“Sona Doğru”ya giderken ayaklarınız geri geri gidebilir. 1 saat 46 dakika boyunca tek bir adamın hayatta kalma mücadelesini seyredecek olmak parlak bir sinema deneyimi vaat etmeyebilir. Ama film bittiğinde benim gibi tam aksini düşünebilirsiniz. 2011’in en iyi filmlerinden biri olan “Margin Call”dan hatırlayacağımız J.C. Chandor, “Sona Doğru” ile bir sıra dışı filme daha imza atıyor. Kuşkusuz, bugüne kadar yüzlerce “hayatta kalma filmi” gördük. Ama “Sona Doğru” tek başınalık ve yalnızlık konusunda daha önce hiçbirinin gitmediği bir noktaya götürüyor işi. Başarısı, sadece böyle bir işe kalkışması değil; bunu bir aksiyon filmi kadar sürükleyici yapabilmesi.


Cesaret ve tecrübe

Chandor’ın, Ernest Hemingway’in “İhtiyar Adam ve Deniz”ine de selam gönderdiği film, sadece Amerikan usulü bir pes etmeme öyküsü değil. Gerçek cesaretin yaşla ve tecrübeyle geldiğini; olgunluğun biraz da ölüm korkusuna karşı sağlam durmakla ilişkisi olduğunu vurguladığı belli. Açılışta okunan mektuptaki “Denedim” sözü Beckett’in ünlü “Hep denedin, hep yenildin. Olsun gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil” sözlerini hatırlattı bana. Geriye kalanlardan özür dilemesi, hayatta sadece kendimiz için var olmamamız gerektiğinin altını çiziyor. Finaldeki huzur verici “Amen” şarkısı bir son söz gibi. Filmin “gizli merkezi” ise galiba inançla ilgili...


‘Geçmişsiz’ kahraman

Ama “Sona Doğru”yu iyi film yapan sadece bunlar değil. Chandor’ın öyküyü fazlalıklardan arındırırken ulaştığı yenilikler çarpıcı. Malum, bir senaryo ana karakterin iki özelliğiyle start alır: Arzusu ve kim olduğu... Chandor, bize onun hakkında, “okyanusta uzun bir tekne yolculuğuna tek başına çıkabilecek kadar denizcilik bilgisine sahip yaşlı bir adam olması” dışında bilgi vermiyor. “Bir başına yaşam mücadelesi veren” insanlarla ilgili filmlerin klişelerinin tümünü çöpe atıyor: Karakterin geçmişine geri dönüşler yok. Eşler, sevgililer, çocuklar ve normal hayata dair meseleleri unutun. Karakterin kendi kendine, hayali arkadaşlar ya da Tanrı’yla yaptığı konuşmaları da bir yana atın. Teknede uyandığı andan itibaren geçmişsiz, sadece “arzu”dan ibaret bir adam var karşımızda. Konuşmuyor, düşünüyor ve eyleme geçiyor. Biz de planlarını anlamaya, bir sonraki adımını kestirmeye çalışıyoruz. Yön tayini yapmasına yarayan aletin olduğu kutunun varlığını ya da deniz suyunu tatlı suya çevirme tekniğini hatırladığı anlar seyirci için çok tuhaf. Kapanmayacak bir uzaklık var aramızda. Hiç konuşmaması ve geçmişsizliği, onu alıştığımız film karakterlerinden daha farklı bir yere koyuyor. Chandor’ın kamerayı deniz altına koyduğu birkaç sahne hariç, zaten çoğu yerde ondan daha az şey biliyoruz.


Ustalıklı yönetim

“Sona Doğru” denizciler için daha keyifli bir seyir vaat edebilir ama her seyirci için heyecan verici bir hikâye bu. Chandor, tek başına yazdığı senaryoyu, ustaca tasarladığı sade ve güçlü resimlerle anlatıyor; saf sinemaya ulaşıyor. Alex Ebert’in yerinde ve ölçülü kullanılan müziğinin de hakkını teslim edelim. Son olarak, Oscar için adı geçen Robert Redford’un oyunculuğunu unutmayalım. Onun o görmüş, geçirmiş, sakin ve cesur hallerinin filme katkısı çok büyük...


Yazı: Mehmet Açar

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.