"Güldüren adam”larla röportaja giderken insan ister istemez sırıtıyor. Ama siz “Kesin çok eğleneceğim” diye düşünürken bazen karşınıza öyle adamlar çıkıyor ki ciddi, gergin, kafadaki o rahat adam imajından son derece uzak... Ciddileşiyorsunuz. Ama Serkan Altuniğne hakikaten kasmıyor, gülüyor, siyasetten müziğe geniş bir yelpazede rahat rahat konuş, sıkmıyor... Bu, ikinci röportajımız. 4. kitabı vesile oldu.


Yayınlanmış işleri kitaplaştırmak sana ne gibi bir tatmin sağlıyor?

Eski işlerini arşivlemiş oluyorsun. “Ulan 4 kitaplık iş yapmışım, vay be” oluyor! Dergicilikte de böyledir. İnsan dönüp tekrar tekrar okuyayım ister. Ama daha önce hiç karikatür okumamış, denk gelip bir tane alan da epey var.


Öyle mi?

Tabii. Adam uçağa biniyor ya da terminalde. “En iyi karikatür okunur” deyip kapıyor.


Karikatürü anlamak için entelektüel birikim gerekir derler...

Alakası yok. Okumayanları ezmek, bir de kendine gereksiz pay çıkarmak olur bu.


Anlamak için ne lazım diyelim o zaman?

Mesela ben karikatür okurken kafamda baloncukları seslendiririm.


Bu işler biraz da gündelik dille yapılıyor ya hani. Bu kitabı ben 10 sene sonra okuduğumda da güler miyim?

Yok. Yani sen belki gülersin de şu an 9 yaşında olan çocuk 19’unda alıp ‘’Hiç komik değil’’ diyebilir. 1970- 80’lerdeki Gırgır ciltlerine bak. Bambaşka bir dil var. Onlar da seni kesmez. Mevzu biraz da ergenlik ve sonrası çevrende hâkim olan dille alakalı.


Kitapla beraber bir sürü imza günün oldu. Gelenler neler söylüyor?

Ya Türk insanında garip bir çekimserlik var. TÜYAP’ta bir gün Selçuk’la (Erdem) beraberiz. Bayağı da kuyruk var. Belli ki bizim için gelmişler. Ama çocuk öyle bir geliyor ki kitabı önüne koyarken yüzüne bakmıyor. “Abi n’aber” diyorum, hadi bas şunu da işimize bakalım tavırları. Yine bir kız geldi, çok heyecanlandı, ağlıyor. İlgilendik. Ertesi hafta Penguen’in toplu imza gününe yine gelmiş. “Beni hatırladınız mı, gelip ağlamıştım” dedi. Biz de hatırlamadık başta. Çok sinirli. Biraz yapay davranmışız gibi oldu.


Böyle şeyleri çok takar mısın kafana?

İnsanlar beni yanlış anlasın istemiyorum. Sıkıntım o. Çünkü ben çoğu kez yanlış anlayıp fazla alınganlık yapabiliyorum.


"Seçen zaten kadınlar"

Hâlâ karikatürist olmak için yanıp tutuşan gençler var mı?

Var tabii.


Neyi doğru neyi yanlış yapıyorlar?

Yanlış değil de eksikleri var. Az çiziyorlar. Ben de öyleydim. Bir yerden sonra daha çok çalışman gerektiği dank ediyor. Derginin amatör günleri oluyor mesela. Gençler toplanıp geliyorlar. Oraya 3 karikatür getirirsen 10 yıl falan gelirsin. 15-20 taneyi yığacaksın ki “Bu çocuğun bir derdi var” desinler. Al mesela her hafta köşemde 7 karikatür yayınlanıyor ama ben en az 20 tane çiziyorum. Eleye eleye koyuyorsun.


“50 tane bir haftada çizeyim, uzun süre yatayım” durumu oluyor mu hiç?

Yok. Eskir. Stokla en fazla 2 iş koyarsın. Bir de genelde derginin son gününe doğru, iyice sıkışınca iyi espri buluyorsun. Bir Kutlukhan Perker var. Şu ana kadar gördüğüm en disiplinli çalışan adam. Her gün sabah 7’de dergiye gelip çiziyor. Takım elbisesiyle falan... Gece 12’lere kadar. O da bence manyak, normal değil.


Karikatür dünyası hep erkek. Niye kadınları yok?

Biz bunu yıllar önce kendi aramızda tartışmıştık. Niye hep biz çiziyoruz abi, diye...


Sonuç...

Karikatüristlerin çoğu hayatının büyük kısmında kadınlarla ilişkileri pek de iyi olmayan tipler. Dolayısıyla bir derdimiz var, onun için çiziyoruz. Kadınlar kendilerini güldüren erkekleri sever klişesi de doğru aslında. Gülüyor, doğal olarak sana iyi davranıyor. Biz de bunu nasıl kullanırız derken; yırtık olanlar komedyen oldu. Mesela sahneye çıkacak kadar özgüvenim olsa zaten gider kızla konuşurum. O da ayrı mesele. Ama işte kızların böyle bir endişesi olmuyor ki hayatta. Bir sürü adam geliyor. Seçen onlar zaten.


Güzel argümanmış.

Neticede düşündük düşündük bunu bulduk. Başka mantıklı bir açıklaması yok çünkü.


Kim kimdiniz?

Penguen ile Uykusuz henüz ayrılmamıştı. Yiğit (Özgür) vardı, Selçuk (Erdem), Emrah (Ablak), Erdil (Yaşaroğlu).


O zaman karikatüristlerin dünyasından biraz daha dedikodu alalım.

Yok ki. Erkek erkeğe ortam nasıl olursa öyle takılıyoruz. “N’aber hacı, iyi senden n’aber, eheheh”... O kadar.


Kıskançlık falan da yoktur...

Yok tabii, niye kıskanacaksın?


O benden daha iyi çizdi falan...

Kimsenin öyle düşündüğünü zannetmiyorum. Aksine herkes kendini daha iyi görüyordur. Böyle söyleyince egolu adam gibi oldu. Ama kıyasa girmez kimse. Başka iş kolunda belki; komedyenler arasında böyle bir şey var mesela.


"Çok salakça ama kovalıyorsun işte"


Karikatüristlerin 20-35 yaş arası aşırı rahat bir imaj çizerken sonraki yaşlarda biraz “ağır abileşip” mizah ciddi bir iştir moduna girmesine ne diyorsun? Bilmem. Belki de sadece yaşlanıyorlardır. Öyle olunca bir ağırlık çöker ya. Gerçi benim 40 yaşında da arkadaşım var, aynı denyolukla devam ediyor. Muhtemelen bende de aynısı olacak.


Sizinki çok zevkli iş. 70 yaşına geldiğinde dönüp baktığında ne diyeceksin sence; ‘’Güldük, eğlendik’’ mi?

İnşallah. Hem bu işi yaptığım için hem de hayat için bunları diyebilirsem, daha ne olsun!


Eskiden avukat, doktor değil de alternatif bir işteysen yaptığın başkalarının gözünde biraz sürüncemede kalırdı, çizerler için de hâlâ öyle bir algı var mı?

Yok. Kırıldı o.


Neden?

İnternet sayesinde. Facebook’ta falan herkes karikatür paylaşıyor ya. Millet de ‘’Vay iyiymiş’’ demeye başladı. Artık daha çok saygı duyuluyor. Gerçi yine de tam oturtamıyorlar. Para kazanıyor musunuz, bu işle ev geçindirilir mi... Bunlar hep kafada soru işareti.


Geçindirilir mi?

Geçindirilir tabii.


Twitter sayesinde artık bir sürü komik insan ortaya çıktı, tahtınız sallandı mı?

Yoo, ikisi farklı.


Nasıl mesela?

Bizimki daha iş gibi. Biri bana 3-5 kere gülmezse bir daha okumaz, dolayısıyla benim güldürmek gibi bir kaygım var. Ama Twitter’daki adam daha rahat. Spontan, manevi tatmin üzerine kurulu bir komik o. Vur-kaç komikliği de diyebilirsin. Dikkat çekmek de var işin içinde. Twitter fenomeni diye bir şey var ya hani, öyle olmak istiyorlar belki. Çok insani bir duygudan bahsediyorum. Bende de var.


Öylesin de...

Çok salakça bir şey ama kovalıyorsun işte. O takipçi miktarı kavgaya gideceğin adam sayısı sanki. ‘’Vay be, 250 bin adam var, bunlarla Yunanistan’ı alırım arkadaş.’’ Yok öyle bir şey. O kadar adama “Abi dertliyim” desen ‘’Hacı n’apalım’’ diye anca 10 kişi gelir. Onun da 5’i koftiden, bedava bira için!


‘Madem oradaydınız, niye almadınız?’


Eskiden karikatür dergilerini gülmek için bakardık ama artık gündem takibi için alan çok.

Biraz öyle. Özellikle Gezi olaylarında tiraj 2 katına çıktı. Hatta ben biraz sinirlendim.


Niye?

Madem oradaydınız, bugüne kadar niye almıyordunuz? Mizah dergileri ucu ucuna gidiyor. Reklam alan kurumlar değiliz. Kendi kendimizi zor döndürüyoruz. Keşke daha önce de satın alsaydınız, biz de bu kadar zorluk çekmeseydik...


Röportaj: Pınar Erbaş

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.