Hollywood film endüstrisindeki yaratıcılık oranının azalması, hikâye yoksunluğu ve ticari kaygının katbekat artması oldukça sıkıntılı bir sürecin parçasını oluştururken, her yıl aynı filmlerin altları doldurularak ya da doldurulmaya çalışılarak, ayakta kalmaya çalışması ise neredeyse mucize. Mesela “Star Wars” gibi… ‘Tadında bırakma’ mevzusu seyirciyi tatmin etmese de, seyircinin filmde ne gibi değişiklikler olmuş sorusunun yanıtını arayarak sinemaya koşuyor oluşu, söz konusu Star Wars olduğunda şaşırtıcı değil. Eğer seyirci filmi/filmleri hiç takılmadan izleyecekse sorun yok ancak, filmi/filmleri derinlemesine irdeleyip, filmin/filmlerin dokusu konusunda yorum yapacaksa işte asıl sıkıntı orada başlıyor.


‘Prequel’ (bir veya birkaç bölüm halinde önceden tamamlanmış sinema filminde anlatılan olayların öncesini veya başlangıcını konu eden, ama onlardan sonra oluşturulmuş en son bölüm) film yapmayı seven Hollywood, Star Wars’da da aynı mantığı kullanıyor. “Solo: A Star Wars Story”, genç hayranları tarafından sevilen Han Solo’nun gençliğini markaja alarak, onun tehlikeli yolculuğunu ve o yolculuk esnasında Chewbacca ve Lando Calrissian gibi Star Wars evreninin karakterleriyle karşılaşmasını anlatıyor.





“Kumarda kazanan aşkta kaybeder”

Beklenmedik karanlık olayların vuku bulduğu Star Wars evreninde, pek çok maceraya atılan suç ustalarıyla karşı karşıya gelen pilot Han Solo, yardımcı pilotu Chewbacca ile dostluk kurarak hikâyenin dramatik çatısını güçlendiriyor. Dramatik çatının yanı sıra, aksiyon ve suç sahneleri ise filmin gerilim dozunu arttırıyor. Kötü bir üne sahip kumarbaz Lando Calrissian ile tanışarak, kumar yeteneğini kullanan Han Solo, “genç durduğuma bakmayın, en büyük rakibiniz benim” diye rekabet odaklı bir izlenim yaratıyor.


“Kumarda kazanan aşkta kaybeder” sözünü hikâyeye monte eden film, Han Solo’nun aslında her şeyi âşık olduğu kız için yaptığının altını çizerek, aşk ve kumar arasında bir bağlantı kuruyor. Bunun yanı sıra eski suç filmlerini Star Wars evreniyle birleştiren film, Star Wars mantığından saparak, kendi içinde yeni bir düzen oluşturuyor ve bu düzende o heyecan dolu Star Wars ruhunun hikâyeye zerk edilişini ne yazık ki göremiyoruz. Bunun en önemli nedeni, bir türlü son noktanın konulamayışı. İzlerken belki keyif alıyoruz ama, bir yerde bu arz-talep dengesinin değişmesi gerek.





Ron Howard yönetmen olarak başarılı

“A Beautiful Mind”, “Da Vinci Code”, “İnferno”, “Frost/Nixon”, “Apollo 13” gibi hepimizin severek izlediği filmleri yöneten Ron Howard, filme kattığı duygusallık ile izleyiciyi bir nebze de olsa kendine bağlıyor, zira yönetmenlik konusunda oldukça başarılı… Sıkıntılı bir hikâyeden, izlenilebilir bir film ortaya koyuyor. Son zamanlarda yönetmenler/yapımcılar aksiyonu ön planda tutacağız diye filmleri patlama sahneleriyle (gemi, uçak, tren, araba vs…) dolduruyorlar ve tüm büyü bozuluyor. Görselliğin göze hitap ettiği ve aşırıya kaçmadığı “Solo: A Star Wars Story” (Han Solo: Bir Star Wars Hikayesi), zaman zaman mizahtan nemalanıyor, fakat bu ciddi ve amacını doğru bir şekilde ortaya koyan bir film için zarar verici bir unsur. Bu unsurun yönetmen Howard ile bağlantısı var, o da Howard’ın daha önce komedi filmlerinde aktör olarak yer alışı. Genç yaşında aktörlükten yönetmenliğe transfer olan Howard, aslında “Happy Days “gibi yıllarca devam eden bir televizyon serisi ile kendini sevdirdi, lakin bu kariyeri uzun süreli olmadı. Öle görünüyor ki Howard, bunun acısını Star Wars’dan çıkarttı. Özünde “Solo: A Star Wars Story” başarısız bir film değil, ancak üzerinde biraz daha düşünülmesi onu birkaç tık öteye götürebilirmiş. Yine de filmi film yapan hem seyirciye gönderdiği yapıcı mesajlar hem de diyaloglardaki anlamlı konuşmalar…





Rogue One ve Indiana Jones esintileri…

Yer altı dünyası/evrende ve Rebellion (isyan) arasında bir denge tutturan Howard, “Rogue One” filmine gönderme yaparak, geçmiş ve günümüzde aynı sorunların yaşandığını resmetmekle kalmıyor, “kimseye güvenmeyin yoksa güvendiğiniz kişi size öyle bir kazık atar ki…” diyerek, seyirciye uyarıda bulunuyor. 1977’den beri isyan meselesine yeşil ışık yakan Rogue One ve Han Solo filmlerine eklenen yan hikayelerin içerisindeki yan hikayeler, meseleyi farklı boyutlara taşıyor, sanki o meseleye bilerek parmak basılmış gibi…


Peki, filmi nasıl bir yere koyabiliriz? Yer yer İndiana Jones filmlerini ve karakterini andıran “Solo: A Star Wars Story”, gerilimi ve mizahı elden bırakmayan bir film olmayı tercih ederek, kendi içinde yeni türlere ayrılıyor.


Sonuç

“Solo: A Star Wars Story”, yeni kadrosu ile bildiğimiz ve aşina olduğumuz her şeyi sıfırlıyor ve şöyle bir izlenim uyandırıyor: “Önceden izlediğiniz her şeyi unutun ve bu versiyonu kabul edin.” Buna ilaveten, Harrison Ford’un gençliğini beyaz perdeye yansıtan Alden Ehrenreich aşırı kasıntı oyunculuğuyla sınıfta kalıyor. Woody Harrelson, Paul Bettany ve Emilia Clarke ise layığıyla rollerinin üstesinden geliyorlar. Umarız bir sonraki Star Wars filmi hikâye bakımından akıcı olur ve özüne döner.


Film notum: 3 yıldız


Yazı: Arzu Çevikalp

arzu.kultursanat@gmail.com

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.