray koleksiyonunun bir envanterinde Osman Hamdi’ye ait olduğu söylenen ama bugün mevcut olmayan tablolar var. Benim için asıl bunlar kayıp. Bunun gibi birkaç tane eseri var.


-Bu tablolar kaç tanedir? Bir listesini tutabildiniz mi?

Mümkün mertebe evet. Herhalde 10 tane filandır. Bunlara Paris’te yaptığı tablolar dahildir. Paris’teyken tablolarından sadece biri mevcut. Pusuda Zeybek. 1865-66-67’de tablo sergiliyor, ortaya çıkmıyor. Neye benzediklerini de bilmiyoruz. Bazılarının sözle tarifleri var. İsimleri var ama cisimleri yok. Bu tarihçi için önemli. Çünkü Osman Hamdi’nin ilk çalışmaları. Bu resimlerde nasıl bir teknik kullanıyor? Ne resimliyor? Bunlar benim için gerçek kayıplar. Bir de Yeşil Cami önü gibi var olduğunu da bilmediğimiz, birden ortaya çıkabilecekler var. Bunlar kazanç. Hamdi bir mektubunda Carl Human’a “Sen Petersburg’da tablolarım var” diyor. Ne tablosu söylemiyor. Ben Rus koleksiyonlarında Osman Hamdi bilmiyorum. Özellikle erken döneminde, 1860’lardan 90’lara kadar Osman Hamdi’nin bildiğimizin çok üstünde resim yaptığını, bunların bir kısmının hakikaten kayıp olduğunu bazılarının yeniden ortaya çıkabileceğini söylemek mümkün.




“DOĞU DİNLERİNİ BİR KADININ AYAKLARI ALTINDA RESMETMEK İSTEMİŞ”


-Bu resimlerin bir kısmı 1980’lerden sonra aileden çıkıyor.

Aileden erken tarihte çıkmış olan çok az var. Bir tane Leon Grünberg’in ailesinde var. Kahve Ocağı. Bu tuval anlaşılan 1920’lerde çıkmış. Yoksa bugün özel koleksiyonlarda olduğunu bildiğimiz tabloların hemen hepsi 1970’lerde, 80’lerde, 90’larda çıktı ortaya.


-Yeşil Cami Önü için “bilinmeyen başyapıt” başlıkları atıldı.

“Başyapıt” tanımı çok izafi. Büyük ve iyi çalışılmış bir tuval olduğu doğru. Osman Hamdi’nin bitmemiş, küçük ve iddiasız tuvalleri ile mukayese ettiğimizde bu önemli sayılabilir. Ama tarihte “önemli” çok izafi bir kavramdır.

Osman Hamdi’nin başyapıtları muhtemelen 1900’den sonra yaptıklarıdır. Yaradılış gibi… O bile başyapıt ismini hak edecek bir eser olmayabilir. Başyapıt daha çok sanat tarihçilerinin, müzayedecilerin, sanat kritiklerinin kullandığı bir tabir.


-Osman Hamdi Bey Sözlüğü’nde Mihrab adıyla bilinen tabloyu Yaradılış başlığında inceliyorsunuz. Neden?

Çünkü tablo Osman Hamdi hayattayken sergilediğinde kullanılmış isim bu. O sözlüğü yazdıktan sonra keşfettim. Tablo ilk kez 1901’de Berlin’de sergilenmiş.


-Yapıldığı yıl yani…

Evet. 1903’te de Londra’da sergileniyor. İki sergi kataloğunda da adı Genèse, yani Yaradılış. Mihrab isminin nereden geldiğini biliyoruz. Mustafa Cezar “adını bilmediğim ve arkada mihrab olduğu için Mihrab diyorum” diyor. Olması gerekeni yapıyor. Problem, bugünkü tarihçilerin bunu sanki Osman Hamdi’nin kendi verdiği isimmiş gibi kullanmalarında. Osman Hamdi’nin eserlerinde isim önemli, çünkü mana oraya yükleniyor. Biz her şeyde mana bulmaya çok meraklıyız.






Mihrab'da Kur'an'dan başka Zerdüşt dininin kitabı Zend-i Avesta var.

Eldem, üçüncü kutsal kitabın Budizm kitabı Sakiya Muni olabileceğini söylüyor.



-Aynı durum Kaplumbağa Terbiyecisi olarak bilinen tablo için de söz konusu. Tablonun asıl adı Kaplumbağalı Adam…

Aynen. Veya Cami Önü’nde “konuşan” veya “tartışan” adamlar… Bunların hepsi bizim problemlerimizi veya dertlerimizi yansıtan isimler. Osman Hamdi’nin koyduğu isimler değil. Diğer taraftan şunu da kabul ediyorum: Eğer bugün kamu, Kaplumbağalı Adam’ı Kaplumbağa Terbiyecisi olarak biliyorsa bu artık o tablonun ismi olabilir. Yeter ki Osman Hamdi’nin verdiği ismin bu olmadığını bilelim. Leonardo’nun Mona Lisa’sı da Mona Lisa diye çıkmamıştı. Her eserin bir kendi hayatı yani sanatçısının elinden çıkışı var, bir de görülerek, anlaşılarak veya anlaşılmayarak, yanlış anlaşılarak devam eden bir kamusal hayatı var. Ne kadar yanlış olursa da, o hayat da gerçek. Bunu inkar etme derdinde değilim. Ama bilinsin ki bugün Kaplumbağa Terbiyecisi diye bilinen tablo Kaplumbağalı Adam diye sergileniyordu.


-Mustafa Cezar’ın kitabı Sanatta Batı’ya Açılış’ın 1995 baskısında Mihrab’ın Demirbank koleksiyonunda olduğu yazıyor. Fakat 2000’de Demirbank TMSF’ye devredildi ve devir işlemleri sırasında tablo ortaya çıkmadı. Siz bu tablonun nerede olduğunu biliyor musunuz?

Hiçbir fikrim yok. 1995 baskısı için Ersu Pekin bu tablonun büyük boyda çok iyi dialarını çektiği için şükrediyorum. Tarihçi olarak ihtiyacım olan şey mevcut. Detayının ne olduğunu biliyorum, yorumluyabiliyorum.



İNCİL VE TEVRAT NEDEN YOK?



-Mihrab’da yerde kutsal kitaplar var.

Kutsal kitap dediğiniz, bayağı Kur’an…


-Başka kutsal kitaplar da var.

Tezhibinden, şeklinden, besmeleyi hafif görmemizden ötürü bunların en azından birinin Kur’an olduğunu söyleyebiliyoruz. Biz bakarken kadının sağ tarafında. Beni çok şaşırtan bir kitap Zend-i Avesta. Yani Zerdüşt dininin kitabı. Tespit edemediğim kitap, üzerinde Sakamuni olan. O da bir Budizm kitabı… Belli ki Osman Hamdi bir şekilde bütün bu Doğu dinlerini bir kadının ayakları altında resmetmek istemiş.





"Tezhibinden, besmeleyi hafif görmemizden ötürü bunların en azından birinin

Kur’an olduğunu söyleyebiliyoruz."


- Bir makalenizde “Benim bile reddedemeyeceğim bir mesajı olduğu açık” diyorsunuz.

En büyük derdim Osman Hamdi’nin tablolarında hep mesaj aranması. Kaplumbağanın eğitimin zorluğunu anlattığı söyleniyor. Derviş türbede olunca müze metaforuna dönüştürülüyor. Öküz altında buzağı arıyoruz. Külliyen yanlıştır demiyorum, ama ona varmadan önce biraz daha detaylı bakalım. Bence Osman Hamdi Kaplumbağalı Adam’ı bir Japon gravüründen alarak bir tercüme yapmış. Elbette tartışılabilir. Fakat Yaradılış kör parmağım gözüne. Siz bir kadını rahleye oturtur, sırtını mihraba verir, yerlere de Kur’an dahil farklı dini kitaplar, yanına da tütsü çıkan bir buhurdan koyarsanız artık burada mesaj yok demek zor. Adı Yaradılış ve kadın hamile!


-Bu tabloyu nasıl okumak yanlış olmaz?

Burada aslında biraz din karşıtlığı var. Doğurganlık dinin üstüne konuyor. Tabiat, annelik, doğum, insanın kendini üretebilmesi, yaradılış… Buradaki yaradılış Tanrı’nın yaratması değil, kadının bir can yaratması. Benim yorumum en basit haliyle şu: Osman Hamdi bu tabloda kadınlığı annelik olarak dinin, dogmanın üzerinde bir yere koymak istiyor.


-Sizce yerdeki kitaplar arasında neden İncil, Tevrat yok?

Osman Hamdi genellikle Doğulu temalar işliyor. Kur’an’ı, Zerdüşt dinine ve Budizm’e ait birer kitabı koyması o Doğu çerçevesine uyuyor. Alışık olduğumuz Batı türünden bir İncil koyarsa herhalde sırıtacağını düşündü. Belirli dinleri tenkit etmeyi, bazılarını korumayı düşündüğünü hiç sanmıyorum. Bence daha çok estetik bir kaygı bu. O dönemdeki bütün tablolarında şark motiflerini, İslami motifleri kullanıyor. Buradan öteye bir coğrafyadaki dini kitapları seçmiş olabilir. Bu bir tahmin. İşin komik tarafı, Londra’da sergilendiğinde kimsenin bunun farkına varmaması. Tabloyla ilgili rahatsızlık, kadının elbisesinin cırt sarı olmasından kaynaklanıyor! Rahleye “X şeklinde iskemle” diyorlar. Arkadaki mihraba mihrap değil Kahire usulü “çiniler”, yerdeki kitaplara da Fars ve Arap kitapları diyorlar. Kimse buradaki dini mesajı görmemiş, yakalamamış. Tablo burada sergilenseydi sanırım farklı olurdu. Ama zaten Osman Hamdi 1882’den itibaren burada hiçbir şey sergilemedi.






Mihrab tablosunda yerde duran kutsal kitaplardan Zerdüşt dininin kitabı Zend-i Avesta.







Eldem: "İki kişi, Sakiyâ Mevlâ gibi okuduğum şeyin Budizm’in kitabı Sakiya Muni olabileceğini söyledi.

Mantıklı geldi. Zend-i Avesta varsa Sakiya Muni niye olmasın?"



-Yurtdışında sergilenmesi için girişimleri oluyor ama…

Tabii, kendisi bu konuda çok cevval. İlk belgelendirebildiğimiz 1888’de Berlin’de sergilenen ve halen orada bulunan tablo. Bir halı satıcısını gösteriyor. Osman Hamdi’nin Avrupai tiplerin bulunduğu tek tablosu. Turistler halılara bakıyorlar. Osman Hamdi’nin sergilenmesi için uğraştığını biliyoruz. Bundan önce Paris’te sergilendiği biliniyor. Onun bütün derdi yurtdışında sergilenmek, Avrupalı seyirciyi fethetmekti. Çünkü İstanbul’da pek fazla sergi salonu yok o zaman. 1881-1882’de ABC Kulübü, Art Club’ın küçük sergileri var ama tatmin edici değil.

Burada kendimizi aldatmayalım. Osman Hamdi, 1890’lardan itibaren artık Müze-i Humayun’un başında. Yetkili, güçlü bir konuma gelmesinden itibaren eserlerinin sergilere katılması kolaylaşıyor.


-Mihrap 1901’de 1903’te yurtdışında sergilendiğinde Osmanlı’da hiç konuşulmuyor mu?

Hiç görmedim.


-Bu enteresan değil mi?

Ama hiçbir eseri için görmedim. O dönemde Osmanlı basınında Osman Hamdi ile ilgili çıkan haberler tablolarıyla ilgili değil, “bir Osmanlı’nın tablolarının yurtdışında satıldığı” ile ilgili. Bu bizim tipik kompleksimiz. Tablo nedir, neyi resmeder? Kimse bunu konuşmuyor. Osman Hamdi arkeolojiyi koruyan, Müze-i Humayun’u ayağa kaldıran ve yurtdışında tabloları satın alınan ve beğenilen adam olarak takdir ediliyor, o kadar.





"SARAY'IN HAFİYELERİNE TAKILDIĞINI SANMIYORUM"





-İki kez yurtdışına çıkıp başına bir şey gelmeden İstanbul’a dönebilmesinden, Mihrab’ın Saray’da rahatsızlık yaratmadığı sonucunu çıkarabilir miyiz?

Bence görmemişlerdir. Bazı tabloları için diplomatik valizini kullandığını, sefaretlerin yardımını istediğini biliyorum. Bunu tablolarını yurtdışına kaçırmak için değil, bu yol daha emin ve kolay olduğu için yapıyor. Yaradılış’ın 1901 ve 1903’te gidip dönmüş olması gerekiyor. Sansüre ya da Saray’ın hafiyelerine takıldığını sanmıyorum. Gördüğüm kadarıyla Osman Hamdi’nin tablolarıyla ilgili resmi evrakta herhangi bir yazışma yok. Tablolarının çoğu da zaten geri dönmüyor, gittiği yerde satın alınıyor.


-Osman Hamdi Bey’in bir torunu, tablodaki kadının evin Ermeni hizmetçisi olduğunu söylemiş.

Ben Cemal Sait Bark’ı tanıdım. 1911’de doğdu. O doğduğunda tablo 10 yaşındaydı, Osman Hamdi öleli bir yıl olmuştu. Sözlü tarihe her zaman için saygım var ama rivayetlere de fazla itibar edemeyiz.


-Siz tablodaki kadının, Osman Hamdi’nin kızı Leyla Hanım olduğunu düşünüyorsunuz.

Ben Leyla olabileceğini düşündüm. Karısı Naile dendi ama değil, onun epey karakteristik bir siması var. Tablodaki kadının, kızı Leyla’ya benzeyen tarafları var. Leyla 1902’de 1 Mayıs’ta Nimet’i doğuruyor. Bu tablonun 1901’de yapıldığını ve 1903’te sergilenmiş olduğunu öğrendiğimde “Tamam” dedim, “1901’in sonuna doğru yapıldı tablo. Leyla 4- 5 aylık hamile. Bu onun resmi.” Sonra keşfettim ki Yaradılış 1901 Mayısı’nda yapılmış. Biraz daha geç yapılmış olsa bile Leyla’nın hamile olamayacağı bir tarihte Berlin’de sergilenmiş. O zaman bütün teorim suya düştü. Başka bir teklifim yok.




"OSMAN HAMDİ GEROME'UN TANAGRA HEYKELİNDEN ESİNLENMİŞ"


- Osman Hamdi’nin Mihrab’ı yaparken Gérôme'un Tanagra isimli heykelinden esinlendiği fikri tabloyla ilgili yapılacak yorumları nasıl etkiler?

Hiç etkilemez. Kadının pozu, Tanagra heykelindeki kadının pozuyla aynı. Her ne kadar Tanagra çıplak, Yaradılış giyinikse de... Bunu kendi kendime keşfetmedim. Birkaç yıl evvel Paris’te bir Gérôme konferansında Osman Hamdi üzerine konuşurken Yaradılış’ı gösterdim ve Gérôme uzmanı bir küratör “Bu Tanagra!” dedi. Bir sergi vardı, gidip baktık. Tamamen aynı poz. Sonra elimdeki mektuplara baktım ve 1890’da Gérôme’un Osman Hamdi’ye bir mektubunu buldum. Paris’e gittiğinde Tanagram’ı görüp beğendiğini söylüyordu. Tanagra’yı gördüğü kesin. Osman Hamdi bir şeye bakıyor, diyor ki: “Ben bunu nasıl Osmanlı ya da Şark tekstine tercüme ederim?” Orada heybetli bir şekilde oturmuş çıplak kadını olduğu gibi giydirirsiniz, Yunan oturağı yerine rahleye oturtursunuz. Bunu müthiş bir mizah anlayışı, esneklik ve ironi olarak görüyorum. Osman Hamdi’yi bir slogan, mesaj makinası gibi görmek istemiyorum.





Osman Hamdi Bey'in Mihrab'ı yaparken esinlendiği, Gérôme'un Tanagra isimli heykeli





-Tablodaki objelerle ilgili zaman içinde ulaştığınız yeni bilgi belge var mı?

İki kişi, Sakiyâ Mevlâ gibi okuduğum şeyin Budizm’in kitabı Sakiya Muni olabileceğini söyledi. Mantıklı geldi. Zend-i Avesta varsa Sakiya Muni niye olmasın? Osman Hamdi temsil ettiği şeylerin bir örneğini genellikle görmüş oluyor. Şimdi İstanbul’da el yazması bulunduran kütüphanelerde Zendi Avesta arıyorum.


-Sizin Osman Hamdi tablonuz var mı?

Hayır.


-Neden?

Ailede hemen hemen hiç kalmadı. Çekirdek ailemizde bir tane vardı. Elden çıkardık. Bir tek Cenan Sarç’ın çocuklarında, oğlunda torunlarında birkaç tane var. Zaten aile kendisi Cenan Sarç başta olmak üzere, Halil Edhem’in kızı Belkıs Cevat olmak üzere, Osman Hamdi’nin oğlu Edhem Eldem olmak üzere Mimar Sinan koleksiyonuna verdiler. Bu koleksiyonun çoğu ailenin bağışladığı tablolardan oluşuyor.


-Sizdeki tablo hangisiydi?

Büyükbabam Alişanzade İsmail Hakkı Bey’in bir portresiydi. Demet Sabancı tarafından satın alındı.


-Siz Osman Hamdi’nin kaçıncı kuşaktan torunusunuz?

Ben Osman Hamdi Bey’in değil, kardeşi İsmail Galib Bey’in dördüncü kuşaktan torunuyum.


Röportaj: Perihan Özcan / pozcan@hthayat.com



Edhem Eldem fotoğrafı: Sinan Bilgenoğlu

Mihrab tablosu fotoğrafları: Ersu Pekin

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Incil ve tevrat koymamasinin sebebi batidan alacagi tepki gidip tablolarini orda sergiliyor o donemde sıkardi bunu yapmasi.basbayagi avrupa ve masonik gruplar tarafindan desteklenen din dusmani darwinci bir mankurtdu kendisi hauatini okuyunca zaten hersey ortada.atesi bol allahin gazabi uzerine olsun.
    CEVAPLA
  • Misafir Kuran olduğunu düşünmüyorum, ona benzettiği bir kitap.uzun zamandır araştırıyorum çok ilginç şeyler buldum. Bu resimdeki hamile kadınla bir padişah karısını anlatıyor. Osmanlı yı ele geçirdiler yakında doğacak çocukla tüm doğu dinlerini yok etmek istiyorlar diye anlatıyor. Başka bir resminde çok büyük tehdit altında olduğunu, kızının öldürüldüğünü resim etmiş.Tablolar net olmadığı için tam yakından göremiyorum kim ne derse desin bir sürü şifre bırakmış..Kısacası büyük tehlikeleri resim etmiş.
    CEVAPLA
  • Misafir Camilerde niye sadece erkeklerin mihrap ününde secdeye kapıldığı anlaşıldı. Bilinçaltı çalışıyor.
    CEVAPLA
  • Misafir Islam'da Kitap dahil hicbir sey kutsal olarak kabul edilmez, neslere kutsallik yuklemek gunahdir; ben Sudi Arabistan'da evlerde hali uzerinde oturma duzeni olan oturma odalarinda Kuran'in yerde ayak yaninda durmasinin, hatta kol alti destek yapilmasinin yadirganmadigina sahit oldum.
    CEVAPLA
  • Misafir Budizmin kitabi Tripitaka'dir; Sakiya-muni Buda'nin lakaplarindan biridir, 'Sakiya soyundan gelen kesis' anlamindadir.
    CEVAPLA
  • Misafir ressamın kadını herşeyin üstünde tutması sosyolojik ve sanat açısından iyi olabilir;fakat din ayaklar altına alınmış. halbuki bizler atalarımızdan kuranı başımızın üstünde tutmayı öğrenmiş bir milletken bu resmin koybolmasına şaşılmamalı
    CEVAPLA
  • Misafir Sanki tevrat, incil, zebur batıdan mı çıktı? Sanki kadının hamileliği ve bir insanın bir damla nutfeden oluşması mucizeden gayri bir şey mi?
    CEVAPLA
  • Misafir Eski kitaplar besmele ile başlar. Bu sadece Kur'an-ı Kerim'e mahsus birşey değil. Ben yerdeki kitaplardan birinin Kur'an-ı Kerim olamayacağını düşünüyorum. Osman Hamdi Bey Kur'an için bugün bile büyük saygısızlık kabul edilebilecek bir şeyi asla yapmaz.
    CEVAPLA
  • Misafir bu tip adamlar milletin kalbinde yer bulamazlar. kalbinde yer bulduğu kişiler de bu milletten değildir.
    CEVAPLA
  • Misafir bura da allahın yarattığı en akıllı kulu insanoğlu nun doğurganlığı bahşettiği kadın ın üstünlüğü vurgulanmış. çok anlamlı, güzel bir eser, ne yazıkkı nerde olduğu belli değil. :(
    CEVAPLA
  • Misafir kuranı ayaklar altına alan bu kişi kafirdir.sanatı ne olursa olsun cehennemdedir.müslümanlar açısından osman hamdinin firavundan farkı yoktur.mehmet uçarsoy
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.