Çizgi roman serilerinin avantajı, hayran kitlesi kemikleştikçe yazar ve çizerlerin daha yenilikçi, yaratıcı işlere girmesidir. Yeni maceraların çoğu, kahramanı ve diğer ana karakterleri tanıtmak zorunda olan ilk maceralara oranla daha eğlencelidir. Sinemadaki seri filmlerde ise tersine bir durum dikkat çekiyor. Senaryo yazarları ile yönetmenler serinin ruhunu ve ana temalarını ilk filmlerde başarıyla yansıtsalar da devam filmlerinde nedense daha sıradan işlere imza atıyorlar. Bunun en önemli nedeni, Hollywood’un özellikle büyük bütçeli yaz filmlerinde kapılarını yeniliklere adeta sıkı sıkıya kapatıyor olması. Bırakın serileri, yazın gösterime giren bütün aksiyon filmlerinin hep aynı formülleri takip ettiği dahi söylenebilir.

3D formatı çok iyi kullanılıyor

Transformers serisinin yeni filmi “Transformers: Kayıp Çağ” da, genç seyircilere seslenen bilimkurgu aksiyonlarında görmeye alıştığımız Hollywood usulü gösteriş ve görkemi fazlasıyla içeriyor. Çarpışan, uçan otomobillerle dolu takip sahneleri; akrobasi gösterileri; silahlı silahsız her çeşit kavga, çatışma ve o vazgeçilmez büyük patlamalar, görkemli tahribatlar peş peşe geliyor. Bütün bu aksiyon sahneleri kuşkusuz bir özel efekt şovu aynı zamanda. Hem de en iyisinden...


Üstelik Michael Bay’in birçok yönetmene göre 3D teknolojisini daha yaratıcı bir biçimde kullandığını da söyleyebilirim. Bay, kamerasına taktığı geniş açılı objektiflerle 3D formatını etkileyici bir büyüklük, derinlik hissiyle buluşturmasını bilen bir yönetmen. Hong Kong’da geçen savaş ve aksiyon sahnelerinde gerçek şehir çekimleriyle bilgisayar kökenli görüntüleri birleştirme tekniği de mükemmel.


Binaları fon olarak kullandığı alt açı çekimleri harika. Bir de bütün bunları IMAX formatında seyrediyorsanız film tam bir sinema teknolojisi şovuna dönüşüyor.

Aksiyon hikayeyi eziyor

Peki ya hikâye? 2011’deki Transformers için “Teknoloji şahane, hikâye bahane” başlığını atmıştım. Durum yine aynı. Aksiyonun neredeyse hiç durmadığı böyle bir filmde karakterleri derinlemesine tanıtmak, onların arasındaki çatışmaları işleyebilmek ve güçlü bir dramatik yapı kurmak kolay değil. Dolayısıyla öykü klişeler üzerinden ilerliyor: Gerçi yeni filmin yeni kahramanı idealist mucit ve otomobil tamircisi Cade Yeager’in (Mark Wahlberg) hurda bir kamyon bulduğu terk edilmiş sinema salonu sahnesi çok hoş ama gerisi gelmiyor. Makinelerle arası çok iyi olan, kızı Tessa’yı (Nicola Peltz) annesiz büyütmüş aşırı korumacı baba Cade’in çarpıcı bir ana karakter olduğunu söylemek mümkün değil. Filmin en ilgiye değer karakteri ise Stanley Tucci’nin oynadığı teknoloji âşığı çılgın ve kibirli sermayedar. Tucci filme belirli bir mizah duygusu getirmeyi de başarıyor. Kötüler cephesi ise bu kez hem çok kalabalık hem de çok karışık. Kaldı ki bizi dinozorların yok oluşuna kadar götüren açılış sahnesi başta olmak üzere yan hikâye fazlalığının filme bir katkısı olduğu da söylenemez. Aksine, filmi gereksiz yere uzatıyor. Ama tüm bunların, iyilerle kötülerin kıyasıya mücadele ettiği Hollywood usulü bir özel efekt şovu seyretmek isteyenler için fazla bir sorun teşkil edeceğini sanmıyorum.


Haber: Mehmet Açar

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.